ALLAH İÇİN YOL GÖSTERENLER
ALPEREN GÜRBÜZER
Allah için yol gösterenler, enbiya, evliya ve ulemadır. Ebubekir-i Verrak (K.S.), şöyle buyurur:
”İnsanlar üç kısımdır: 1- Alimler (İlmi ile amil olan alimler)
2- Dervişler (İrşada talip olanlar)
3- Emirler (İdareciler)”. Malum, alimler ve emirler bozulunca milletin taatı bozulur. Sofiler (dervişler) bozulursa, milletin ahlakı bozulur.
Yol göstericilerden enbiyanın hayatına baktığımızda karşımıza irşad çıkıyor: ”Biz muhakkak Nuh isminde bir peygamberi kendi kavmine irşad için gönderdik.” hükmü bunun ispatıdır. Hangi peygamberin kıssasını açarsak açalım, ”irşad” olayına şahit oluyoruz. Enbiyalar, insanlara mürşitlik yapmışlar, peygamberlerin esas vasfı, irşad yapmaktır. Günümüzde sanılıyor ki, yalnız tebligat; şeriat-ı Muhammediye’dir. Oysa, ”alimler peygamberlerin varisleridir” hükmüne göre, alim irşad sahibi olmakla görevlidir. Hud (A.S.) gibi daire çizilmiyorsa tebligat yapılıyor, irşad söz konusu değil. Asıl tebliğ irşad etmektir.
Enbiyaya varis olmak ancak hem zahiri ilme, hem de batıni ilme sahip olmakla mümkün. Bir insanda ilim-i zahiri olup, ilim-i batıni yoksa varis olamaz. Veyahut ilim-i batıni olup da, ilim-i zahiri yoksa, yine varis olamaz. Mutlaka ikisi bir arada olması lazım ki varis olsun.
Mürşid-i Kamiller, hem zahiri ilmi, hem de batıni ilmi bitirmiş zatlardır. Sarf, nahiv, fıkıh, kelam, hadis v.s. gibi şeriatin 12 ilmini bitirip, icazet almak zahiri ilmi bitirmek demektir. Bir Mürşid-i Kamil’in kontrolu altında, manen terbiye almak ve tasavvufdaki bütün manevi mertebelerden aşarak seyri süluku bitirmede batıni ilme haiz olmak demektir. Allah dostları, ilme çok önem vermişlerdir. Her zaman, ilim olan yerde bereket olduğunu vurgulamışlardır. Seyda (K.S.); ”Bir ilim talebesini binlerce sofiye değişmem” demekle meselenin ehemmiyetine işaret etmiştir. Malımızı, mülkümüzü, herşeyimizi ilme toz etmeliyiz. fıkıhsız bir yere varılmaz. Önce şeriat (İslami kaideler ve kurallar), sonra tarikat (İslam’ın tatbiki ve uygulama yolu) ve daha sonra hakikat olmalıdır. İbn-i Abidin şöyle buyurur: ”İlimden maksat Allah’a ulaşmaktır.”
Hakk’a götüren, irşad ilmidir. İmam-ı Gazali bile tasavvufa meylettikten sonra ”Ömrümü boşa zayetmişim” diye kendi kendine eseflenmiştir.
Tasavvuf Yolu Yolların En İyisidir
Ve İmam-ı Gazali bu yolu şöyle övmüştür: ”Şüphe götürmeyecek surette anladım ki, mutasavvıflar, Allah yolunu tutan kimselerdir. Onların gidişi, gidişlerin en iyisidir. Yolları, yolların en doğrusudur. Ahlakları, ahlakların en temizidir. Onların dışlarındaki ve içlerindeki bütün hareketleri ve durgunlukları, hep nübuvvet kandilinin ışığından alınmıştır” buyurur. Süfyan b. Üveyne, ”İlimsiz amel hıristiyanların, amelsiz ilim de Yahudilerin yoludur” diyor. Ve ilave ediyor: ”Kim ilmiyle amel etmezse Yahudilere, kim şeriatsiz amel ederse kendisi hiristiyanlara benzemiştir.” Evet, ilim amelle renklenince, kuvvet bulur. Amel olmadan yapılan ilim boşa kürek sallamak gibidir. Aliyyül Havvas şöyle der: ”İlim talibi, bir mürşide bağlanmadıkça kemala ermez. Çünkü ilim ona, hakikatlere perde olacaktır. İlimsiz amel davasında bulunan sofiler de hüsrandadır. Çünkü yanlış ameli doğru yapıyorum diyecek…” Alimin aldanması ilminin neticesidir. Oysa, faydalı ilim bildiği ile amel etmektir. İlmi gözardı edip, sırf amel davasında bulunmak da yanlış. Hz. İsa (A.S.)’nın, ”Ben ahmağı, kele, köre, topala, kötürüme ismi azam okurdum, onlar dirilirdi. Ama cahile bir ismi azam okusam fayda vermez, dirilmez” buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir. Hem ilim, hem de amel birarada bulunması lazımdır. Resulullah (S.A.V.), ”Ya Rab! Faydasız ilimden sana sığınırım” (Müslim, Zikir, 73) tarzında dua etmiştir. Yine Habibi Ekrem (S.A.V.)’in ”Nefsini bilen Rabbini bilir” (Keşful Hafa, El Acluni 2/262) hadisi şerifiyle de amele işaret etmiştir.
Allah’tan gayri herşey, masivadır. Müminler, Peygamberleri, Evliyayı ve Kabe’yi, Allah’ın (C.C.) sevgisine kapı ve vesile kıldığı gibi mürşidi de feyze oluk kılar. S. Abdulhakim el Hüseyni (K.S.)’i ”Yol tamamlanıncaya kadar bir kamilin işareti ile gitmek en kolay ve en tehlikesiz yoldur” buyuruyor. Ashab, Peygamberimizi (S.A.V.) görüp, O’nu Allah’a ulaştıran bir vesile olarak addedip, faydalandı. Ebu Talib’in üzerine de Peygamber gölgesi düştü ama, kendi iradesiyle teslim olmadığı için yararlanamadı. Allah Resulü’ne (S.A.V.) teslimiyetle Ebubekir Sıddık (R.A.), rikkat ve merhametin doruğuna ulaştı. Hz. Ömer (R.A.) teslimiyetle, heybet ve adalet timsali oldu. Hz. Osman Zinnuranhy, haya ve edeb mümessili sahibi ve örneği idi. Hz. Ali (K.V.) ise teslimiyeti ile hikmet ve akıl karakteri kazandı. Peygamber gölgesi her birinde ayrı ağırlıkta karakterler ortaya çıkardı. Kur’an da, insanlar arasında, ilim farkı, güç farkı, zeka ve akıl farkı olduğunu beyan buyurur. Farkların üstünlük olmadığını, üstünlüğün ancak ve ancak takvada olduğunu da belirtir.
Veliler Peygamber Varisleridir
Geçmiş asırlarda herbirinde ne kadar peygamber bulunduysa, şimdi de her asırda onlar kadar veli vardır. Son velinin gelişi evrensel dirilişin işaret olacaktır. Mehdi (A.R.)’nin vefatına kadar her asırda Resulullah’ın (S.A.V.) varisi: 1- Kutuplar kutbu (Kutbul aktab)
2- Gavs-ül Azam,
3- Sırrı Hilafet
4- Üçler
5- Yediler
6- Kırklar v.s. vardır.
Zira kamil mürşidler her asırda en az beş on tane bulunur. Ahmet bin Hanbel’den aktarılan hadisi şerifde: ”Her asırda beni temsilen bir, Hz. İsa’yı temsilen üç, Hz. Musa’yı temsilen yedi, Hz. İbrahim’i temsilen kırk, dostlarım vardır. Onlar insanların efendileridir” buyuruyor. Allah Resulü (S.A.V.) darülbekaya intikal olunca, hayattayken kendisinden toplanan üç vazife taksim edildi. Birinci vazife ilim adamlarına, ikincisi evliyaya, üçüncüsü hakimlere ve devlet adamlarına intikal etmiştir. Malum, Peygamberimiz (S.A.V.) üç görevi şahsında toplamıştı:
1- Devlet yetkisi,
2- Din ve ilim yetkisi,
3- Ruh önderliği yetkisi.
Allah (C.C.) Davud (A.S.)’a Kur’an da hem nübuvveti hem de hilafet beraberce verdiğini işaret etmiştir.
Resulullah (S.A.V.) ruh önderliği yetkisini, terbiye yoluyla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye göstermiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi peygamber sevgisi Allah’ın sevgisine kapıdır. Evliya sevgisi de peygamber sevgisine kapıdır. Sahabe-i Kiram, peygambere olan sevgileri sayesinde her birinde ayrı meziyetler meydana gelmiş ve gökteki yıldızlar gibi olmuşlardır. Peygamberimiz (S.A.V.): ”Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız felah bulursunuz” demiştir. Yine Allah Resulu (S.A.V.), ”Benim ümmetimin alimleri, Ben-i İsrail peygamberleri gibidir” buyurarak, kendisinin açmış olduğu çığırı Ashab’la devam ettirmiş, Ashab’dan sonra bayrağı Tabiin, Tabiinden sonra da Alimlerin yürüteceğinin işaretini vermiştir. Dini bakımdan hilafet Peygamber (S.A.V.)’den sonra ”Ehlullah” tır. Tasavvuf zevkini ve ahlakını yaşayan halife olabilir. Dünyevi liderlik (halifelik) liyakat ve kabiliyet esasına göre ister cumhuri yoldan veya isterse başka yollardan tayin edilsin, fakat manevi yoldan atanması sözkonusu olamaz. Peygamberden sonra:
1- Hilafeti manevi,
2- Hilafeti zahiri görülmüştür. Hilafeti manevi, manevi kanaldan devam edegelmiş, hilafeti zahiri ise zaman zaman insanlar tarafından seçilmiş ve bazen kesintiye uğramış saltanat şeklini almış halde vuku bulmuştur.