Ana Sayfa » Genel » Adap ve Usul

Adap ve Usul

ADAP VE USUL

ALPEREN GÜRBÜZER

Rasulullah abdest aldığı zaman Ashab-ı kiram abdest suyunu ve tükürüğünü kapıp yüzlerine ve vücutlarına sürüyorlarmış. Resulullah (s.a.v):
— Niçin böyle yapıyorsunuz? diye sorduğunda,
Ashabı Kiram cevaben:
— Ya Rasulullah! İstifade etmek ve sevap kazanmak için derler.
Rasulüllah (s.a.v):
—Kim Allah ve Resulünün kendisini sevmesini istiyorsa (böyle şeyler yerine) konuştuğunda yalan söylemesin, emanete hıyanet etmesin ve komşusuna cefa vermesin buyurdu. İşte edep ve adap bu.
Demek ki; saygı ve sevgi sırf şekli hareketlerle, el öpüp yerlere serilmekle olmuyor, istikamet ve hizmet esastır. Zira edep ilahi huzurda lütufla dönüşün anahtarıdır. Madem öyle Saadatların huzuruna varmadan önce abdest veya gerekirse gusül almalı, sonra iki rekât namaz kılıp bu beraberliğin hayırlara vesile olması için Allah’a yalvarmalı. Mürşidin huzuruna vardığında da uzun süre göz göze gelmeyecek kaydıyla yüzüne bakmalı.
Rasulüllah Miraç’a yükseldiğinde Rabbül Âlemin huzurdaki durumuna bakıp:
—O’nun gözü bir an olsun sağa sola kaymadı, haddini aşmadı beyan buyurarak Habibi Kibriya’yı övmüştür. Evet, O yüce makamlarda bile sağa sola bakmamış, hep önüne bakmış. İşte ‘Nazar ber kadem’ adabı bu.
Nazar; bakmak, kadem adım atmak demek. Bu yolda insanın yönünü belirleyen tek usul; Edep Ya Hu! adabıdır. Nasıl mı? Malum; bu adap Allah Resulü’nün Miraçtaki tavrıyla öğrenilir. Keza Allah Resulü Miracın ötesinde yürürken, asla salınarak kibirlenerek yürümezdi. Adımlarını hızlı fakat yumuşak sakince atardı. Bir kimseye yöneleceği zaman başını çevirmez, bütün vücuduyla yönelirdi. Hatta kimseye uzaktan seslenmez bizatihi yanına gelip konuşurdu.
Nazar rast gele bakış olmadığı gibi, kadem de gelişigüzel yürümek değildir, tam aksine sıratı müstakimde yol alır gibi ötelere uzanmaktır. Dahası nazar; gönlün bakışı, sevgilinin bakışlarında ki pırıltıdır. Kadem de; ‘Sırat-ı müstakim’ üzere olmaktır.
Malum; Allah dostlarının nazarı kalbi diriltir, fesatçının bakışı da bedenimizi yer bitirir. Anlaşılan birincisi ferahlık, ikincisi felakettir. Bu yüzden Allah (c.c); “Şeytanın adımlarına uymayın” (Bakara suresi) beyanıyla kullarını kademine dikkat etmeleri noktasında uyarıyor.
O halde sen sen ol bir gönlü kırma, insanların gönlünü hoş tut. Çünkü gönül inci gibidir. İnci çok kıymetli olmasına rağmen, yere düşünce kırılıp darmadağın olabiliyor. Bakın Yunus; Bu yol bir gönlün içine girmektir diye haykırıyor. Madem öyle bir gönlü kırmak beş yüz bin defa Kâbe’yi yıkmaktan daha ağır düsturunu unutmamalı.
Şah-ı Nakşibendî yolda yürürken Hızır (a.s) kendini tanıtmak istese de hiç oralı olmaz, fakat Hızır üsteleyince dayanamaz şöyle der;
— Benim bir kalbim var, onu da Emir Külal’a verdim, başka bir kalbim yok ki diğerini de sana verem demiş. İşte sevgi deryasında edep bu.
Sofinin kademi mürşidin kademine uygun olmalı, ahlakıyla ahlaklanmalı, bir noktaya çakılmamalı.
Rasulüllah (s.a.v); “İki günü eşit kılan zarardadır” buyuruyor. Demek ki, güzel ahlakın sonu yok. Azda olsa ahlakımızı güzelleştirecek devamlı olan Salih amel yapmalı. Keza bu yolda sofi bir yandan kendinden ileri gidenleri örnek alırken, diğer yandan da gözü devamlı ileriyi hedeflemeli. Bu arada ayakta gözün hedeflediği yeri takip etmeli. Çünkü gözle önce yüksek makamlara odaklanılır, sonra hedefe doğru adım atılır. Böylece hedeflenen yere edeple varışın ardından lütufla dönüş muştusuna erişilir. Ama yinede İmam-ı Rabbani (k.s); “Nazar ber kadem hak yolcusunun gözü ayağının ilerisini geçemez şeklinde anlaşılmamalıdır” buyurup bu hususta kafa karışıklığı gidermiştir. Böylece bu aydınlanmayla birlikte ‘manevi yolda aza kanaat eden az kazanır’ bilincine varırız.
Allah (c.c); ‘Resulüm! Mümin erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan çekinsinler, namus ve iffetlerini korusunlar’ (Nur 30–31) beyan buyurmakta.
Bu yol edep yoludur. Ancak yol bilenle gidilir. Yani edep; adap usul erkân bilenden öğrenilir. Edebi olmayan yolda kalır. Madem öyle edep sahibi olmaya çalışalım. Bakın Allah dostları ne elde etmişlerse Efendimizin (s.a.v) güzel ahlakına uymakla manevi makamlara ulaşmışlar. Bu yüzden Arifler; insanı hayvandan ayıran unsurlardan birinin edep olduğunu vurguladıktan sonra; ‘Önce usul sonra vusul’ demişler.
Bir adam geldi, Ebu Derda’ya dert yandı, taat ve ibadetten hiç zevk almadığını söyledi. Bunun üzerine Ebu Derda Hz.leri:
— Hasta ziyaretini, cenazelere katılmayı, kabirleri ziyaret etmeyi ihmal etmezsen hem gönlün nurlanır hem de basiretin açılır tavsiyesinde bulunur.
Adam denilenleri yapar da, ama tık yok, tekrar geldi Ebu Derda’ya:
— Efendim bende değişiklik yok, yine durumum aynı.
Bu sefer Ebu Derda Hz.leri:
—Hasta ziyaretine gittiğinde kendini hastanın yerine koyacaksın, cenaze defnedildiğinde defnedilen senmiş gibi düşüneceksin, kabir ziyareti yaptığında mezarda yatan kendinmiş gibi davranacaksın, ancak o zaman kalbin dirilebilir.
Gerçekten de adam samimi olarak bu sefer adap usul kurallarına riayet edip, kendi vücut ikliminde yaşıyormuş gibi kendisine söylenenleri uygulayınca Ebu Derda’ya;
— Senden Allah razı olsun, sayende gönlüm dirildi, deyip şükranlarını bildirir.
Beyazıd-ı Bestami’ye bir zattan bahsettiler. O’da hadi gidelim dedi, gittiler. Meğer o övdükleri zat camiye girerken bir edebi çiğnermiş. Nitekim Beyazıdı Bestami o adama selam vermeden geri dönüp gitti. Merak edenlere:
— Baksanıza bu adam İslam’ın basit bir kuralını bile çiğneyebiliyor. Nitekim camiye girerken sağ ayakla girileceği adabını bile muhafaza edemezken nasıl olur da bu adama teslim olunur deyip edeb ve adabın önemine dikkat çekmiştir.
Edep; hem kalp, hem dil, hem de hareket ve tavırlarımızın bütününe yansımalı. Kalbin edebi; niyet, ihlâs ve samimiyet, dilin edebi; söz ve öz bir olup yalan söylememek, davranışlarımızın edebi ise her işi ilme uygun olacak tarzda yapılmasıdır, yani işin hakkını vermektir.
Osmanlı döneminin meşhur Şair Nabi, Eyüplü Rami Mehmed Paşa ile birlikte Hac yolculuğunda Medine’ye yaklaştıklarında gördüğü lüzum üzere Paşayı uyandırıp; ‘Terki edepten sakın, burası Rasulullah’ın beldesidir…’ anlamında beyitleri okuduğunda Paşa yerinden doğrularak;
— Allah aşkına ne zaman yazdın bunları?
Nabi;
— İçimden geldi, şuan yazdım. Zaten bunu ikimizden başka bilen de yok.
Paşa;
— Öyle ise aramızda kalsın deyip yola devam ettiler.
Kafile sabah ezanında Mescidi Nebeviye yaklaştığında müezzinler minarelerden Nabi’nin Paşaya söylediği beyitleri okudular. Tabii hem Paşa, hem de Nabi şaşırdılar. Namazı kıldıktan sonra müezzine:
— Nereden öğrendiniz o beyitleri?
Müezzin:
— Resulü Kibriya Efendimiz bu gece müezzinlerin rüyasına girip; Ümmetimden Nabi isimli birisi beni ziyarete geliyor. Onu bizatihi benim için yazdığı beyitleri okuyarak karşılayın emrini yerine getirdik.
Derken Nabi gözyaşlarını tutamadı, sevincinden düşüp bayıldı. İşte değim yerindeyse muhabbeti edep bu olsa gerektir.
Demek ki; bu makamlar edep ister.
İmam Malik Medineyi Münevvere’de hayvana binmezmiş. Nedenini sorduklarında ise cevaben; Rasulüllah’ın bulunduğu belde de hayvan üzerinde toprağı çiğnemekten hayâ ederim derdi.
Şah-ı Hazne; Bir kişi kendi gücüyle gaflet halini terk edemiyorsa edebe riayet etsin buyurdu. Açık ve gizli edeplere riayet etmekle insanın kalbi uyanır. Bakın sofilerden Lafza-ı Celal zikrinden letaif virdine geçme noktasına gelip, ancak geçemeyenlere Gavs-ı Sani (k.s); ‘Sofi gafletle çekme’ diyor, niye acaba hiç düşündünüz mü? Çünkü bu yolda edep yolun besmelesi gibidir. Gafleti yok etmek edebe riayet etmekle mümkün.
Adap ve edeplere dikkat edeceğiz. Bilhassa Rasulullah’a edep, mürşide edep, seyyide edep, vekile edep, sofiye edep, aileye vs. edep. Hepsinin kendi çerçevesinde ayrı ayrı edep sınırları mevcut. Herkesin bulunduğu konumu yerli yerince oturtmalı. Taşları usulünce sıralamalı. Bir mürşit ne kadar büyük olursa olsun sahabenin ayağındaki tozu olamaz. İşte edep bu.
Bütün Peygamberleri toplasanız Allah’ın bir sıfatının önüne geçemez. İşte edep ve usul bu.
Bütün Seyyidler bir araya gelse bağlı olduğun mürşidinin yerini alamaz. Kim olursa olsun teslimiyet noktasında muhabbetini mürşidinden başkasına kaydırmamalı. İstişare noktasında elbette ki bazı sözüne güvenilir insanlara muhabbet duymakta zarar yok. Bir insan âlimdir ama, bir edebi terk ederse neye yarar ki. İllaki edep gerekiyor. Hakeza vekil içinde öyledir. Vekilin aslı görevi sofiyi mürşidine yönlendirmektir, çünkü irşad sahibi mürşididir. Vekil asla mürşidin fonksiyonuna sahip değildir. İşte had hudut, işte edep bu.
Çevremize karşı yumuşak olacağız. Allah için birbirimizi uyaracağız ama, edepli olacağız, birbirimizi kırmayacağız, yumuşak üslupla kırmadan dökmeden beşeri ve kardeşlik ilişkilerimizi gerçekleştireceğiz. Hz. İbrahim oğlu İsmail’e; ‘Allah için yat kurban ol ki bıçak bile incinmesin’ dercesine adap örneği sergiledi. Demek ki; kimseyi incitmeyeceğiz, incitirsek bir gün bizi de incitirler. Eğer Seyda Hz.leri sert olsaydı Menzil bu kadar dolup taşmazdı. Gavs (k.s); Siz onların ilahlarına söverseniz onlarda size söver buyurdular. Belli ki Seyda (k.s) babasının güzel ahlakıyla boyanmanın neticesinde herkesi adabı usulünce Hak yola çağırıp halkaya dâhil ediyor, ürkütmüyor, güzel telkinde bulunup karşındaki insanları kendine cezp edebiliyordu. Böylece bu yolu sevdirmiş oluyordu. Dolayısıyla ‘Benimki doğru, seninki yanlıştır’ dememeli. Şükürler olsun ki bu yolda taassup yok.
İmam-ı Şarani (k.s); “Sofi mürşidi tarafına ayağını uzatmama edebine bile dikkat etmeli, gerek huzurunda, gerekse gıyabında dikkat etmeli” diye uyarıda bulunuyor. Ki; Kamil Mürşit Peygamberin varisidir.
İçeriye girince ayağa kalkmak, elini öpmek, boyun büküp sessizce oturmak, devamlı yüzüne bakmaktan sakınmak gibi buna benzer tüm kaideler zahiri edeplerdir.
Dikkat edilecek edeplerden biri hiç kuşkusuz, bir Şeyhin Allah-ü Teala gibi her şeyi bildiği safsatasını söylememektir. Zaten böyle bir söz küfürdür. Bir mürşit ancak Allah bildirirse bilir. Keza daha da haddi hududu aşıp mürşidinin bütün âlemi elinde tuttuğunu iddia etmekte haramdır. Oysa mürşidi adına keşif ve kerametler ihdas etmek koyu bir cehalet örneği olduğu gibi rüya ve hayallerle Şeyhini tanıtmak mürşide yapılacak en büyük hakarettir.
Seyyide edep; Evlad-ı Resul olma noktasından dolayı saygıda kusur etmemek itibariyledir. Elbette ki; irşat noktasında fayda sadece mürşittir. Teslimiyet noktasında kim olursa olsun mürşidinden başka kimseye muhabbeti kayıyorsa düzeltmeli, aksi takdirde bu tip sofilerin zarar göreceği muhakkak. Mesela ‘Hazret’ ibaresi Mürşidi Kamil için kullanılabilir sadece. Seyyidler için ‘Seyyidim’ diye hitap edilmesi daha uygun düşer. Öyle ki; her Seyyid mürşit değildir. Evet Seyyidlerden mürşidin evladı olanlar var ama, onlara mürşit gözü ile bakmak had hududu aşmak olur, ancak onlara ehl-i beyt çerçevesinde bakılabilir.
Gavs-ı Sani Seyda’nın yanında ziyaret vermezdi, Seyda da Gavs’ul Azam Abdül Hâkim El -Hüseyninin yanında öyleydi.
Yukarıda anlatılan gerçeklerden hareketle hiç kimse kafasından edep ve adap ihdas etmeye kalkışmasın, zaten buna hakkı da yoktur.
Bakın İmam Malik, İmam Şafi’nin yanında yirmi sene kalıyor. Yirmi yıl içerisinde hocası ona on sekizi adap ve edepten ders veriyor, son iki senesinde ise ilimden bahsediyor. Ama ilginçtir İmam Malik: ‘Keşke İmam Şafii; son iki yılını da edepten bahsetseydi’ diye hayıflanır. İşte görüyorsunuz edep bu kadar mühim bir hadise.
Gavs Hz.leri sırtını hiçbir zaman Suriye’ye doğru dönmez ve ayağını o tarafa uzatmazdı. Çünkü orada Şah-ı Hazne vardı.
Gavs (k.s) abdest alırken on altı defa oturup kalkıyor. Sofiler sıkıştırıp ne iş diye sorduklarında cevaben:
— Şah-ı Haznenin çocukları orada oynarken, ben nasıl oturup da abdest alabilirim ki der. İşte edep bu…
Saadatlar bizleri niye topladı. Belli ki adap usul yönünde ahlaklanalım diye.
Velhasıl; Gavs-ı Sani (k.s) Allah’ın bizlere ikramıdır, bu böyle biline.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir