Ana Sayfa » Genel » Halvet-der Encümen ve Huş-derdem

Halvet-der Encümen ve Huş-derdem

HALVET-DER ENCÜMEN VE HUŞ-DERDEM

ALPEREN GÜRBÜZER

Zahirde ki halvet insanlardan uzaklaşıp bir köşeye çekilerek bir takım ibadet ve taatlerde bulunmakla, batın da ise; zahiren halkla beraber kalben Allah ile olmakla gerçekleşir.
Halvet insanın hayatında belli bir süre için güzel bir davranış olarak kabul edilebilir, ancak asıl olan halkın içinde bulunup halka hizmet esastır. Zira halktan uzaklaşmakla halka hizmet gerçekleşemez. Nitekim İslamiyet dairesi içinde olmayan riyazet uygulamalarının yanı sıra bir takım hallerin vuku bulması istidraç olarak değerlendirilir.
Ebu Said Harraz; kâmil İnsan, kendisinden türlü kerametler sadır olan kimse değildir, gerçek kâmil insan halkın arasında bulunup alışveriş yapan, evlenip çoluk çocuğa karışan ve bu arada biran olsun Allah’tan gafil olmayan kimsedir diyor.
Zühd dünyadan elini çekmek değil ‘Her neye yönelirseniz Allah’ın zatı oradadır’ ayetinin sırrını çözmek demektir. Allahü Telayı tanımak için en büyük delil Allah adıdır, başka delil aramaya gerek yok. Çünkü onun ismi bereketiyle bir nefeste olsa sıhhat buluyoruz. Hz. Ebubekir Allah’ı idrak etmek en büyük ilimdir buyuruyor. Biz kullar olarak Allah’ın Esma’ül Hüsna’sından gelen tecellilere bakıp varlığını anlarız ancak. En büyük rehber bu konuda şüphesiz Rasulüllah’dır.
Müfessir ilminin önderi İbni Abbas; Yüce Allah farz ibadetler için sadece beş vakit zaman dilimi tayin ederek belirli bir şekil ölçüsünce sınırlamış, ama zikir için belirli bir sınırlama getirmemiştir buyurarak; sanki Namazı bitirdikten sonra, ayakta, otururken ve yanınız üzerine yatarken Allah’ı zikredin (Nisa–103) ayetini bize hatırlatmaktadır. Dolayısıyla devam eden bir hayat için halvet der encümen düsturu şart gibi. Allah’ı anmadan her geçen saniye kayıptır çünkü. Zikrin nuruyla hayatımızın her anında kalb aydınlanıverir. Zikirden gaye de Allah’ta huzur bulmaktır zaten. Kalp temiz tutulmazsa kalbin üzerinde siyah lekeler belireceği muhakkak… Kalp engin bir hazine, bu engin deryada yüz yüzebildiğin kadar yüzebilirsin de. Kalpte iman, ilim ve akıl bir arada olduğunda o insan isterse dünyaya bile meydan okuyabilir de. Çünkü o kalp sahibi üç cevherden dolayı tüm kötülüklere karşı dirençli ve nurani duruş sergileyecektir.
Rabbül âlemin kuluna şah damarından bile daha yakın, o halde kul Yüce Mevla’yı sevmekle yakini artacaktır. Yakin hali ise nurani bir ilim olup fasık kimseler bundan nasipsizdirler. Resulü Ekrem (s.a.v); Ümmetim hakkında sadece yakinlerinin zayıflığından korkuyorum buyurdu. Bu yüzden Rabbani âlimler; kim yakin ilminden bir nasibi yoksa sekarat anının kötü sonuçlanacağından korkarım demişlerdir. Allah’ta fani olmak zatında kaybolması manasında değil, bilakis O’nun sevgisi içinde yoğrulmaktır. Ki; seyrü seferin sonunda Yüce Allah’a hayran olup hayrette kalmakta vardır. Hakeza ilahi azamet karşısında boynunu büküp istiğfar etmekte çok güzel… Akıldan istenen odur ki Allah’ın azameti karşısında aciz olduğunu idrak etmek, O’nun sevgisini kalbte hissetmektir içten içe..
İmamı Gazali; Allah cisim değildir, hayal edilemez. O ne yerdedir ne göktedir, belki her yerdedir… Kendisinin Kur’anda bildirdiği şekilde arşın üzerinde istiva etmiştir. Bu istiva arşa vücuduyla değme yerleşme intikal vs. şeklinde değildir.. Allah arşın ve semanın üstündedir sözü yüceliğini anlatmak içindir.. Allah insana şah damarından daha yakındır, hiçbir mekan Onu kuşatamaz, o zaman mekan yokken var idi.. Önce nasılsa şimdide öyledir.. Diye buyuruyor. Evet, Allah’a ulaşmak için yaşadığımız hayattan uzaklaşmak gerekmez. O her an var ve hayatımızın her safhasında. Yeter ki Halvet-der encümen usulünü usul edinelim gerisi kolay, böylece usul usul menzile erişilir bu sayede. Herkesin tevhitteki hissesi yakini miktarıncadır zira. Herhangi bir kişi gaflete düşerse ilahi ilimden geri kalarak cahil cühala sınıfında yerini alır. Dolayısıyla Şah-ı Nakşibend; bizim yolumuz halvet-der encümendir, yani halk içinde Hak olmaktır der.
O’ndan geldik O’na gideceğiz. Mülk âleminden çamura ruhun üflenmesiyle ilk seferimiz başladı. Hz.Ademin bedeninin bir parçasından (eğe kemiği) Havva anamız yaratıldı. İkiside imtihan gereği yasaklanmış ağacın meyvesinden yiyince cennet yurdundan dünya yurduna sefer oldular, derken dünyada insan nesli çoğaldı. İnsanlar anne karnında dokuz aylık yolculuk serüveninden sonra dünyada gözünü açtılar. Yine insanoğlu bu imtihan salonunda silbaştan tekrar geldiği cennet yurduna tekrar kavuşmak adına seferder vatan haleti ruhiyesiyle didişip durmakta hala. Bu yolculuk kıyamete kadar devam edecekte… Seyri seferi günahlardan uzaklaşmak, kalbi hastalıklardan def etmek, ihsan halini yakalamak şeklinde yorumlanabilir. Hak yolcularının seyri âlemleri halvet der encümen haleti ruhuyesi ile (aşk ile) başlar, cezbe ile içeri adım atılıp Salih amel ile taçlandırılarak ehlisünnet çerçevesinde vuslata ererler. Demek ki; yolculuk ruhlar âlemindeki elest-i bezminde başlamış, dünyada devam etmekte ve ahirette de ebediyyen devam edecektir elbet.
Marifetullah ilminin tahsilinde fenafişşeyh, fenafişresul, fenafillâh ve bekabillah denilen seyri âlem basamakları var, her basamakta ilerlerken Allah’ın rahmeti de beraberinde koşarak gelir. Kul’un Allah’a yönelmesi kalple gerçekleşip ruh vasıtası ile hedefe varılır. Allahü Teala kıyamet günü meleklerine; Dünyada bir gün olsun beni zikreden veya bir makamda benden korkan kimseyi ateşten çıkarın (Buhari) diye seslenecektir.

HUŞ-DERDEM
Zaman bir su misali akıp gidiyor yorulmadan. O halde zamanın farkında olmak gerekir. Vukuf-i zamanı şuuruyla her dem ve her anı bize lütfeden Allah’ı anmakla değerlendirmeli. Bir insan haramlardan kaçınırsa, bir saat sabah, bir satte akşam Yüce Mevlası için vakit ayırdığında nefesini boşa tüketmemiş sayılır. Çünkü nefesi boşa tüketmemek en büyük sermaye olup huş der dem (nefesini boş yere tüketmemek) gereğidir. Gönül dostları her nefesi son nefes olarak algılamışlardır bu yüzden. İnsan harcadığı zamandan ve nefesinden sorumludur. Nitekim nefesler sayılıdır ve bir gün tükenecekte. Son ana kadarki nefes sayısı insanın kendisinden bile gizlidir, son nefesin ne zaman dolacağını ancak Allah bilir. İnsanın sadece geçirdiği ömrünün bir geçmiş muhasebesini yapması, yaşadığı anı değerlendirmesi ve geleceğini nasıl tanzim edebileceğini bilmesi yeterli.. Madem zaman dediğimiz şey; geçmiş, an ve gelecekten ibaret, o halde asıl olan bu üç zaman diliminde yaşadığımız şu anki zamanı değerlendire bilmek çok mühim bir hadise olsa gerektir.
Midenin gıdası yiyecek ise kalbin gıdasıda zikirdir. Midesine vakit ayıran pekâlâ kalbede ayırabilir. Kalbe zaman ayırmayan günlük beş vakit ya da haftada bir kez okuduğu Kur’an tilavetiyle nefsini terbiye edeceğini sanıyorsa yanılıyor. Geçmişte ne olup bittiyse o artık geçmiştir, tövbe istiğfar eyleyip geleceğe bakmalı. O halde bize lazım olan gün bugün, an bu an deyip yaşanan o anda ki nefesi boşa harcamamaktır. Sonraya bırakmak şeytanın aldatmasıdır. Ruz-i mahşerde Rabbül Âlemin ömrümüzü nerde ve ne şekilde, yine nefesimizi nasıl tükettiğimizi bizlere soracak elbet. Bu yüzden Cüneydi Bağdadi; “Vakit sermayeni iyi kullan. O bir kere ele geçer, kaçırdınmı bir daha ele geçiremezsin” uyarısını yapmıştır. Hz. Ali (k.v) Hz.Fatıma’ya; Sulu ve hafif yemekler yap ki çiğneme derdi olmasın, kuru ve sulu yemek arasında elli defa tesbih farkı vardır, yemek başında kalıp hayırlı işlerden geri kalmayalım (İbnu Mace) diye tembihlemiştir. Tabiin Ulularından Hasan-i Basri sahabenin hayatını öyle över ki; “Eğer bu zamanın insanı onları görseydi deli derlerdi, onlarda bizi görselerdi Müslüman demezlerdi” der. Gerçektende onlar bir nefesini dahi zayi etmiyorlardı, vakitlerini taat ve itaatin dışında kullanmıyorlardı. Günümüz insanı maalesef huş-der dem (nefesini boşa tüketmeme) şuurundan çok uzakta. Bakalım keyfine göre yaşamak nereye kadar, oysa kaybolan boş nefes ve vakit, üstelik giden dönmüyor da. İşte bu noktada Allah için ne yaptın sorusu devreye giriyor.
Rasulü Kibriya geceleri zühd hayatı gündüzün ise tebliğ hayatı yaşardı. Hz. Ayşe validemiz diyorki; Bir gece uyandığımda baktım Allah’ın Rasulü yanımda yok, herhalde diğer eşlerinin yanına gitmiştir diye hayıflandım kendi kendime, meğer mescide vardığımda birde ne görüm iki büklüm secdeye kapanmış Allah’ı anıyor, böylece kıskançlık duygularımın gereksiz olduğunu anladım.
Avam, aman ne acelen var daha vakit çok hayatını yaşa derler genelde. Oysa hayırlı işlerde aceleci davranmalı, asla hayırlarda yarışmak şeytandan değildir, sakın ola hayra ait olan her ne varsa onu erteleme diyorlar büyükler. Rasulü Kibriya Efendimiz (s.a.v); İki günü eşit kılan zarardadır buyuruyor çünkü. O halde yarın ölecekmiş gibi veya ölmeden önce ölünüz fermanı düsturumuz olmalı. Yeterki her nefesimiz Hu desin.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir