BİLGİ ÇAĞI VE BİLGİNİN GELECEĞİ
ALPEREN GÜRBÜZER
Balçık ve ilahi ruhun birleşimiyle yaratılan insana Allah (C.C.), isimlerini öğreterek bilgi sahibi kılmıştır. İşte, insanın diğer yaratıklardan üstün olan yönü bilgili olmasıdır.
Yatırım yapmak, teknolojik inkişafta bulunmak, sanayii hamlesine katkıda bulunmak ve bilgi çağının gereklerini yerine getirmek güzel olgu olsa gerek. Fakat, bütün bu gayretlere rağmen insan faktörü hiçe sayılıyorsa, bilgi bir anlam ifade etmez. Çünkü, herşeyin özünde insan gerçeği var. Hareket noktası olarak insanı esas almayan tüm ideolojik akımları, bilgi çağına adapte olsalarda insanlığa taze bir soluk kazandıramazlar.
‘’Gelecek Şoku, Üçüncü Dalga ve Yeni Güçler Yeni Şoklar’’ adlı eseriyle adını duyuran Alvın Toffler, insanlığın geldiği noktayı üç boyutta özetleyerek; birinci dalganın tarım, ikincisinin sanayi çağı ve üçüncüsünün de günümüzde hakim olan bilgi dalgası olduğunu vurgulamıştır. Gerçekten de bilgi, çağımıza etkili dalga olarak konumunu koruyor. Ancak bilgi çağında, bilgi üreten elektronik ve bilgisayarlarla insanlığa katkıda bulunulurken, bu arada galiba insani değerleri de unutuyoruz. Eğer insan faktörünü ihmal ediyorsak, o zaman bilgi dediğimiz etkili silah bir kıymet ifade etmeyeceği gibi, gelecekte ruhsuz kitleler denilen problemlerle karşılaşacağız demektir. Bilgi çağında subjektif değerler de önemli çünkü. Kültürel aşılar zihinlere şırınga edilmeli ki, insanlık ab-û hayat bulabilsin….
İdeolojilerin ömrü uzun sürmediği bir vaka. Her sistemin hakimiyet süresi 10-15 yılı geçmiyor, geçse de eninde sonunda yıkılması kaçınılmaz oluyor. Bu durumu Daniel Bell 1960’da yayınlanan; ‘’İdeolojinin Sonu’’ adlı eserin de teyid ediyor. Yşanan tarihi süreç de bu tespiti doğruluyor zaten. Örnek mi? İşte Faşizm, Nazizm ve Komünizmin tarihin çöplüklerine gömülmelerinde olduğu gibi..
İdeolojiler saltanatlarının yıkılıp, hakimiyet dönemlerini yitirdikten sonra, eski tüfekler şaşkına döndüler adeta. Çünkü tarihin harabelerine karışıyorlardı, elbette şok yaşayacaklardı. Gerçektende ideolojilerin iflası ile birlikte etkisini yitirerek yerini, bilgi unsuruna terketmeleri onlar için pek de kolay olmadı. Bugün gelinen noktada bilgi çağının gereği olarak serbest piyasa modelinden bahsedilmesi, sivil toplum olgusuna vurgu yapılması, katılımcı demokratik anlayışların kitlelerce kabülü hızla ideolojik kimlikten çıkılıp yerini bilgiye terketmesinden kaynaklandığının işaretleridir. K.Marx’ın hararetle öne sürdüğü; kapitalizmin son aşamasının komünizmi doğuracağı kehaneti bilgiyle son bulmuştur artık. Kapıtalizm de komünizmin başına gelen alınyazısından nasibini alacaktır elbet. Dedik ya hiç bir ideoloji uzun ömürlü olamıyor. Çünkü bütün izmler, Cemil Meriç’in ifadelerinden yerini bulan; ‘’idrakimize giydirilen deli gömlekleridir.’’ Herbir ideoliji ekonomik çağının ortaya çıkardığı ve konjonktürel şartların tetiklediği ürünlerdi. Eninde sonunda kapitalizm de bu akıbetten nasibini alacaktır elbet. Zaten Fukuyama, sosyalizmin çökmesiyle kapitalizmin tarihin sonu olduğu tezini ileri sürerek bu gerçeği birkez daha yeniden hatırlatmıştır. İnsanlığı nizâma ulaştıran ‘izm’ler değil, bilgi ve onun şekli olarak addedilen teknolojidir artık. Materyalist öğretiler bayatlayıp yerini bilgiye terketmesi, bilgi çağının en büyük hadisesidir. Bilgiye yönelik akademik çalışmaların hızla çoğalması, sanayi ve ticari alanın geniş yelpazede yapılanması sonucu ideolojilerin iskeletten başka bir mana taşımadığını, yani fosilleştiğinin ispatıdır.
Bilgi üretimi, sanayi ve teknolojide yükseliş meydana getirebileceği gibi, sosyal tabanlı militarist eğilimleri de bertaraf edeceği muhakkak. Bilgi çağında düşünen, bilgisayar kullanabilen ve zihni disipline ulaşabilmiş insana ihtiyaç vardır herzaman. Tarım toplumunda geleneksel değerlerle yoğrulmuş, ama bilgiden bihaber insanların bilgi çağında ülkesine verebileceği pek birşey yoktur. Aynı şekilde bilgiyle donatılmış bir insanın, bilgi çağında mekanikleşmeden, insan ruhunun susuzluğunu giderecek geleneksel değerlere de ihtiyacın hergeçen gün artacağınıda unutmamak gerekiyor.. Dolayısıyla bilimi üretenler bilim tanklarının içini manaviyatla beslemedikçe kimlik bunalımı gibi derin krizlerin doğmasına sebep olacaklardır. Bilimin, tabir caizse, kuluçka makinası maneviyat ve aşk olmalıdır. Romantizmini yitiren batı insanının düştüğü girdaba düşmemek için, bir elde bilgisayar, diğer elde İslam’ın engin ruhu ile çağlara ferman okumalı. Vahyin soluğu, insanı makinaya köle yapmadan, bilgiyi en güzel manada insanlığın hizmetine sunacaktır elbet. Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan’dan yoksun toplumlar, maalesef bilgi çağinın araç ve gereçlerinin esiri durumuna düşerek adeta robotlaşmaktadırlar. Maneviyattan bihaber toplumlar yaşadıkları anla ilgileri yoktur. Soluk soluğa hayatlarını idame eden ruhsuz kitleler, stresin kucağında intihar etmekte ya da patlamaya hazır bomba misali asabi topluluklar oluşturmaktadırlar. O halde, bilgi ve bilgiyi üreten elektronik ve bilgisayarların yanına geleneksel değerlerimizi de ilave etmeli ki, kitleler ‘hayırhah topluluklar’ olabilsinler. Bilim ordusunu hem madden hem de manevi bakımdan techiz etmeli.
Bilgi çağında insan makinanın diliyle konuşabildiği gibi, ruhunun sesine de kulak verebilmeli. Nobel ödülü sahibi ünlü Fizikçi Pakistanlı Abdus Salam, bir konferansta şöyle der; ‘’Umarım sizi bugünün şartlarında, birinci sınıf bir bilim olmadan teknoloji olmayacağına inandırabildim. Bazılarımız sanırım teknolojinin tarafsız olduğuna bilimin ise değer yüklü olduğuna inanırız. Çağdaş bilimin akılcılığa götürdüğüne hatta dini inkâra götürdüğüne (…) inananlarımız vardır.’’ (Abdussalam, Bilim Aktarımı ve Teknoloji Aktarımı, Fizik Mühendisliği, Cilt.3. Sayı 28 Mart 1984).
Sözlerinden anlaşıldığı gibi, ünlü fizikçi bilimsiz teknolojinin olamayacağını aynı zamanda bilimin değer yüklü ve dini ünsiyetli olması gerektiğine işaret ederek, son noktayı şöyle bağlar:
‘’Çağdaş fiziğin hiçbir buluşu Kur’an’a ters düşmemektedir’’ (Abdus Salam, idealler ve Gerçekler, Sayfa 40,1992).
Bilgi çağına giden yolu iyi keşfedip, ilmi esas alan, iyi yetişmiş ‘bilim-teknokrak kadroları’ dizayn ederek, doruklara ulaşabiliriz pekala. Sovyetler’in birzamanlar demirperde güç olarak ortaya çıkması Deli Petro’nun kurduğu bilim akedemilerinin ve oluşturduğu bilim ordularının etkisi sayesindedir. Ancak 1957 yılında Sovyetler Sputnik’i uzaya atmasıyla birlikte ikinci dünya savaşı sonrası sanayi çağına veda etmiştir. Demek ki, bilgi çağına ulaşmada bilim akademilerinin yanısıra, bilim kadrolarının da(bilim ordusu) yetişmesi mühim bir olaydır. Türkiye diğer ülkelere kıyasla üniversite sayısı bakımdan düşük rakamlarda kalması ve bilim kadrosu bakımdan da düşük seviyelerde tutmakla bilgi çağına ulaşması hayaldir. Pasifik kuşağı ülkelere nisbeten durumumuza baktığımızda içler acısı tabloyla karşılaşırız.. Onun için bir an evvel bilim ordumuzu kurmalıyız.
Bugün G.Kore’de 256 üniversite ve 21 araştırma enstitüsü var. Maalesef dünyaya bilgiye katkı bakımdan sıralamada 36’ıncı sırada bulunmamız talihsizliğin ötesinde ihmal edilmişliğimizin hazin göstergesidir. Biz ki, medeniyet aşılayan millettik ve bilim dağıtan cihanşümûl devlet idik. Ne oldu da bilim aşılayan halden bilim alma noktasına geldik? Malum Yunan kaynaklarını Süryani çeviriciler Arapça’ya çevirmiş ve bu çevirme sayesinde Grek kültürü ile İslâm senteze kavuşarak bilimin ortaçağda meyve vermesi sağlanmıştır. Zaten İslâmiyet; ‘’İlim Çin’de dahi olsa alınız’’ diyordu. Onun için senteze karşı çıkmamalı. İslâm’a ters düşmeyen her şey kabülümüzdür. Nitekim, Sabit İbn Kurra ve Rabbi bin Ezra gibi çeviricilerin iklimimize taşıdığı bilgi ve kültür kaynakları Arapça’dan Batı dillerine aktarılmasıyla birlikte batı, rönesansın temellerini atmıştır. Yani Rönesansını kurmada batıya doğu rehberlik etmiştir. Eğer bilim ve kültür hazinelerini batı kendi dillerine aktarmasalardı bugün batı medeniyetinden sözedemeyecektik belkide. George Sharton haklı olarak; ‘’İslâm olmasaydı Rönesans gerçekleşmezdi’’ diyerek bir gerçeği haykırmaktadır.
Bilgi aktarımından korkmamalı, ilim nerede olursa olsun talib olmalı.
Bilgi taşıyıcılığı için Tayvan, ABD’ye öğrenci göndermiş ve bugün otuzbin civarında ümit kaleleri mevcut oralarda, G.Kore’nin ise yetişmiş 250 bin bilim adamı ve mühendisi ABD’de araştırma çalışmalarına devam etmektedirler. Bu kadrolar hem bilgi çağına katkıda bulunuyorlar hem de ülkelerine döndüğünde teknolojik gelişmeyi sağlamaktadırlar. Bir zamanlar ülkemizde, dışarıya bilgi aktarımı için öğrenci göndermek yadırganmış ve hatta ‘batılılaşma’ gibi ithamlarda bulunularak tezyif edilmiştir. Oysa bilim için seferber olacak ‘bilim orduları’nın oralarda bulunmasında sayısız faydaları olacağı gibi, Türkiye’ye döndüklerinde bilgi teknolojisinin gelişmesinde ve diğer dallarda itici güç olacağı muhakkak. Milli Şef dönemi ve 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 şubat gibi ihtilal dönemlerinin meydana getirdiği olumsuzluklar artık gerilerde kalsa da, bugün hâlâ bilgi entegrasyonunu sağlayacak öğrenci sayısı bakımdan yurt dışında istenilen seviyelere çıkamamıştır. Akademik formasyonunu tamamlamış ilim adamlarımıza gerekli imkân ve fırsatları temin etmede yavaş davranmamız,YÖK’ün yanlış uygulamaları bilgi çağına ulaşmada bizi sekteye uğratıyor maalesef. Modern çağın en üst seviyesine gelebilmek için mutlaka bilim ordusu kurmak zaruridir.
Bilgi çağı için bilgi şart…