Ana Sayfa » Genel » Allah’ın Hakkı Cezalar

Allah’ın Hakkı Cezalar

ALLAH’IN HAKKI CEZALAR

Hududullah derken Allah’ın hakkı olan cezalar akla gelir. Bu cezalar dövme, hapis, organ kesme, öldürme ve recm şeklinde olur. Ki; bu konular Hududu Şeriyye veya Hukuk-i İlahiye kapsamında incelenir.
Allah-ü Teâlâ; “Bunlar Allah’ın haram kıldığı şeylerdir, onlara yaklaşmayın” (Bakara/187) beyan buyurarak Hududullaha işaret eder. Haram kılınan şeyler aynı zamanda kamu hukukunu ihlal edeceğinden, Haddi zina, Haddi kazf, Haddi hamr (içki cezası), Hadd-i sekr (sarhoş) Hadd-i sirkat (hırsızlık) gibi cezaları gerektirip, tatbikinde ise Veliyyül emir veya Veliyyül emirin tayin ettiği naibi hükmünde temsilci bulunması şarttır.
Had cezası; günahlar için kefaret hükmündedir. Dolayısıyla had cezasını çeken bir insanın yüzüne karşı geçmişte bilfiil işlemiş olduğu suçları söylemek haramdır. Zaten o cezasını çekmiştir. Had uygulanan kişiye, başına, yüzüne, karnına ve cinsel organına vurulmayacağı gibi ne yere uzatılır ne de bağlanır. Sadece üzerindeki giydiği elbise çıkarılıp uyluk ve kaba etlerine vurulur.
Demek ki İslam’da had cezası icra edilirken bile rastgele uygulanmıyor, bilakis belirli kurallar çerçevesinde işleme tabi tutulur. Yani gerek ceza aletleri ve gerekse cellâdın uyması gereken kaidelere riayetle had uygulanır. Mesela cellât had kurallarına uymazsa kendisi için tam bir diyet ödeme (tazmin) cezası gerektirir.
Bir şahıs hem zina fiili işler, hem hırsızlık yapar, hem içki içerse hakkında önce içki, sonra zina, en nihayet hırsızlık cezası tatbik edilir.
Bir kimse bir şahsa iftira etse, bir şahsın kasten elini kesmiş olsa, diğer şahsı da kasten öldürse önce iftira haddi, sonra kısasa kısas eli kesilir, daha sonra da öldürülür.
Bir şahıs için hem Allah’ın hakkı cezalar, hem de şahıslara ait kul hakları birleşip bir yerde meydana gelmiş olmazsa öncelikle şahıslara ait hadler uygulanır. Şayet Hududullah’a ait cezalarla (Allah’ın hakkı) şahıslara ait haklar bir yerde birleşirse şahıs hakkı affedilse de öncelikle Allah’ın hakkı yerine getirilir. Çünkü ispatlanmış hududullah müeyyidesi asla düşürülemez.
Yine bir şahıs zinadan dolayı recm, hırsızlıktan dolayı el kesme cezasına mahkûm edilirse cinayetin velisi affetse bile ispatlanan Hakkullah düşmez. Fakat bir kimse oğlunun cariyesiyle ilişkide bulunduğu tespit edildiğinde zina haddi düşer (had gerekmez).
Anlaşılan; zina haddi ancak mülk şüphesi, akd şüphesi veya benzetme şüphesi gibi durumlarda düşebiliyor.
Bir kimse şahitsiz evlendiği kadınla ilişkide bulunursa akd şüphesi söz konusu olduğundan had gerekmez. Fakat haram olduğunu bilirse tazir gerekir.
Hakeza bir kimse üç talak ile boşadığı kadını helal zannıyla iddeti içinde ilişkide bulunursa akd şüphesi içerdiğinden had gerekmez.
Malum olduğu üzere zina haddi evli olanlar için recm, bekâr olanlar için celde (değnek) cezası şeklinde uygulanır. Cinsel organları biri birinde kaybolursa (duhul) cinsel ilişkiden sayılır, kaybolmazsa (cinsel temasla) ilişki sayılmaz. Çünkü duhul söz konusu değildir, fakat o kişi şiddetle tedip edilir.
İhsan; iffet ve masumiyeti koruma diye tanımlanır. İhsan özelliği kazanan kişi evli veya dul bir erkekse muhsan (erkek), kadınsa muhsane (kadın), bekârsa muhsan olmayan diye ad alır. İhsan sahibi olmak için aranan şart; akıl baliğ, hür, Müslüman, sahih nikâh sahibi olma gibi unsurlara haiz olmaktır.
Tarihe şöyle bir baktığımızda cahiliye döneminde zina edenler sadece hapsedilip azarlanırmış. Neyse ki İslam’ın gelmesiyle birlikte toplumu içten içe kemiren bu fiillere karşı caydırıcı cezaların hassasiyet içerisinde tatbiki sayesinde kamu düzeni sağlanabilmiştir. Dolayısıyla İslamiyet’te muhsan için recm, bekâr için celde ya da dayak gibi cezai hükümleri tatbik etmek esastır. Bunun dışında hadler ancak şüphe durumunda düşebiliyor.
Özetle zina fiiline karşı had uygulanabilmesi için;
O fili işleyenin akil baliğ olması, tehdide maruz kalmaksızın (zorlamadan) olması, ispatlanmış olması, aralarında nikâh akdi olmaması, kiralama usulü olmaması, dilsiz olmaması ve işlenen zina fiilinin dar’ül adil ülke sınırları içerisinde vuku bulması gibi bir dizi unsurların varlığının gerçekleşmesi gerekir.
Eşi olacak kadını görmeden evlenen bir kimsenin sırf ifadeye dayanarak bir başka kadınla zifafa girse benzetme şüphesi bulunduğundan hakkında had gerekmez, fakat söz konusu o kadın bu durumda mihir hakkı kazanır.
Yabancı bir kadınla ilişkide bulunup ta ortada herhangi bir delil yoksa ya da dar’ül harb veya dar’ül bağiyde cinsel ilişkide bulunduğu sabitse İslam ülkesine geldiğinde had uygulanmaz. Keza yine zinanın haram olup olmadığı bir ülke içerisinde yaşayıp yeni iman etmiş olan birine had icap etmez.
Şurası muhakkak zina haddinin sabit olması için; Dar’ül İslam sınırları içerisinde cinsel ilişkinin yapılmış olması, dört şahitle zinanın ispatlanmış olması, ya da bu fiili işleyenin bizatihi itiraf etmesi gerekir. Dolayısıyla ispatlanmadan had uygulanması doğru değildir, zaten böyle bir hadde izin verilmez de. Bu yüzden Hz. Ömer (r.anh); “Had’leri yapabildiğiniz kadar düşürmeye çalışın. Çünkü hâkimin afta hata yapması, karar kıldığı ceza hükmünde vereceği hatadan daha hayırlıdır” diye öğütlemiştir. Bilhassa şüpheli durumlarda hadleri düşürmek hâkimler için menduptur. Veliyyül Emr’in idare ettiği ülke sınırları dışında (Dar’ül harpte) vuku bulan zina için had gerekmez. Nitekim bir asker girdiği dar’ül harpte zina hayâsızlığında bulunacak olursa hakkında had tatbik edilmez.
Zina yapan bir zimmî; “Benim inancımda zina helaldir” derse itibar edilmez. Zira iddiasında yalancıdır.
Bir ölüye işlenen zinadan dolayı had gerekmez. Fakat tazir gerektirir. Hatta hayvanla ilişkide böyledir. Ancak cinsel ilişkide bulunulan hayvan derhal kesilerek yakılması gerekir. Şayet hayvanın etinden, derisinden veya herhangi bir uzvundan yararlanılırsa bu durum tasvip görmeyip mekruhtur. Yine de İmam-ı Azam’a göre şayet bu eti yenilen cinsten bir hayvansa kesilip etinin yenilmesi caizdir. İmameyn’e göre ise et yakılmalıdır. Yakılmasından murat hayvan sahibinin utandırılmaması içindir.
Zinanın ispatlama şekli iki türlüdür; hâkimin huzurunda dört kez itiraf etmekle ya da dört erkeğin şahitlik etmesiyle gerçekleşir. Bu arada hâkim itiraf eden kişiye haddi düşürmek adına; ‘Belki aranızda nikâh var, rüya görmüş olmayasınız’ diye birtakım telkinlerde bulunup kişinin itirafından rücu (geri dönmesi vazgeçmesi) etmesine yönelik çaba sarf etmesinde hiçbir beis yoktur. Birtakım telkinlere rağmen itirafçı hala şer’i cezasının tatbiki için ısrar ederse had cezasıyla hükmedilir. Farz-ı muhal hâkim huzurunda zina itirafında bulundu, ama kadın bunu inkâr ederse İmam-ı Azam’a göre had icra edilemez. İmameyn’e göre ise itirafçı hakkında had icra edilir. Aslında itiraf kişiden kişiye göreceli olabiliyor, bu yüzden itirafın açık ifade edileni esastır. Dolayısıyla dilsizin itirafına (yazarak veya işaretle de olsa) itibar edilmez. Kaldı ki itirafta bulunan şahsın üreme organında cinsel ilişkiye engel durum varsa da had tatbik edilmez.
Yukarıda zina dört şahidin görmelerine dayanarak had cezası uygulanır demiştik. O halde şahitlerin dört erkek olması bir yana, hür, adil, mükellef sahibi özelliklere sahip olmalı ve aynı zamanda yine dört şahidin bir mecliste birleşip şahitliklerini kuşkuya mahal bırakmayacak tarzda açık beyan etmeleri gerekir.
Zina suçlaması için müddet, yani zaman aşımına uğrama konusu sahih olan görüşe göre bir aydır. Şahitler vakıf olduğu zina hayâsızlığını gizleyip gizlememekte serbesttirler. Şayet şahitlerin zina isnadında bulunacaksa hepsinin aynı fikirde ittifakta bulunması gerekir. Aksi takdirde birbirini doğrulmayan verilen ifadeler ya da çelişkili ifadeler haddi düşürür. Bir kere kendi aralarında mutabık olamamışlar, nasıl düşmesin ki. Kaldı ki adil olmayan dört şahidin şahitlikleri de haddi düşürmektedir. Demek ki sayıdan (nicelik) ziyade nitelik önemlidir.
Kocası ve efendisi olmayan hamile kadına kimden gebe kaldın sorusu sorulmaz. Bunu yapmak fahiş olayı yaymak olacaktır. Ki; bu gibi durumlar yasaktır. Allah Resulü zina itirafında bulunan Maiz’e üç kez sorup onunda üç kez itiraf ettirmesi haddi düşürmeye yönelik sebeplere dayanır. Nitekim araya Hz. Ebubekir girip; ‘Ya Maiz dördüncü defa itiraf edersen Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.v) recm cezasını tatbik eder’ uyarısında bulunmuş, ama Maiz itirafında vazgeçmeyip devam edince recm cezası yerine getirilir. Öyle ki Allah Resulü onun hakkında; ‘Ölüleriniz için yattığınız şeyi onun içinde yapınız. O muhakkak öyle tövbe etti ki eğer onun tövbesi bütün dünya halkına taksim edilecek olsaydı hepsine de kifayet ederdi, ben onu cennet ırmaklarına dalıp çıkarken gördüm’ diye buyurmuştur. Demek ki zina itirafında bulunanların itirafında dönmesi caizdir. Şahit edenlerin şahitliklerinden dönmesi de öyledir, ama şayet şahitlikten dönüş recm öncesinde ise isnatta bulunmasından ötürü ¼ diyet öder. Keza şahitliğe dayanarak recm edilen şahsın cinsel organları kesilmiş olduğu ortaya çıkarsa şahitler her halükarda yine diyet öder. Ehil olmayan kimselerin şahitliklerine dayanarak recm edilen bir şahsın diyetini ise beytülmal tazmin eder. Çünkü şahitlerin vasıflarını araştırma kusurundan kaynaklanan durum ortaya çıkmıştır.
Birden fazla zina yaptığı ispatlanan şahsın hakkında sadece bir had cezası kâfidir. Ancak celd şeklinde had yapıldıktan sonra yine aynı fiili yaparsa hakkında tekrar had uygulanabilir. Zina haddi uygulanan şahsın, söz konusu kadına tazminat vermesi gerekmez. Çünkü zinadan ötürü verilen had tazminle birleşmez.
Bir şahıs zina yaparken kadının ölümüne sebebiyet verirse zinadan dolayı had, sebebiyetten dolayı da diyet gerekir.
Bir şahıs yaşıtıyla cinsel birleşmede bulunulmayacak bir kız çocuğuyla zina yapıp cinsel organına zarar verirse hakkında had icra edilmez, sadece tazir cezası uygulanır. Çünkü böyle bir çocuk zina yapmaya erişkin değildir, bu durumda 1/3 emsal mihr vermeye mecbur olur.
Bir kimse zaman aşımına bağlı olarak firar ederse, ya da kadının cinsel organının retka (bitişik) olması, yani cinsel ilişkiye engel olduğu anlaşılırsa, ya da şahitlerden birinin recme iştirak etmekten çekinmesi durumu da haddi düşürmek için yeterli neden sayılır.
Celde; hür erkek için yüz değnek, köle erkek için elli değnektir. Bunların bir günde vurulması şart değildir. İki gün içerisinde yarı yarıya da uygulanabilir.
Zina isnat edilen bir şahıs hakkında iftiraya binaen uygulanan cezaya da Hadd-i kazf denir.
İspatlanmış zina için evli erkek ve kadınlar için verilen recim cezası ile bekârlar için verilen celde cezasına Hadd-i zina denir. Malum celdelerin sayısı hür erkek ve hür kadın için yüz, köle içinse elli değnek vurmak şeklindedir.
Erkek ve kadını işledikleri suçtan dolayı atılan taşlarla öldürmeye recm denir.
Hadden maksat caydırma ve uslandırmaktır, yaygın kanaatin aksine öldürmek değildir.
Hamile kadına zina haddi hemen uygulanmaz, çocuğunu doğurana kadar hapsedilir. Çocuk doğurduktan sonra ise ertelemenin yararı yoktur. Ancak çocuğun başka mürebbisi yoksa ertelenebilir.
Bir başka husus ise hiç kuşkusuz şahitler hazır bulunmadıkça had icra edilemez gerçeğidir. Hakeza recme hükmeden hâkim recm yapılmadan ölürse had icra edilmez. Yeni hâkim sil baştan yeniden delil sunması gerekir. Hatta ikinci hâkim recm konusunda bir hâkimin diğer hâkime gönderdiği mektuba dayanarak ta had uygulayamaz.
Recm edilen bir Müslüman yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve İslam mezarlığına defnedilir. Bekâr için yüz celde veya sürgün cezası, muhsan içinse recm cezası verilir. Zina isnat edilen şahsa makzuf, başkasına zina isnat eden şâhısa kazif, zina isnat edilen söze de makzufun bih denilir. Kazif iddiasını ispat edebilirse hakkında had icra edilemez.
Kazf haddinin tatbiki için gereken şartlar; kazifin akıl baliğ, tercih sahibi (muhtar) olması, dört şahitle ispat etmekten aciz olmamasıdır.
Makzufe ait şartlar ise; muhsan olması, bilinen şahıs olmalı, konuşur olması, cinsel ilişkiye engel olmayacak bir durumun tespit edilmiş olması, yani cinsel ilişki kurabilecek durumda olmalıdır.
Makzufunbihe ait şartların yerine getirilmesi için; yapılan kazf açık lisanla olup dil ile ikrar edilmesi uygundur. İkrar esnasında zina kelimesini karşılayacak başka dillere ait kelimelerle ifade edilse de fark etmez. Mesela bir kadına hitaben, ‘Ey facire, kocanı rezil ettin’ ya da birisine zina isnat eden şahsa; ‘Sen doğru söylüyorsun’ demek kazf’dir. Fakat ‘Senin elin, gözün, arkan zina etti, sen daha doğmadan zina ettin, sen daha yaratılmadan zina ettin, sen zorla zina ettin, sen bunak veya mecnun halde, ya da uykuda zina ettin, sen annenin oğlu değilsin, sen zina edersin’ sözleri kazf sayılmaz.
Ey zani oğlu, Ey zaniye oğlu, veled-i zina, ibn-i zina, Ey zani, sen babamın oğlu değilsin gibi ifadeler gayet açık olduğundan kazif haddi gerektirir. Bir kimseye luti demek kazf sayılmaz. Fakat orospu, zaniye, sen piçsin ifadeleri kazf haddini gerektirir. Kazf’ın meydana geldiği yere ait şartlar öncelikle Dar’ül adil topraklarında meydana gelmeli. Belli ki kazf haddi kamu maslahatına yönelik bir uygulamadır. Çünkü bu sayede kamu düzeni korunabiliyor. Kazif ayakta durdurularak gereken müeyyide uygulanmalı. Zira kazf haddi zina haddinden daha hafif tarzda icra edilir. Yani zina isnadında bulunan şahsa (kazif) orta şiddette bir müeyyide uygulanır. Fakat kazife ayakta değil, oturtularak yapılır. Nitekim bu durum örtünmesine daha müsait olacaktır.
Kazf haddini uygulayacak olan memurun akıl sahibi ve darb usullerine vakıf ehil biri olması lazım gelir. Kazf, hırsızlık, zina ve içkiden dolayı darb şeklinde had uygulanması gerekirse; önce kazf haddi, sonrasında ise Veliyyül Emr şer’i ölçüler kapsamında dilediğini uygulamakta serbesttir. Bununla beraber diğer kalan hadler arka arkaya (ardışık) uygulanamaz.
Kazf, hırsızlık, içki ve zina için darp cezası, ya da recm cezası gerekirse; önce kazf haddi icra edilir, sonra hırsızlık için tazmin, daha sonra recm uygulanır, dolayısıyla bu durumda diğer ceza hükümleri düşer. Kazf haddi, hırsızlık haddi, zina haddi, içki haddi için kısas cezası gerekirse; önce kazf haddi icra edilir, sonra çalınan mal için tazmin, daha sonra kısas uygulanıp diğer hadlerin düşmesi sağlanır.
Öldürme, içki haddi, zina haddi gibi cezalar bir araya gelirse recm cezası uygulanır diğerleri düşer. Kazfden dolayı hüküm giymiş (ceza verilmiş) bir kişi tövbe etse de şahitliği makbul değildir. Ancak diyanet ve ibadet hususları bundan müstesnadır.
SARHOŞLUK VE HIRSIZLIK
Az veya çok hamr (şarap) denilen içkinin içilmesinden dolayı tatbiki gereken cezaya hadd-i hamr (haddi şurb) denir. Bu konuda ceza hür erkek ve kadın hakkında seksen, köle hakkında da kırk celdedir.
Müskirat; katı müskirat ve sıvı müskirat diye tasnif edilir. Katı müskiratlar da kendi arasında esrar, beng, afyon, vs. diye kategorize edilir. Sıvı müskiratlar malum; üzüm, hurma, buğday, arpa ve diğer meyvelerden elde edilen mayilerden oluşur. Ayrıca yaş üzümden elde edilen müskiratlardan hamr; bazik müselles, munassef ve buhte diye adlandırılır. Kuru üzümden elde edilenler ise Naki-ı zebib ve Nebizi zebib diye nitelendirilir.
Katı sarhoş edici şeyler bitki cinsinden sayılırlar. Fakat bunlar mubah içecek türü ilaç kategorisine girdiğinden dolayı içildiğinde sarhoşluk durumu ortaya çıkarsa hakkında tazir cezası lazım gelirse de had icra edilmez.
Yaş üzüm içkisi, hurma içkisi, kuru üzüm içkisi, bal, incir, buğday, arap içkileri kaynatılıp ağırlaştırılıp sarhoş edici hale gelmedikçe veya eğlence maksadıyla içilmedikçe mubah olarak değerlendirilir. Fakat söz konusu ürünlerden elde edilen içecekler sarhoşluk verecek hale gelirse haram kapsamına girdiğinden haddi gerektirir. Dahası sarhoş edici her ne olursa olsun içtiğiniz az miktarda da olsa tazir gerektirir, fakat sarhoşluk vermedikçe had uygulanmaz.
Bir içkiye su karıştırılıp şayet su içkiden fazla ancak sarhoşluk vermiyorsa had gerektirmez. Yok, eğer su içkiden az ya da eşit ise sarhoşluk versin veya vermesin had gerektirir.
İçki haddi hür erkek ve kadın için seksen değnek, köle için kırk celdedir. Malum haddi gerektiren sarhoşluk ölçüsü; abuk sabuk konuşmak ve ağzından sarf ettiği lafları birbirine karıştırmakla anlaşılır.
Sarhoşluk için en az iki adil erkek şahit yeterlidir. Yine sarhoş için had cezasının tatbiki için akıl baliğ olması, Müslüman olması, dar’ül adil topraklarında yaşıyor olması ve sarhoşluk hükmünü bilmiş olmalıdır. Aynı zamanda muhtar (kendi iradesiyle) sahibi ve zaman aşımı olmamalıdır.
Sarhoş edicilerden sayılmayıp ancak her nasılsa herhangi bir sıvı içmesinden dolayı sarhoş olan için had gerekmez. İçki ve sarhoşluk ispatlandığında af ve müsamaha cari olmaz. Çünkü bu hadler ilahi haklardandır.
Şahitlerin şahitlikten vazgeçmesi veya şahitlerin şahitlik ehliyetini yitirmesiyle (mesela cinnet getirmesi, bunamak gibi) içki haddi düşer.
Harze; malın saklandığı yer demek olup, harze binefsihi ve hırz bigayrihi diye tasnif edilir. Zira evler, dükkânlar, çuvallar, kasalar, sandıklar vs. bu hükme tabidir. Yani harze binefsihi türüne girer. Mescitler, yollar, sahralar vs. ise hırz bigayrihidir.
Hırsızlık haddi için gereken şartlar ise; akıl baliğ olması, konuşur olması, çalınan malın ortağı olmaması, hırsız ve malı çalınan arasında akrabalık olmaması veya karı koca olmaması gibi vs. kaidelerdir.
Çalınan mal ortağınca yapılmışsa had gerekmez, ama tazir gerekir. Birbirlerinin evlerine izinsiz girebilen (amca, baba, ana, kardeş, evlat vs.) malı çalmış olsa dahi had gerekmez. Çünkü akrabalık ilişkileri söz konusudur. Zaten had uygulanırsa akrabalık ilişkileri kesilmiş olur. Ki; İslam buna müsaade etmez.
Karı koca aralarında mal çalsa had gerekmez.
Sütkardeşlerin aralarında yapacağı hırsızlıktan dolayı İmamı Azam’a göre had icap eder. Fakat sütannenin malını çalmaktan dolayı İmam Yusuf’a göre had icra edilemez.
Altın, gümüş, bakır, kalay, inci, cevher vs. gibi mutlak mallar, insanların zengin olmak için sakladığı mallardır.
Çalınan mala ait şartlar ise özetle şunlardır;
— Dayanıklı mal olmalı (demir, bakır, altın vs.),
—Daru’l İslam’da olmalı,
—Çalınan şey haddi gerektiren mal olmalı,
—Çalınan mal nisap miktarının aşağısında olmamalı,
—Çalınan malın korunmuş olması,
—Çaldığı malın izinsiz giremeyeceği yer olmalı(çalma olayında gizlilik şarttır),
—Çalınan mal süratle bozulur cinsten olmamalı.
Harbinin malı masum değildir. Fakat mülteci öyle değildi, onun geçicilik özelliği göz önünde bulundurulmasına istinaden malında mubahlık şüphesi vardır.
Hakkında hırsızlık haddi icra edilmiş bir hırsızın çalmış olduğu malı diğer bir hırsız çaldığında bu ikinci hırsız hakkında had gerekmez. Çünkü bu durumda mal sahibinin masumiyeti düşmüş kabul edilir.
Bir hırsız çaldığı maldan dolayı had icra edilip tekrar o malı çalmaya teşebbüs edip çaldığında yeniden had uygulanmaz. Fakat çaldığı mal değişikliğe uğradıysa (örneğin iplik iken dokuma haline geldiyse) had gerekir. Çünkü malın masumiyeti düşmüş, yerine malın işlenmiş hali almıştır.
Taze etler, tuzlu balık, süt, çabuk bozulmaya müsait kuş gibi av hayvanlardan elde edilen etlerden hazırlanmış yemekleri çalmakla had gerekmez.
Ayrı ayrı evlerden çalınan mallar toplamda nisap miktarına ulaşsa da had gerekmez. Bir kere her bir evin kendi içinde nisap miktarına ulaşamamış olması ve aynı zamanda hırsızlığın ayrı ayrı evlerde gerçekleşmiş olması haddi düşürmeye yetiyor. Ancak bir ev içinde birden fazla şahsa ait nisap miktarına ulaşmış mal çalındığında had gerekir. Sebebi gayet açık; burada kişiye değil korunduğu yer dikkate alınır. Anlaşılan korunmayan malı çalmak haddi gerektirmeyebilir. Nitekim mera gibi yerlerde başında koyun çobanı da olsa çalınan koyun için had gerekmez. Zira bu hayvanlar mer’aya korunmak için değil otlatılmak için koyulmuştur. Şayet söz konusu mer’a değilde ağıl veya ahır olursa had lazım gelir.
Bir şahıs izinli olduğu veya herhangi birinin girip çıktığı mekânda isterse o mal sahibinin başı altında bulunmuş olsun çaldığı maldan dolayı had gerekmez. Fakat izin verilmediği vakitte (geceleyin) çalarsa had gerekir.
Bir kimse çaldığı malı elde ettiği esnada veya dışarı atıp daha kendisi dışarı çıkmadan yakalanırsa had gerekmez.
Bir kimse evin duvarını delip elini uzatarak bazı şeyleri çalsa had gerekmez. Zira vücudu dışarıdadır.
Geceleyin yapılacak hırsızlıkta başlangıç itibarıyla gizlilik şart olup, gecenin sonunda şart değildir. Gündüzün ise hem başlangıcında hem sonunda gizlilik esastır. Geceleyin mal sahibinin gözü önünde izinsiz çaldığı mal için had gerekmesinin sebebi her ne kadar çalınan mal sahibinin gözü önünde alınmış olsa da sonuçta işlenen fiil halktan gizli olarak yapılmıştır. Şayet hırsızlık gündüz sahibinin gözü önünde yapılırsa had gerekmeyebilir. Nitekim her an dışarıdan yardım isteme imkânı vardır.
Bir kimse borçlusundan alacağı meblağa denk gelen aynı cins mal çalarsa had gerekmez. Fakat başka cins mal çalarsa had gerekir.
O halde hırsızlığın ispatı ve haddin oluşması için gereken şartları satır satır şöyle sıralayabiliriz;
Hırsızın bizzat itiraf etmesiyle, alınan malın zaman aşımına uğramaması, en az iki mükellef şahit ve bu şahitlerin adil erkek olması gerekir. İmamı Azam ve İmam Muhammed’e göre itirafın bir kez ikrar edilmesi yeterlidir. İmam Yusuf’a göre de farklı mecliste iki kez itiraf etmesi gerekir. Fakat zorlayıcı itiraf geçerli değildir.
Hırsız dava açma hakkına sahip değildir. Çünkü onun eli mülk eli değildir.
Hırsızlık hadisesi sabit olunca hırsız hakkında organ kesme cezası verilir. Şöyle ki; sağ bileği kesilir, tekrar yaparsa sol ayağı mafsallardan kesilir, tekrar yaparsa artık hiçbir azası kesilmez, belki haps edilir.
Bir hırsız müteaddit defalar çaldığı maldan dolayı hakkında açılan dava sonucu mahkemece usulen bir eli kesilirse bütün o hırsızlıklara karşı bir ceza olmuş olur. Artık bir başka uzvunun kesilmesi gerekmez.
Hırsızlık haddini uygulamaya yetkili kişi, birinci derecede Veliyyül Emir ya da bu hususta yetkilendirilmiş hâkimlerdir. Bu yüzden tutuklu bir hırsızı Veliyyül Emr’den habersiz sağ elini kesen kişi hakkında kısas gerekmese de tedibi hak eder.
Hırsızın itirafında dönmesiyle, mal sahibinin hırsızın itirafını tekzip etmesiyle, mal sahibinin şahitlerin şahitliklerini tekzip etmesi durumlarında hırsızlık haddi düşer.
Yolcuların mallarını gizlice kaçıranlar yol kesici sayılmazlar. Adi hırsız sayılırlar sadece.
Yol kesene (muharip) kat-ı tarik, hadisenin cereyan ettiği yere maktun fih, alınan mala maktun ley, yol kesenlerin her birine de maktun aleyh denir.
Yolcuları korkutmak, soymak, öldürmek veya hem soymak, hem de öldürmek yol kesiciliğin çeşitlerine girer. İşte bu çerçevede şahısları öldüren, yaralayan, korkutan, namuslarına saldıran, yollarda muharip vaziyeti alan her şahıs yol kesicidir (muharip).
Bir yol kesici birini öldürdükten sonra yakalanmadan tövbe etse de hakkında öldürme cezası düşmez. Daha henüz kimseyi öldürmeden ya da malları almadan yakalanan yol kesiciler tövbe ederse iyileşme emareleri görülünceye kadar haps edilirler. Yolcuların mallarını soymak suretiyle yol kesicilik haddi her birinin sağ eliyle sol ayağının eklemlerinden kesmekle ceza gerçekleşir.
Had ve tazmin cezası ikisi bir araya gelmez. Sadece yol kesicinin yolcuyu öldürmek suretiyle işlediği fiile uygulanan had kısas yoluyla öldürülmek olarak karşılık bulur. Yolcuların hem mallarını hem de öldürmek suretiyle yol kesicilik yapanlara verilecek hükümde ise Veliyyül Emr serbesttir, dilerse önce uzuvlarından keser sonra öldürür, dilerse direk öldürerek had uygular.
Yol kesiciliğin gerçekleşmesi için akıl baliğ, erkek, yolları kesilenlerin Müslim ve zimmî olması, yolcuların ellerinde bulunan malların kendilerinin veya ödünç olması, zimmetinde ve emanetinde olması gerekir.
Yol kesicilikte alınan mallara ait uygulamada aranan şartlar; her şeyden önce muhafızın kontrolünde saklanılan mal olması ve nisap miktarına baliğ olması (on dirhem) gerekir.
Yol kesiciliğin meydana geldiği yere ait aranan şart ise; Darül İslam’da ve şehir dışında olması gerekir.
Yolcularla ilgili aranan şart ise; aynı kafile fertlerinden olmamaları, yol kesicilerle yol kesilenler arasında akrabalık bulunmaması esastır.
İtirafla, delille (en az iki erkek şahit) yol kesicilik sabit olur.
Yol kesiciler hakkında uygulanacak yetki; Veliyyül Emr veya Naib’e (hâkime ait) aittir. Veliyyül Emr ve naibinin (vekili) izni olmaksızın bir kişi yol kesicinin elini keser veya öldürürse taziri hak eder. Yani o kişi için kısas ve diyet lazım gelmez.
Anlaşılan yolcuların yol kesicilerin itirafını tekzip etme, yolları kesilenlerin getirilen şahitleri tekzip etme, yol kesicilerin tövbekâr olmaları ve zaman aşımına uğraması gibi unsurlar yol kesiciliğe uygulanacak cezai işlemleri düşüren sebeplerdendir.
Bu arada haramilerin baskının uğrayan yolcular kendilerine tecavüz eden yol kesicilerden bazılarını öldürürlerse üzerilerine bir şey lazım gelmez.
TAZİR
Tazir; engelleme, red, zorlama, aşağılama ve terbiye etme anlamına gelir. Hukuk dilinde tazir; tedip cezası veya suç işleme cüretine yönelik caydırıcı yaptırımlar demektir. Tazir cezaları yedi kısma ayrılır:
İhtar, vaaz ve nasihat, sert yüz gösterme, tekdir ve tevbih, hapis, sürgün, teşhir ve görevden alma, kulak bükmek, darp (dayak) ve nakdi cezalar türünden müeyyidelerdir.
Tekdir ve tevbih; suçluyu azarlamaksızın yüzüne karşı sert ifadeler kullanmak demektir.
Yeri geldiğinde sürgünde çözüm olabiliyor. Zira Hz. Ömer (r.anh) yakışıklı bir genci bazı kadınları fitneye düşürme muhtemeli üzerine sürgün etmiştir. Bununla birlikte Hz. Ömer aynı gerekçelerle başka bir şahsı daha sürgün etmişti. Fakat o şahısta irtidad edip Rum ülkesine katılmıştı. Bunun üzerine sürgün ve uzaklaştırma konusunda ihtiyatla hareket etmekte fayda var. Anlaşılan bir yabancı ülkeye sürgün caiz değildir. Neyse ki Hz. Ömer bu olaydan sonra; ‘Bundan sonra kimseyi sürgün etmem’ deme erdemliğini gösterebilmiştir.
Teşhir; eşeğe ters bindirilmek suretiyle şehir içinde dolandırmak, ya da rezil rüsva etmek gibi caydırmaya yönelik bir tazir türüdür.
Darpta etkili tazir türüdür ama dövmeninde kendine özgü kaide kuralları var. Şöyle ki; bir kişi tazir maksadıyla ancak on değneğe kadar dövülebilir(darb-dayak). Yani on değnekten fazlası vurulmaz. Ancak başkasının cariyesine, bir ölüye cinsel ilişkide bulunana doksan dokuz değnek vurulabilir. Hakeza Ramazan ayında gündüzün içki içen bir şahıs için had uygulamasının yanı sıra yirmi değnek vurulması icap eder. Bu arada sille tokat vurmak suretiyle tazir caiz değildir.
Şurası muhakkak tazir cezasının uygulanabilmesi için taziri hak eden şartların vuku bulması gerekir. Söz konusu şartların başında tazire müstahak kişinin ilk evvela akıllı olması icap eder. Buna ilaveten alışverişine fesat karıştıran, gerçeğe aykırı beyanda bulunan, belediyenin koyduğu fiyattan fazlasına satan veya zimmîye söven olmalı ki tazir müeyyidesine müstahak olsun. Hatta ameli konularda da tazir vardır. Mesela bir çocuğa yedi yaşında namaz kılması için rica edilmez, emredilir. Şayet on yaşında iken kılmazsa uslandırma cihetine gidilip ıslah maksadıyla dövülür de.
Büyük zatlara yönelik ileri geri konuşup dil uzatanlar hakkında da (Peygamberlere, sahabeye, saadatlara, seyyidlere, âlimlere) dövme, hapis veya başka şekillerde tazir gerektirir.
Ramazanda özürsüz oruç bozan bir mukim tazir müeyyidesini hak eder. Toplum ahlakına aykırı çılgınca hal ve hareketlerde bulunanlar da öyledir.
Bidatçi bidatini halk arasında yaymaya devam etmekte ısrar ederse tazir gerekir. Gerçeğe aykırı jurnalcilikte bulunmak, cuma namazını engellemek, resmi sıfatını kullanıp sahtekârlık yapmak, Seyyid olmadığı halde Seyyidliği kullanmakta tazir gerekir. Zorlanmış olarak gayri meşru ilişkide bulunan kişiye de tazir gerekir. Öldürmek maksadıyla yemeğe zehir katan, bir kimsenin malını elinden almak için içeceği şerbete sarhoşluk veren madde katmakta tazir gerektirir. Gebe kadını korkutup dövmekte öyledir.
Kendi kölesini öldüren tazire müstahak olup haps edilir. Bir başkasının evini ve ekinlerini yakan hakkında ise hem tazmin, hem de tazir gerektirir. Hakeza ölülerin kefenlerini soyana, casusluk yapanlara, umum arazileri işgal edenlere de tazir cezası verilir.
Hayvanlara ve ölüye cinsel ilişkide bulunmak, hırsızlık maksadıyla evin duvarını delen, kilidi açarak içeriye girip eşyaları toplarken yakalanan hakkında da tazir gerekir (hapis-dayak şeklinde).
Salih bir insana; müşrik- kâfir ithamında bulunmak ve büyü yapmakta tazir gerektirir. Babasına sözle eza veren, çocuklarına içki içtiren, çocuklarına sövüp sayan, her lisanda örfe göre çirkin sözler söyleyen, rüşvetçilik yapanlara tazir gerekir. Keza sahte para basanlarda öyledir.
Karısını haksız yere döven, bilhassa kadın hayızlı ve nifaslı iken cinsel ilişkide bulunan tazir edilir. Kumar gibi vasıtalara başvurup halkın paralarını ellerinden alma girişimleri tazir gerektirir. Bir kimseye karşı öldürme ve yaralama kastıyla silahın gösterip hücum eden kişide tazir edilir (hapis, dövülme). Hatta birbirini döven her iki şahısta karşılıklı tazir edilir.
Hamile kadın dövülmek suretiyle muzga (et parçası) düşmesine sebebiyet verdiyse şiddetli tazirin yanı sıra haps ile tedip edilir. Şayet düşen muzga değil de cenin ise tazirden başka gurre diye tabir edilen nakdi cezaya da çarptırılır.
Ebe bir kadın, ilaç vermek suretiyle hamile kadınların çocuğu düşürmesine neden olması veya bazı kadınların ölümüne sebep oluyor, ya da bu işi alışkanlık haline getirmişse Veliyyül emr’in emriyle uslandırılması yönelik yaptırımda bulunması meşrudur. Ölüleri mezardan çıkarıp yakan da tazir edilir.
Ayak takımı bazı kimselerin kendi aralarında taziri hak eden laflar söylemelerine rağmen birbirlerinden incinmedikleri sürece tazir gerektirmeyebilir.
Tazir ancak itiraf, delil, şahit, yeminden dönme, hâkimin bilgisiyle ispatlanabilir. Tazirin iki erkeğin şahitliği ile olduğu gibi, bir erkek iki kadının şahitliği ile de ispatlanabilir. Bu hususta şahitlik üstüne şahitlikte muteberdir. Aslında her Müslüman tazirde bulunmaya yetkilidir. Zira Peygamberimizin; ‘Sizden biri kötülük gördüğü zaman onu eliyle, gücü yetmezse diliyle, onunla da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin’ hadis-i şerifi buna delildir. Tabiî ki öncelikle tazir cezası Veliyyül emr, naib, hâkimler ve o işle ilgili görevli memurlara aittir. Ancak kişi hukukuyla ilgili suçlardan dolayı tazir yetkisi sadece Veliyyül emr ve onun görevlendirdiği naibe aittir.
Bir kimse ister kendi karısı olsun, ister mahremi olsun, isterse bir başka yabancının gayri meşru ilişkide bulunduklarını gördüğünde, bağırmak veya dayakla mani olması icap eder. Hatta bağırmakla kalmayıp onları öldürmesi durumunda herhangi bir tazmin lazım gelmez. Keza kendi karısını gördüğünde bağırmaksızın, dayak atmaksızın zani ile zaniyeyi öldürmesi de öyledir.
Bir efendi kölesini, bir hoca talebesini, bir koca karısını ihtiyaç anında uslandırma maksadıyla hafif dövebilir, ama aşırı döverse taziri hak eder.
Darb cezası; kalın giysisi çıkarılıp ayakta dövme cezasıdır. Darbelerin adedi nispeten az veya duruma göre şiddeti fazla olan ceza şeklinde uygulanabilir.
Tazir ve had arasında en belirgin fark; Veliyyül emr’in tazirde uygulanacak olan cezanın miktarını belirleyebilir olması, had’de ise belirleyememe olmasıdır. Malum had zaten önceden takdir edilmiş ve belirlenmiş cezadır. Kaldı ki tazir de şefaat bile kabul görebiliyor, had’de asla şefaat caiz değildir. Anlaşılan tazir cezası Veliyyül-emr, emirler ve hâkimlerce tatbik edileceği gibi her Müslüman’ın kendi çapında tazir müeyyidesi uygulama durumu söz konusu olabiliyor. Fakat had cezası sadece Veliyyül-emr ve naibince uygulanır.
Faydalanılan kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuki İslamiye ve Kamusu eseri.

Alperen Gürbüzer

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir