Ana Sayfa » Genel » İç Denge Alemine Doğru

İç Denge Alemine Doğru

İÇ DENGE ÂLEMİNE DOĞRU
ALPEREN GÜRBÜZER
Kâinatta ki dengeyi görüp de hala istikameti (dengeyi) elde edemiyorsak vay halimize. Çünkü Müminin istikameti velinin en büyük kerametidir.
Şu bir gerçek; evrendeki denge olanca hızıyla gözümüzün önünde cereyan ediyor. Fakat olan bitenden ibret almayışımız kendi iç dünyamızda denge unsuru olmamızı engelliyor. Allah (c.c) kâinatı zıtlıklar esasına göre tanzim etmiş ki, insanoğlu iyi ile kötülüğü ayırt edebilsin, ya da kendine rota tayin edebilsin. Çünkü yaratılan her şeyin bir anlamı var, üstelik yaratılan her şey insanın hizmetine sunulmuş. Bir başka ifadeyle insan sanki dış dünyasında ki muhteşem ahenge baksın da iç dünyasına yönelsin diye yaratılmış. Etrafımıza her yöneliş aslında bizi aslımızla baş başa getiriyor zaten. Yeter ki eşyanın diline kayıtsız kalınmasın.
Âlimlerimiz insana zübde-i âlem demiş. Yani insan küçük bir âlem, âlemin özü ilan edilmiş. Büyük bir âlem olduğunu ifade eden âlimlerimizde mevcuttur. İnsan ister küçük, isterse büyük âlem olarak tarif edilsin, her an dikkatimizi iç denge unsuruna çevirmek zorundayız. Dengesiz hayatımızı dengeye dönüştürdüğümüzde huzura kavuşacağız demektir.
İnsanın iç dünyasında iyiliği ilham eden mekanizmalar mevcut olduğu gibi, kötülüğü teşvik eden kuvvetler de var. İrademizi iyiliği ilham eden meleklere teslim edersek iç dünyamızı saraya çevirip dengemizi sağlayabiliriz pekâlâ. Şayet nefsin ve şeytanın telkinlerine kapılıp kötülüğü tercih edersek, o zaman da iç dünyamızı zindana çevirmiş oluruz. O halde fikrimizi, zikrimizi, hatta şükrümüzü denge üzerine bina etmeliyiz.
Allah (c.c) her insanı değişik kabiliyetlerde yaratmış, bu bir Allahın lütfüdür. Biz aciz kulların yapacağı tek şey Allah’ın bahşetmiş olduğu fıtri (doğuştan gelen) kabiliyetlerimizi bilgi ile güçlendirmek olmalıdır. Böyle olmalı ki maddi ve manevi dengeyi sağlayabilelim. Yeteneklerimizi bilgiyle desteklemek aynı zamanda kendimizi ilahi programa tabi tutmak demektir ki, bu da bizi iç ve dış denge sistemine götürür. Hatta amellerimizi de bilgiyle süslemeli ki ibadetlerimiz bir mana kazanabilsin. İlim zikirle taçlanınca fikir dünyamız da ister istemez şükre yönelecektir.
Kendimizi keşfetmek ufkumuzu ötelere kanatlandırmakla gerçekleştirilebilir. Maalesef ilahi idrak noksaniyetinden ötürü bir türlü istikameti elde edemiyoruz. İlahi hükümlere karşı duyarsız kalmamız içinde bulunduğumuz dengesizlikten kaynaklanan bir hadise olsa gerektir. Amellerimiz şuurlu bir şekilde yapmayınca denge donanımızı sağlayamıyoruz. Burada amelden kastımız, Allaha karşı kulluk vazifelerimizdir. Allaha abd olunca insan, nefsin esaretinden kurtularak hayat dengesine erişecektir elbet.
Kabiliyetlerimizi geliştirmek vazife olmalı. Bir yeteneğimizin farkına vardığımızda hemen üzerine gidip bir başka kabiliyetimizi geliştirerek denge donanımıza güç katmalı. Kabiliyetlerimizi keşfedemiyorsak yaşadığımız hayat zindandan ibaret kalacağı muhakkak..
Dengesizlikten dengeye kavuşmak kendimiz keşfederek gerçekleştirilir. Yunus’un;
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır” sözleri buna işarettir.
İnsanın biyolojik yapısında dahi denge unsuru söz konusudur. Mesela Dopamin ve serotonin hormonları denge unsurudur. Serotonin hormonu iyilik salgısını artırarak gülmemizi ve rahatlamamızı sağlar, böylece mutlu oluruz.
Dopamin hormonu ise bunun tam tersi olan stres durumudur. Yani Denge halimiz dopamin lehine değişirse saldırgan hal alıp agresif oluruz. Bütün bu denge unsurlarımız sadece hormonlarla sınırlı değil, bütün uzuvlarımız ve hücreler içinde geçerli. Demek ki; denge iksirini canlı cansız her alanda gözlemleyebiliyoruz.
İnsanı hem meleki ilhamlar hem de şeytani kuvvetler abluka altına alabiliyor. Önemli olan bu ikisi arasında denge kurabilmektir. Ne yalnız akıl, ne de sırf hisler kâfi gelemez, amelde gereklidir. Hislerimiz amelle taçlandırmamızın yanı sıra bilgi yüklü de olmak lazımdır. Ki; denge sağlanabilsin.
Hiçbir şey statik değil, her geçen gün yeniden doğuşlarımıza şahit oluyoruz. Her şey dinamik yapı arz ediyor. Kâinatta dinamizm mevcuttur çünkü. Bütün evren, galaksiler ve gezegenler birer denge senfonisi sanki. Güneş ve etrafında halkalanmış gezegenler Mevlana’nın raksını hatırlatıyor, bir zikir halkasını yansıtıyor adeta. Nitekim şeyh-mürit ilişkisine benzer durum güneş etrafında pervane olmuş gezegenler arasında da cereyan ediyor.
Yaşadığımız Dünyamız bağrında üç ayrı meziyet taşıyor. Birinci kabiliyeti kendi ekseni etrafında dönmesi, ikincisi güneşin etrafında seyretmesi, üçüncüsü Vega burcuna yol almasıdır. Bütün bu örnekler her şeyin denge üzerine kurulu olduğunun bir göstergesidir. Dönen her şey ister istemez insanın herhangi bir zikir halkasında iken Allah adıyla seyri âlem seferini hatırlatıyor bize.
Demek ki deveran ve denge unsuru kâinata has bir olgu olmayıp insana da has meziyettir. Madem kâinat her an yeniden yenileniyor var oluyor, neden insan bu gidişattan kendine hisse kapmasın ki? Bütün kâinat, hatta bitki âlemi, hayvanat ve cemadat kendi hal lisanınca Allah’ı zikretmekte, o halde insanda bu zikir deveranında kendi payına düşeni yapmalı.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran programlanmış vücut donanımının bilincinde olmasıdır. Diğer varlıklar belirli program dâhilinde kodlanmış, isteseler de o kodun dışına çıkamazlar zaten. Program dışına çıkamadıkları için sorumluluk yüklenmemişlerdir. Bu yüzden tercih kullanma diye bir dertleri yok. İşte bu noktada insanın diğer canlılardan farkı şuur sahibi olması gerçeği ortaya çıkar. Dolayısıyla insan iç ve dış donanımını yaratılış gayesine göre tanzim edip yaşamaya çalışırsa yaratılmışların en üstünü olmaya layık demektir.
Dengeyi hâkim kılmak ya zikreden kalbimizi şuurlu bir tarzda idrak etmek ya da meleki özelliklerimizin farkına varmakla mümkün. Aksi durumda hayatımız bilinç dışında statik kalmaya mahkûm kalır. O halde idrakimize açılan pencere mesabesinde olan şuurumuzu ilahi dengeye ram kılmalı.
Hem madem kâinat sarayı denge içerisinde yüzüyor, hatta bir program dâhilinde hareket ediyor, pekâlâ bizde bu denge âleminde iç dünyamızı Allahın lütfü olan kabiliyetlerimizi keşfetme heyecanıyla yaptığımız amelleri bilgi ile taçlandırarak denge âlemimizi kurabiliriz. Çünkü diriliş muştumuz ilahi dengede.
Peygamberimiz (s.a.v); “İnsanda bir et parçası var, o iyi olursa bütün vücut iyi olur” buyuruyor. Hadisi şerifte geçen et parçasından maksat kalptir. Kalp sarayında zikir kıvılcımını yakmasını başaran insan, iç dünyasında ilk denge basamağına adım atmış olacaktır elbet. Önce salik (Allah yolcusu) kalpte lafza-i Celali (Allah adını) çekerek kalbi huzura erdirecek, sonra da zikrini göğsüne yayacak. Böylece göğsünde âlemi emirle bağlantılı nurani dediğimiz letaifler (kalp, ruh, sır, hafi, ehfa vs.) asıllarına kavuşacaktır. Kalpte dengeyi sağlayan, pekâlâ göğsünde de sağlayabilir. O halde bir salik dur durak demeden letaifleri çalıştırmanın gayretini göstermeli.
Adeta bilgisayar programlarının yüklendiği bilgiler gibi insanda isterse göğsüne mukaşefe ilmi denilen batını bilgileri yükleyebilir, neden olmasın ki. Salikin ilahi donanımla yüklenilmiş bir vücut sarayında letaifler asıllarına dönmesiyle birlikte eninde sonunda vuslatını gerçekleştirebilecektir.
Peki ya zikir hayatından uzak kalanların durumu ne acaba? Elbette ki zikir hayatı yaşmayanlar ne Peygamberimizin; “İnsanda bir et parçası var, o iyi olursa bütün vücut iyi olur” hadisi şerifini, ne de “Kalpler ancak ve ancak Allahın zikri ile huzura erer” ilahi buyruklarını anlayabilir. Bu tür incelikleri sadece yaşayan bilir, yaşamayan sadece bir kelam olarak algılayıp geçiştiriverir.
Demek ki iç dünyamızda denge âlemi zikirle sağlanıyormuş meğer. Zikirsiz cesetler dengesizlikten çabuk çürümeye yüz tuttuğunu bilmem kaçımız biliyor. Âlimlerimiz Allahın zikri ile nura kavuşmuş bedenlerin nuraniyet sayesinde kolay kolay çürümediğini bildiriyor bizlere. Çünkü o ceset artık dengenin zirvesine çıktığı gibi, artık o naçiz vücut zikirleşmiş cesettir. Dolayısıyla toprak dahi o bedene hürmette kusur göstermez.
Yaşayan ölülerden olmak istemiyorsak mutlaka Allah adını çok anmamız gerekiyor. Sahabenin hayatına baktığımızda bütün çizgileriyle ahiret ilmi ile meşgul olduklarını görürüz. Hayatları takva üzerine kurmuşlardı. Onlar takvada yarışarak gökteki yıldızlar olmaya hak kazanmışlardı. Böylece, onlardan hangi birine uyarsanız kurtulursunuz buyruğuna mazhar oldular.
Velhasıl; insan unutmadan yaratılış gayesine uygun iç dengesini Allah ve Resulünün hakikatleri ışığında ayarlayarak isterse kâinata bile meydan okuyabilir. Çünkü Said Nursi Hz.lerinin dediği gibi iman hem nur hem de kuvvet kaynağıdır.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir