KADER-İ İLAHİYE
ALPEREN GÜRBÜZER
Kader Allah’ın ezeli ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi önceden bilip Levh-i Mahfuza kayd edilmesidir. Ezelde takdir edilip tayin edilen şeylerin ortaya çıkması olayına da kaza denir. Allah bir şey olduktan sonra öğrenmez, zaten önceden bildiğini Levh-i Mahfuza yazmışta. Bu yüzden İmam-ı Azam; Levh-i Mahfuza yazılan şeylerin hüküm olarak değil vasıf bir haber olarak yazıldığını belirtmiştir. Yani bu yazı yazıldığı için değil, olacak şeklindedir, ya da şöyle olsun anlamında olmayıp, şöyle olacak ve olacağı önceden bilip tespit manasınadır. Ancak bu yazgı bizlerden gizlidir.
Rızık, ecel gibi kesinleşmiş hükümler önceden tayin edilir, hiç kimse Rabbül Alemin’e neden böyledir diye hesap soramaz. Rasulullah (s.a.v); Allahü Teala gökleri ve yeri yaratmadan 50.000 sene önce Levh-i Mahfuz’a mahlûkatın kaderlerini yazdı. O zaman Arş’ı su üzerinde idi.(Müslim) diye beyanda bulundu.
Allah’ın ilk yarattığı kalemdir. Allah Kalem’e;
—Yaz dedi.
Kalem:
—Ne yazayım?
Allah (c.c):
—Kıyamete kadar olacak ve gelecek herşeyin kaderlerini yaz diye buyurdu.
Nitekim Efendimiz (s.a.v);
—Kim bunun dışındaki bu anlayış ve iman üzerinden ölürse o benden değildir (Ebu
Davud) diye beyan buyurmakta.
Allah’ın Habib-i (s.a.v); Muhakkak Allahu Teala herkesin cennetteki ve cehennemdeki yerini said mi? şaki mi? ne olacaksa halini yazıp tespit etmiştir buyurunca Sahabe-i Kiram:
—O halde sonumuz belli ise, ameli terketme durumunda olmamız gerekmiyor mu? Daha niye amel ediyoruz ki diye sorduklarında.
Efendimiz (s.a.v) nihayet;
—Siz gücünüzün yettiği kadar amel edin gevşemeyin. Bir kimse saadet ehlinden ise ona cennetliklerin ameli kolaylaştırılır. Eğer şekavet ehlinden ise cehennemliklerin ameli kolaylaştırılır (Buhari) buyurdu.
Zira Allahü Teala: Kim Allah için harcar, günahtan sakınır ve en güzel sözü kelime-i şahadet) tasdik ederse biz onun için cenneti hazırlarız, aksi takdirde cehenneme giden yolunu kolaylaştırırız (Leyle 5–10) diye beyan buyurmakta.
Hz. Ömer (r.anh):
—Ya Rasululah! Amellerimiz önceden belirlenen bir hüküm üzere mi meydana geliyor, yoksa sonradan bizim başlayıp bitirmemizle mi ortaya çıkıyor?
Efendimiz (s.a.v):
—Önceden belirlenen bir hüküm ve takdire göre yapıyorsunuz buyurması üzerine,
Hz. Ömer (r.anh):
—Her şeyden önce belirlendi ise, o zaman biz niçin amel ediyoruz?
Efendimiz (s.a.v):
—Ey Ömer! Allah’ın takdir ettiği herşeye amelle ulaşılır dedi.
Hz. Ömer (r.anh):
—Şu halden ulaşmak istediğimiz herşey için vesile yapılan amellere sımsıkı sarılmamız
gerekir dedi.
Rasulü Kibriya (s.a.v):
—Herkes ne için yaratıldı ise onun amelini işlemeye muvaffak kılınır (Buhari) buyurdu.
İbnu kayyum Bu hadisi duyana kadar amel konusunda fazla bir şevkim yoktu, ama şimdi var gücümle hayırlı amele yöneldim buyurdu. Allahü Teala; Biz dileseydik her nefse hidayet verirdik, fakat tarafımızdan şu söz kesinleşti. Muhakkak cehennemi bir gurup cin ve insanla tamamen dolduracağım (Secde–13) buyuruyor. Hidayet O’nun elindedir çünkü.
Ümmü Habibe (r.anh):
—Allah’ım! Beni zevcim Rasullah, babam Ebu Süfyan ve kardeşim Muaviye ile birlikte güzel günlere ve hoş nimetlere kavuştur diye dua etti. Bunları işiten Habib-i Kibriya Efendimiz (s.a.v):
—Sen Allah’a kesinleşmiş eceller, belirlenmiş günler ve taksim edilmiş rızıklar için
dua ediyorsun. Sen bu tür şeyler yerine Allah’tan seni kabirdeki azaptan ve cehennemin ateşinden kurtarmasını isteseydin, bu senin için daha hayırlı ve daha faziletli olurdu (Müslim) diye uyardı.
RUH
Kader konusunda bilmiyorum demek daha emniyetli kılar insanı, hakeza ruh konusunda da öyle. Ruh kavramı hassas bir konu olduğundan Allahü Teala Rasülü Ekrem’e bu konuda kelam etmeye müsaade vermemiştir. Şüphesiz beden gibi ruhda mahlûk cümlesinden, yani yaratılmıştır. Ancak hayvanların ruhları gerek melek, gerek cin ve gerekse insanların ruhları gibi değildir. Üstelik insana anne karnında daha 120 günlük iken ruh üflenir, dünyadan ayrılacağımız zamanda herne kader ruh bedenimizden çıksa da tam olarak irtibatını kesemez. Bu yüzden kabirlerinde yatan meftalara selam verildiğinde aleykümselâm diye karşılık verirler, ya da ayak seslerimizi işitmeleri ruhun bir şekilde bedenle bağının olduğunun göstergesi olsa gerek. Kıyamet gününde dirildiğimizde ruh sonsuza kadar beden kafesinden ayrılmayacak ve ebedileşecek elbet.
Bir kimsenin kaderini bilmesi lazım ve şart değildir. Çünkü o kendisinden saklanan kaderden değil, kendisine bildirilen emirlerden sorumludur. Bu yüzden kaderi bilmek değil, iman etmek farzdır.
Kendisine ilahi davet ve ilim gelmeyen kimseler mesul değildir. Çocuk iken yaptıklarımızdan sorumlu değiliz. İnsan buluğa erdikten sonra melekler sevap-günah kayıt işlemlerine başlayıp levh-i mahfuz’a yazılmış kaderi bilmezler, en sonunda Meleklerin yazdıkları Allahü Teala’nın Levh-i Mahfuzda yazdıklarıyla aynı çıkar. İşte buna Kader-i ilahi yani kader sırrı denir. Bu kader-i ilahi cennette anlaşılacaktır. Bizler sadece yaşadığımız kısmını biliyoruz. Ötesini bilemiyoruz. Ancak Allah: Bana dua edin, dualarınıza karşılık vereyim (Cafir 60) buyuruyor. Dua münacaattır, hakeza bir sıkıntıdan kurtulmak için yapılır.
Efendimiz (s.a.v);
Kaderi ancak dua engeller. Ömrü ancak iyilikler artırır. Kul işlediği günahlar yüzünden rızkından mahrum kalır (Hakim).
Şüphesiz sadaka Rabbin gazabını söndürür ve kötü ölümü engeller (Tirmizi)
Rızkının genişlemesini, ömrünün uzamasını isteyen kimse akraba hukukunu korusun (Buhari) buyurmuşlardır.
Rabbül Âlemin buyurdu ki;
Rasulum de ki: Ben Allah’ın dilediğinden başka kendime her hangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip değilim (A’raf/188).
KADER ÇEŞİDİ
Bir tür kader vardır ki; o kati hükme bağlanmış dua ve himmetle iptal edilemez. Nitekim rızk, evlilik ve ecelde olduğu gibidir. İster haram isterse helal yoldan insanın gıdalandığı her şey rızktır. Dolayısıyla rızk vardır, haktır ve beşeriyete Allah’ın ezeli takdiri üzerine pay edilir. Rızk farklılıkların olması imtihan ve kulu sınama içindir. Zira Allah merhamet sahibidir, kâfirlere bile bu rızk nimetinden verilir.
Kaderin bir türü de var ki, bazı sebeplere bağlanmış. Ki buna kaza-i muallâk da denir, hatta dua, himmet ve sadaka da bu kapsama girer. Mesela çocuk sahibi olmak isteyen önce evlenip cinsel ilişkiye girmeli, nasipte varsa erkek-kız hangisi olacaksa ona razı olmalıdır. Hiç çocukda olmayabilir veya geç olabilir, bütün bunlar kader konusudur.
Kulun başına ya iyilik, ya kötülük, ya sıhhat, ya da hastalık gelebilir. Elbette hastalık kaderdir, ama tedavi olmak da kader. Acıkmak kader, ama rızık aramakda kader, günahlarda kader ama sakınmakda kader. Efendimize sordular:
—Ya Rasulullah! Biz hasta olunca ilaç alıyoruz, şifa için okunuyoruz, bunlar Allah’ın
kaderine mani olur, bize bir fayda verir mi?
Efendimiz(s.a.v):
—Onlarda Allah’ın kaderindendir (Tirmizi) buyurdu.
Rasululah (s.a.v): Sana fayda verecek şeyin peşine düş ve ulaşmak için Allah’tan yardım iste, sakın acizlik gösterme, Başına bir durum gelince: Keşke şöyle yapsaydım şöyle olurdu deme. Fakat: Bu Allah’ın takdiridir, O dilediğini yapar de. Çünkü keşke türü hayıflanmalar şeytana kapı açar, söyleyeni zarara sokar (Müslim).
Rasulüllah; Bir kötülük işlediğin zaman hemen ardından bir iyilik yapki o temizlensin (Tirmizi).
Hz. Ömer Şam’a yola çıktığında sınırda Ebu Ubeyde b. Cerrah karşıladı:
—Ya Ömer! Şamda ciddi bir veba hastalığı var dedi. Bunun üzerine Halife Ömer derhal
arkadaşlarıyla istişare edip geri dönmeye karar verdi. Bu durum Şam Valisinin taaccübüne giderek;
—Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?
Hz. Ömer (r.anh):
—Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine rücu ediyorum dedi. İlaveten:
—Senin bir grup deven olsaydı, bir tarafı otlu, diğer tarafı çorak olan bir derenin hangi tarafında otlatırdın? Eğer meralı yerden otlatırsan develerin doyurmuş olup Allah’ın kaderiylegütmüş olursun, çorak tarafa yönlendirsen develerini aç bırakır yine Allahın takdiriyle gütmüş olursun. İkisi de kader, fakat sonuçları farklı.
Tam bu soru cevaplı konuşmalar bitmek üzere iken Abdurrahman b. Avf yanlarına geldi dedi ki:
—Ben Allah Rasulünden; Bir yerde veba hastalığının bulunduğunu işittiğinizde oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde veba görülünce de oradan kaçarak başka yere çıkmayın sözünü duydum. Bu hadis-i şerif işitince Halife Hz. Ömer (r.anh) Allah’a hamd ederek Medine yoluna koyuldu.
YARATMAK AYRI FİİLİ İŞLEMEK AYRI
Allah hayrı yaratır, ama şerri yaratmaz demek yanlış, kötülüğü işlemek ayrı şey, yaratma başkadır. İyi kötü bize göredir. Evet! Allah dilese idi herkes imana gelirdi, ancak herkesin hidayete gelmesini irade etmemiş, imtihan gereğidir çünkü. Allah güç ve takat vermese kul ne hayır ne de şer işleyebilir, kul için eylem vardır ama fiilin yaratıcısı değildir, yani yapıcısıdır. İnsanda cüzi irade verilerek birçok şeylerle desteklenmiş, hatta gerek peygamber, gerek melek gerek kitap ve gerekse akıl ile hayra giden yol gösterilmiştir. Anlaşılan odur ki Allah’ın fiili ile kul’un fiili aynı şeyler değildir. Yine Fiili yaratmak başka fiili işlemek başkadır. Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak kaderdir. Çünkü kaza ve kader Allah’ın ezeldeki sıfatlarıdır. Kader-i ilahi gereği hayırlı işlerde Allah hoşnut olur, kötü eylemlerde Rabbül Âleminin dilemesi vardır, ama kesinlikle kötülüğe rızalığı yoktur.
Allah bazılarına ikram eder, sever, seçer ve hidayet verir, tercih O’nundur, bazılarından da ilahi yardımı keser, kulların kalbini bağlar, kalbi mühürler ya da şeytanla baş başa bırakır, bu durum adaletin gereğidir. Dahası Kader-i ilahiye imtihan sırrıdır, o alanda bize laf düşmez, hiç kimse otoriter değil de.
Kader konusunda Cebriye akımı kula tercih hakkı tanımaz. Kaderiye akımı da bunun tam tersi Allah kuluna karışmaz der. Ehlisünnet ekolü ise hem kaderi hem de ilahi takdiri esas alır, Allah kulun tercihine göre fiillerini yaratır der. Zira böyle olmasaydı cebir olurdu, yani kâfir zorla inkâr etmiş olurdu ki; Allah zulümden münezzehtir, hiçbir kuluna zulmetmez. Allah; Sizin hayır gördüğünüz şeylere şer, şer gördüğünüz şeylerde hayır olabilir. İşin aslını ve hayırlısını siz bilemezsiniz (Bakara,216) buyuruyor çünkü.
İnanan insan rızık endişesi taşımaz, sabreder, yine iyilikleri kendinden bilmez ümit ve korku halinde yol çizer kendine, günah işleyene lanet okumadığı gibi, hak yola çağırır nasiplensin diye.
ÜÇ KANUN
Allah’ın üç kanunu var: Birincisi Ata kanunu, ikincisi Kaza kanunu, üçüncüsü de Kader kanunudur. Ata; kazayı, kaza da kader kanununu bozabilir. Bazen uhrevi cezalar Allah’ın Ata kanunuyla iptal edilebilir, böylece kaza’nın bozulmasıyla da kaderde otomotikmen değişikliğe uğramış olur.
Bir sufi kayıtsız şartsız teslim olduğu, önder bildiği bir zata öyle bağlanır ki zaman içerisinde muhabbeti doruğa ulaşır ve keşfi açılır. Bir gün bir sofi merak eder kendi kendine der ki:
—Bir bakayım Mürşidimin maneviyattaki makamı ne, baktığında ne görsün muhabbet beslediği mürşidi şaki yazılmış. Bu yazıyı gördükten sonra artık mürşidi ile ilgilenmez ve bu durumu mürşidinin gözünden kaçmaz. Bu sefer mürşidi merak eder:
—Oğul sana ne oldu, eskisi gibi değilsin?
Cevap verir:
—Maneviyattaki makamına baktım şaki yazılı ondan dedi.
O Zat der ki:
—Bak evladım, Sen o yazıyı daha yeni görüyorsun, ben ise yedi senedir o yazıyı gördüğüm halde zerre miskal Allah’a itaat etmekten geri durmadım ve ümidimi kesmedim buyurarak anlamlı mesaj vermiş oldu.
Velhasıl; Allah dilerse Ata kanununda yazılan Şaki’yi Mutiye çevirebilir. Nitekim Yunus; bunun için kahrında hoş lütfunda hoş demiş.
Vesselam.