DUA
ALPEREN GÜRBÜZER
Gavs-ı Bilvanisi (k.s) anlatıyor;
Bir ağa dokuz on günlük mesafedeki bir şeyhi ziyaret eder ve dua ister.
Şeyh der ki:
—Allah canını alsın, tez canın alsın ki çabuk nail olup gidesin.
Tabii ağa şaşırıp, taaccübüne gider ve der ki:
—Duanızı almak için geldim, oysa sen bana beddua ediyorsun, bu nasıl iştir?
Şeyh:
—Senin dünyada fazla kalıp günahını çoğaltıp perişan olmanı istemediğinden dolayı sana bu şekilde dua da bulundum, bu dünyada kalmandan çok gitmen daha evladır diye anlamlı bir mesaj verir.
İnsanoğlunun Allah’a itaat etmeden dua etmesi aslında kendi kendine zulümdür. Çünkü Rabbimiz; “Nefsini bilen Rabbi’ni bilir” buyuruyor. İnsanın Allah’a itaat etmeme isteği zulümlerin en şiddetlisidir; bu tür zulüm kendi kendine yapılan zulüm kapsamına girdiğinden dua edilse de karşılık bulmaz. Zira Allah-ü Teala; “Zalimlere nusret, yardımcı yoktur” (Bakara:270) diye beyan buyurmakta.
Hazret Muhammed Diyauddin (k.s); “Kendinde zerre miskal nefis olan Allah’tan uzaktır” der. Nitekim Firavun nefsine uyup, Rablık davasında bulununca mahvoldu, gerçi son nefesinde durum vaziyeti anladı ama neye yarar ki. Madem öyle nefsi nefse bırakmamalı, onu önce ıslah etme cihetine gidip nefsimizden Allah’a sığınmalı, sonra bağışlanmamızı talep etmeli.
Her şeyde adap söz konusu olduğu gibi dua içinde usul erdem şarttır. Şöyle ki; Dua adabı gereği kıbleye karşı koltuk atlarımızın beyazı görününceye kadar kaldırmak gerekir. Namaz için mihrap ne ise dua içinde kıble gökyüzüdür. Ancak Allah’ın gökyüzü cihetinde olduğu hayal edilmemelidir, şüphesiz O (c.c); her yerde hazır ve nazırdır.
Dört kısım dua vardır:
— Rağbet duası; dilek ve istek duası olup cenneti istemek gibi talepleri içerir. Ve bu tür duada eller gökyüzüne açılır.
—Rahbet duası; korku ve istenmeyen bir şey için yapılan dua olup cehennemden kurtulmak gibi yalvarmaları kapsar. Bu durumda akşam ve sabah namazının ardından; ‘Allahümme ecirna minen nar’ (Allah’ım bizi cehennem azabından koru) deyip eller ters çevrilir.
— Gizli dua; kalbi dua olup bu duada el kaldırmak yok. Nasıl olsun ki, el kaldırmak ilan demektir. Pekâlâ, insan yürürken, konuşurken, otururken ellerini açmadan kalben de yakarış yapabilir. Zira O insana şah damarından daha yakındır.
—Niyaz duası; tevazu duası olup, asla Allah’tan cennet dileme veya tam tersi cehennem korkusunun giderilmesine yönelik istekte bulunmak uygun değildir. Hani Yunus der ya; ‘Bana seni gerek, seni..’ dediği yalvarış ve yakarış talebi bu nevidendir.
Malum teşehhüt esnasında okunan sallibarikler de duadır. Teşbihte niçin özellikle İbrahim (a.s) zikredilir sualine âlimler cevaben;
Miraçta bizatihi Peygamberimize İbrahim (a.s); “Benden ümmetine selam götür” denmiştir. Üstelik Allah’a inananlara Müslüman etiketini önceden veren İbrahim (a.s)’dır. Allah-ü Teala; “Önceden size Müslüman adını veren o dur” buyurmuştur çünkü. Yani Hz. İbrahim (a.s);
—Ya Rabbi! Bizi sana inanan iki Müslüman yap zürriyetinden de sana inanan Müslüman bir ümmet halk eyle demiştir. Dolayısıyla Arap kavmi onun ve oğlu İsmail’in zürriyetindendir.
Hiç kuşkusuz Hz. İbrahim (a.s)’ın diğer peygamberlerin yanında apayrı ayrıcalığı var. Namazın teşehhüt bölümlerinde okunan salâvatlardan maksat, Allah’ın Peygamberimizi Halil’i (En yakın dost) kabul etmesidir. Ayrıca Hz. İbrahim’in (a.s) sair Peygamberler arasında özel bir konumda yer almasıdır. Bir başka ifadeyle teşbihten maksat İbrahim’e (a.s) salâvat eylediğin gibi ondan daha efdal Muhammed’e de salâvat eyle demektir. Zaten Kur’an da geçen; “Babanız İbrahim’in dinine..” diye başlayan ayeti kerimeler bu durumu teyit ediyor. Böylece Allah-ü Teala; “İbrahim’in dosdoğru dinine tabii olmalısın” beyanıyla ona uymamızı emrediyor.
Allah Resulü; “Bana kim bir salâvat getirirse o kimseye Allah on salâvat getirir ve kendisinden on günah siler. Onun on derecesini yükseltir” buyuruyor.
Huzura kabul dua ile mümkün. İçten yakarış, haykırış lütufla dönüşü sağlar. Dua o kadar mühim ki; Hz. Ömer Hac vazifesi için Allah Resulünden izin istediğinde,
Allah Resulü;
—Kardeşim bizi de duana ortak et buyurmuştur. Hz. Ömer (r.anh) bu durumda adeta çocuklar gibi şen kaldığını şu sözlerle ifade eder:
—O gün dünyalar benim olsa bu kadar sevinmezdim.
Dua ve himmet eğitimi huzurda başlar, hatta İlahi dergâhta boyunlar bükülüp dilekler yankı bulur, tüm münacatlar ta arş’a kadar uzanır. Nasıl uzanmasın ki; Allah’ın Habib-i duayı ibadetin ta kendisi ilan etmiş. Zira acziyetimizi dua ile idrak ederiz. Bu yüzden dua bir bakıma zihnin gafletten yalvarış moduna geçmesidir.
Yine Allah’ın Habibi; “Allah’ı güzel isimleriyle anan kimsenin günahları denizin köpükleri kadar çok olsa bile yine affedilir” (Buhari) müjdesiyle gönüllere su serpmiş, işte bu muştu ile hücrelerimiz coşup, adeta duayla denizin dalgalarına yelken açaraktan vuslat gemisi yol alıyor ve ötelerin ötesine demir atıyoruz. Derken bu limanda dua sayesinde gönüller hoş geldin diye karşılık bulup var oluşumuzun farkına varıyoruz. Yüce Yaratana halimizi arz etmek ne güzel duygu olsa gerektir. Sığınacak, tutunacak dala yaslanmak ruhun ilacı zaten. Bu yüzden Allah dostları gece gündüz demeden bütün mahlûkata duada bulunuyor, gözyaşı döküyorlar. Onlar; “Ey Muhammed, biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya,107) ayetinden hareketle izinde yürüdüğü kılavuzun yüzü suyu hürmetine hep dua için seferber olurlar.
Allah-ü Teala; “Âdeme bütün eşyanın isimlerini öğrettiğini” bildirdiği gibi; “Biz hiçbir Peygamber göndermedik ki kendi kavminin dili ile konuşmasın” buyurmuştur. Farsçanın bir meziyeti var. Şöyle ki; Peygamberimiz (s.a.v); “Cennetliklerin dili Arapça ve Durri Farsçadır” buyuruyor. Anlaşılan; Arapçaya yakın en meşhur dil Farsçadır. Hakeza; Arapçadan başka bir dille dua etmek evlanın hilafına bir mesele olup buradaki kerahat; tenzihiye diye nitelenir. Şöyle ki bu hususu İbni Abidin; “İmamı Azam namaza başlarken zikir Farsça sahih demiş. İmameyne göre ise tekbir Arapça olmalıdır demiştir. Farsça duanın namaz içinde kerahati tahrimiye, namaz dışında ise kerahati tenzihiye ile mekruh olması ihtimalden uzak değildir. Teemmül buyrulsun ve araştırılsın” diye örnek verdiği imamların sözleriyle açıklamaya çalışır(Bkz. İbn-i Abidin cilt 2, sh.328).
Hakeza dua ederken;
—Peygamberimizin düşmanlarına dua etmenin çirkin olduğunu bilmenin gerektiğine.
—Namazda bellenmiş duaları okumak gerektiğini, namaz dışında ise hatırına gelen sözlerle
dua edildiğini ve duanın en güzeli Kur’an ve hadiste bildirilmiş olanının muteber olduğunu.
—Özellikle dua ezberlemek için çaba saf edilmeyeceğini, zira duayı ezberlemek kalbin rikkatini giderdiğini bilmekte fayda var.
Namazdan sonra dualarımızda bütün Müslümanlara duayı ihmal etmemeli. Duada sünnet olan duayı genele şamil kılmaktır. Hatta dua almak için dua etmeli. Nitekim Allah-ü Teala; “Günahın için istiğfar et. Erkek ve kadın mü’minler için dua etmezsen o namaz noksandır” buyrulmuştur.
Dua ile yüce makamlara meramımızı dile getiririz, içten gelen münacatımız karşılık
bulduğunda biliniz ki günahlarımız akan göz yaşı damlaları misali döküleceği muhakkak. Bakın bizler her hangi bir insanı iyilik olsun diye ömür boyu sırtımızda taşısak, bir kez de sırtımızdan indiriversek o insan tarafından hemen düşman ilan ediliriz. Oysa Allah-ü Teala yarattığı kullar için böyle değil, tek bir iyiliğe karşı kulunun tüm günahlarını affedebiliyor. Yani Rabbimiz; “Bana dua edin duanızı kabul edeyim” (Mümin 60) buyuruyor. Canı gönülden açılan eller boşa çevrilmez, madem öyle acelece davranıp duayı kesmemeli, neticesine razı olup sabır gerekir.
Şer’an imkânsız olan şeyleri istemek yüce makamı incitir, mesela ömür boyu hastalıktan afiyet dilemek veya cinsel ilişki kurmadan çocuk istemek bu kabildendir. Mesela Allah’tan; bana ahiretin ve dünyanın en hayırlısını istemek gibi niyazlar da öyledir. Neden derseniz gayet açık yerine getirilmesi imkân dışı talep giriyor işin içine. Bir kimse; “Ya Rabbi! Beni adam et” demesi haddi aşmak kabilden olup faydasızdır.
Abdullah bin Muğeffel oğlunun; “Yarabbi! Ben senden cennete girince sağ tarafta kalan beyaz köşkü isterim” niyazını işitince tepki gösterip;
—Bak oğlum Allah’tan cenneti iste, cehennemden de Allah’a sığın. Çünkü Ben Rasulullah’tan; “Bu ümmetin içinde abdest suyunda ve duada haddini tecavüz eden bir cemaat gelecektir” sözünü işittim diye oğlunu uyarmış ta.
Allah-ü Teala; “Rabbine yalvararak ve gizleyerek dua edin. Çünkü O mütecavizleri sevmez” buyuruyor. Dolayısıyla ömür boyunca kesintisiz afiyet (sağlık), iki dünyanın hayrını dilemek, şerlerin giderilmesini istemek veya adetten imkânsız olan gökten sofra inmesi gibi şeyler dilemek haramdır. Keza; “Ey Rabbi’miz unutur veya hata edersek bizi hesaba çekme vs.” gibi duada bulunmakta öyledir. Zira Resulü Kibriya Efendimiz; “Ümmetimden üç şey hata, unutma ve zorlanarak yaptıkları şeylerin hükmü kaldırılmıştır” buyuruyor. Bu hadisin ortaya koyduğu gerçek varken ‘ya unutur’, ‘ya hata edersek’ gibi işi yokuşa sürme gibi sözlerle iradenin dışında cereyan eden olayları irdelemek edepsizliktir.
Allah’tan bir hacetinin giderilmesi için istihare namazı kılıp ardından dua ve niyazda bulunmalı. İstihare namazının birinci rekâtında kafirun ikinci rekâtında ihlâs okunması uygundur. Derler ki rüyada beyaz ve yeşil görülürse hayır olduğuna, siyah ve kırmızı görülürse şer olduğuna delalet eder ki kaçınmak gerekir. Resulü Ekrem (s.a.v); “Birinizin başı dara düştü mü hemen iki rekât farz olmayan bir namaz kılsın sonra duasını okusun hacetini söylesin” buyuruyor.
Duaya Allah’a hamd ve Resulüne salât-selam getirerek başlayıp bitirmeli. Allah Resulü:
—Ya Enes! Başın dara geldiği zaman o hususta Rabbine yedi defa istihare yap! Sonra kalbine gelene bak! Zira hayır ondadır buyrulmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v); “Allah inanan ve iyi işler yapanların dualarını kabul eder, lütuf ve kereminden onlara daha fazlasını verir” (Şura, 26) fermanını beyan ettikten sonra şu hadisi Şerifleri de zikretti:
Allah; kullarım sana benden sorarlarsa söyle: Ben yakınım. Dua eden bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O halde onlarda bana karşılık versinler. Yeryüzünde masiyet veya sıla-i rahim koparıcı olmamak şartıyla Allah’tan talepte bulunun bir Müslüman yoktur ki, Allah ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günahı affetmek suretiyle karşılık vermesin (Tirmizi).
Acele etmediğiniz sürece her birinizin duasına karşılık verilir. Ancak şöyle diyerek acele eden var. Ben Rabbime dua ettim, duam kabul etmedi (Buhari, Müslim, Ebu Davut, Muvatta).
Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah’tan istenen şeylerden en çok sevdiği şey kendisinden afiyet istenmesidir. Dua her çeşit musibet için faydalıdır. Kazayı sadece dua çevirir. Öyle ise sizlere gerekli olan dua etmektir(Tirmizi).
İnsan eşref-i mahlûkattır. Şükretmek gerekir, taş olarak yahut hayvan ya da hiç olarak yaratılabilirdik. Allaha şükürler olsun ki; Rabbimiz bizi muhatap almış, bize de iş olarak zikrini, duayı, hizmeti ve şükrü ihsan etmiş. Mükâfat olarak da cemalini cenneti vaad etmiş. Yüce Rabbimiz öyle merhamet sahibi ki kendisine inanmayanlara bile nimet veriyor. O halde bize hayat veren Yüce Mevla sevenlerini yüzüstü bırakır mı hiç?
Nitekim Rabbimiz her gece dünya semasına nüzul buyurarak:
“Yok, mu bana dua edecek duasının kabul edeyim. Yok, mu benden isteyecek, dilediğini vereyim. Yok, mu benden afv dileyen onu afv edeyim” (Hadis).
Velhasıl; Dua koruyucu zırhtır.