Ana Sayfa » Genel » Bütün Yolların Kesiştiği Nokta İlahi Huzurdur

Bütün Yolların Kesiştiği Nokta İlahi Huzurdur

BÜTÜN YOLLARIN KESİŞTİĞİ NOKTA İLAHİ HUZURDUR
ALPEREN GÜRBÜZER

Yollar uzun, yollar ince elbet. Dolayısıyla çeşitli sebeplerle seyahate çıkılır; kimi ilim, kimi filim, kimi dost, kimi ticaret, kimi maç vs. için. Böylece kafileler yollara dizilir. Derken insanoğlu dünden bugüne ve kıyamete kadar turlamaya devam edecek, bu kaçınılmaz. Peki, bu turların sonu nereye varacak? Cevabı gayet açık. Bakın Kur’anü’l Mucizü’l Beyan;
“Hepiniz Allah’tan geldiniz, Allah’a döneceksiniz” beyan buyurmakta.
İşte bütün yolların kesiştiği nokta İlahi huzurdur. Mahkemeyi Kübra’da tek geçerli berat olacak kurtuluş akçemiz; iman, kalb-i selim ve güzel ahlaktır.
İnsanoğlu bu dünyada elbette dolaşıp turlayacak, amma velâkin başıboş dolaşmayacak. Zira dolu başakların başı eğik olur, dolu olmayanların başı ise dik, fakat içi boştur. O halde gelin hep birlikte yeryüzü gemisinde tevazuyla gururlanmadan seyahat edelim. Hatta kendi kendimize; ‘Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var’ deyip kendimize gelelim. Şayet kendimize gelmek istiyorsak doyasıya diye nitelendirilen şu yolculuklardan geçmemiz gerekiyor. İşte o yolculuklar şunlar:
—İlim öğrenmeye yönelik yolculuk,
—Sıla-i rahim,
—Dost ziyareti,
—Hac yolculuğu,
—Cihad yolculuğu (Allah Resulü; Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihattır buyurdu.),
— Hizmet yolculuğu,
—Sağlık veya tedavi olmak için çıkılan yolculuk,
—Helal rızk için yapılan ticaret yolculuğu,
—Tefekkür veya ibret için göze alınan yolculuk vs.
Bütün bunlara ilave edilmesi gereken şüphesiz en iyi seyahat bir Allah dostunu ziyaret için çıkılan yolculuktur.
Allah Resulü (s.a.v); “Din kardeşini Rıza-i Bari için ziyaret eden cennetliktir” buyuruyor.
Bir kardeşini ziyarete gidene kimsenin yoluna Allah meleklerden bir bekçi koyar. Melek
giden adama:
—Nereye böyle? diye sorar.
Adam cevaben:
—Kardeşimi ziyarete gidiyorum der.
Melek:
—O senin yakının olduğu için mi?
Adam:
—Hayır der.
Melek;
—Yoksa bir dünyalık menfaatin mi var?
Adam:
—Hayır. Ben onu Allah rızası için ziyaretine gidiyorum deyince
Melek:
—Allah sana mübarek etsin. Sana, senin o adamı sevdiğin gibi Allah’ın da seni sevdiğine haber vermeye geldim der (Hadis).
Kamil mürşide zahiren yolculuk hoş olduğu gibi, manen kalbinde var olan nur ve feraset ilmine ulaşmak için seyr-ü sefer eylemekte hoştur. Çünkü ilmin en üstünü marifetullah (Allah’ı tanıma) ilmidir.
Habir b. Abdullah (r.anh) bir hadisi şerifi işitmek için bir aylık yolculuk yapmış. İşte gerçek yolculuk bu. Madem öyle ilim uğruna göze alınan seyahatin, en güzel ihlâs ve samimi amel örneği olduğunu bilmekte fayda var. Bu yüzden Resulü Ekrem (s.a.v); “Kim kırk gün Allah için ihlâsla amel ederse kalbinden diline doğru hikmet pınarları fışkırır” buyurmuşlardır.

YOLLAR AYNI ZAMANDA İRŞADA VESİLEDİR

Tekkeler marifetullah ilminin tahsil edildiği kutlu mekânlardır. Bundan ötürü dünden bugüne, dilden dile; “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer” denilmiş.
Mevlana Halid Zülcenaheyn Musul’da doğup büyüdü. O aynı zamanda Irak’taki Süleymaniye medresesinin müderrisliğini yaptı. Ancak sürekli kalbinde bir şeylerin eksik olduğunu hissedip, ledün ilme hevesi artmaya başladıkça kendi kendine yola çıkmaya karar verdi. Hatta uzaklara gidip ruhunun susuzluğunu giderecek kaynak aramaya koyuldu. İlk evvela Mescid-i Nebeviyi ziyaret için yola koyuldu, derken yolda Şam’a da uğradı ve bir Kadiri Şeyhinden icazet aldı. Ardından o kutsal topraklarda Yemenli bir Salih zatla karşılaştı, işte ne oluyorsa o anda oluyor, kendisinden irşat etmesini talep eder. Bunun üzerine Yemenli Zat ona şöyle nasihatte bulundu:
—Var git Mekke’ye. Kâbe’yi ziyaret et, fakat orada mantığına ters gelen durumlarla karşılaştığın zaman sakın ola ki itiraz etmeyesin.
Mevlana Halid Zülcenaheyn peki deyip Mescid-i Haram’a geldi, tavafını ve namazını eda ettikten sonra sırtı Kâbe’ye dönük Delail’ül Hayrat okuyan bir adam gördüğünde taaccübüne gitti ve kendi kendine;
—Ya hu! Bu adam nasıl olur da arkasını Kâbe’ye doğru edebe mugayir bir vaziyette oturur diye düşündüğünde, biranda göz göze geldiler. Adam der ki:
—Sen Allah katında mü’minin kalbini Kâbe’den üstün olduğunu bilmiyor musun? Hem sen ne çabuk Medine’de sana tembih edilen nasihati unutursun deyince Mevlana Halid dizinin önüne çöküp eline sarılır ve kalbindeki ateşin dindirilmesini talep eder.
Böylece O Zat (ya da bir Allah adamı veya bir meczup):
—Senin irşadın bu diyarda değil Hindistan’da. Bekle, ta ki oradan işaret gelince oraya yolculuk yap, irsad ediciyi orada ara der. Tabii Mevlana Halid Hac vazifesini bitirince Şam’a dönüp Muhammed Derviş Azimabadi Hz.leriyle görüştü. O’da tıpkı Beytullahta ki meczup gibi Hindistan’ı işaret etti (Abdullah Dehlevi Hz.lerini), buradan tekrar Süleymaniye’ye gelip tekrar ders okutmaya devam etti. Ders okutuyor, ama bir yandan da Hindistan’dan gelecek haber beklentisi içini alev alev yakıyordu. Nihayet beklediği haber Abdullah Dehlevi Hz.lerinin bir sofisi vasıtasıyla gelir de. Derken Hindistan’a gitmek üzere yola revan olur. Bu arada Hindistan’a yaklaştıkça heyecanı büsbütün artar. Ve en nihayet onu görünce intisap eder. Tabi kendisine ilk iş tuvalet temizliği ve diğer dergâhın hizmetleri verilir. Dile kolay yedi sene dergâhın su işini koşturdu, yedi senede tuvalet temizliğini yaptı. Abdullah Dehlevi Hz.leri bir gün pencereden avluya baktığında Mevlana Halid’in işlerini artık Meleklerin yaptığını görünce çağırıp;
— Evlat! Allah sana bu yolu mübarek kılsın, gurur ve kibiri ayakların altına aldın, işini artık melekler görür oldu der. Ve atın üzengisinden tutar artık irşad et diye yola uğurlar. Gerçekten de nefsin kibrini kıracak hizmetlerde piştikten sonra, çift kanatlı anlamında Zülcenaheyn oldu. Önceden tek kanatlı idi, şimdi ise çift kanatlıdır. Üstelik O; Tarikatı Aliye’lerin beş tanesinden halifelik icazeti alan zattır. O bir zaman sonra mürşidin izniyle Süleymaniye’ye geri döndü ve irşat kutbu oldu. Mevlana Halid dört yüz halife yetiştirdi. Halifelerinden sadece üç tanesi itiraz ettiğinden dergâhtan tard edildiler. Meğer tard edilen o üç halife akşam namazından sonra tesbihat sırasında; ‘Allahümme ecirnaminennar’ derken eller aşağıya indirilmesi gerekirken yukarıya kaldırırlarmış. Tabiî ki bu durumda ikaz edilirler, fakat itirazlarını devam ettirirler. Bir gün Abdullah Dehlevi Hz.lerine özür dilemek için iltica ederler. Abdullah Dehlevi Hz.leri der ki;
—Vallahi benim yanımda bir şey kalmadı, Mevlana Halid bütün nispeti alıp götürdü, siz buraya boşuna geldiniz, bende bir şey kalmadı.

YOLLARDA KIBLE TAYİNİ
Şöyle ki; yolda yapılması gereken hususlarda Ehlisünnet âlimlere ait fıkıh kitaplarında okuduklarımdan çıkardığım sonuçlar şu:
Bir kere yolculukta en önemli hususlardan biride konaklayacağımız yerlerde kıble tayini meselesidir. Mola verdiğimiz yerde mihrap varsa kıble araştırmasına gerek yoktur. Şu bir temel kaidedir; Kıble tayininde bir bilene sormak araştırmaktan önceliklidir. Güvenilir olmayan kimselere kıble sorulmaz çünkü. Bilindiği üzere güvenilir olmayanlar:
—Fasık,
—Çocuk,
—Kâfir vs.’dir.
Güvenilir birini bulamayanlar ise şu delillere başvurur:
—Çoban yıldızı,
—Güneş,
—Kutup yıldızı,
—Doğudan esen rüzgâr,
—Batıdan esen rüzgâr vs. Malum olduğu üzere bu delillerden en zayıfı rüzgâr, en kuvvetlisi ise kutup yıldızıdır. Kutup yıldızı yedi küçük yıldızdan ibaret olup yön tayininde bölgelere göre değişir. Nasıl ki oruç tutmada hilal bir mihenk taşı ise, kutup yıldızı da namaz için bir göstergedir. Bakın Allah-ü Teala; Yıldızları da onlarla yol bulasınız diye halk ettim buyuruyor. Demek ki; yıldız pusula görevi yapıyor adeta. Hatta çöl karıncalarında arılar gibi polarize ışıkla yönlerini ayarladıkları artık bir sır değil. Yani bu karıncaların gözleri içerisinde ultraviyole dalga boyda ışınlara duyarlı alıcıların bulunması veya güneş ışığını analiz eden bir donanıma sahip olmaları onları çöllerin kızgın kumları üzerinde yuvalarını bulmaya yardımcı kılmaktadır. Belli ki çöl karıncalarına yuvaya dönüşlerinde bile en büyük rehber güneş ışığı olmaktadır. Anlaşılan gökyüzümüzü aydınlatan gök cisimlerin hiçbiri başıboş hareket etmiyor, belli bir program dâhilinde yeryüzünde birçok canlıya resmigeçit dahi yaptırabiliyorlar. Dolayısıyla gökyüzüne bakıp ta kıble tayini yapacak bilgi donanımına sahip olmayan bir kimse, nasıl olsa bu bilgi bende yoktur diye namazı boşlayamaz. Çok yönlü araştırmalarını sürdürmek icap eder. Nitekim bir kimse soracak adam bulamayıp araştırmasına dayalı namaz kılar da, kıbleye isabet etmediği sonradan anlaşılınca kıldığı namaz caiz olup iadesine gerek yoktur. Çünkü Hz. Ali (k.v); “Araştıranın kıblesi niyet ettiği yöndür” buyuruyor. Ancak bir kimse soracak kişi olduğu halde, araştırmasına göre kılıp da isabet etmezse namaz sahih değildir. Fakat kıbleyi sormada yerli halktan olması şarttır. Bir kimse araştırmaksızın kıbleye isabet etse de namaz caiz değildir, nedeni araştırma farzını terk etmiş olmasından dolayıdır. Kişi; güneş, ay, yıldız ve emsali delilleri bilmemek hususunda mazur sayılamaz, ama astronomi ilminin tüm inceliklerine vakıf olmak şart değildir. Bu konularda aciz olanın kıblesi gücü yettiği kadarıyla tespit ettiği yöndür. Namazda rey’i, yani görüşü değişen bir kimse aklının kestiği tarafa derhal dönmeli, eğer Namazda rey’i değişip aklının kestiği tarafa dönmesi gerekirken dönmeyip bir rükün eda edecek kadar durduktan sonra dönerse namaz bozulur. Normal durumlarda bir kimse özrü yoksa bile namazda göğsünü kıbleden çevirse namaz bozulur, sadece yüzünü çevirirse kıbleye dönmesi yeterlidir. Yolculukta kendi aralarında kıble hususunda ihtilafa düşerlerse namazlarını ferdi kılarlar. Aslolunan namazda Kâbe’nin bir parçasına ve gökyüzündeki boşluğuna isabet ettirmektir. Kâbe yönü pusula ile de tespit edilebilir.
Yolculuk esnasında zaruret bulunmadıkça yürür halde veya binek (vasıta) üzerinde farz ve vacip namazlar kılınamaz. Fakat yerde duran arabanın şekli bir sedir ve tahta gibi düz, yani namaz kılmaya müsait tarzda ise kılınabilir. Keza farz namazı bir özür sebebiyle hayvan üzerinde (günümüzde ulaşım vasıtaları) gücü yettiği tarafa yönelerek kılınabilir. Bir kimse hastalığından dolayı kendisine yardım edecek kimse yoksa gücü nispetinde kıbleye yönelip namazını kılabilir. Şayet farz namazı eda edeceği yer çamurluysa hayvanı (arabasını) durdurup kıbleye dönerek ten hayvan (arabası düz tahta şeklinde ise) üzerinde namaz kılmak caizdir. Anlaşılan bir kimse özürsüz şehir dışında yani yolculukta binek üzerinde istediği istikamette nafile namaz kılabilir.
YOLLARDA İBADET DURUMLARI
Yola çıkıyorum diye namazı terk etmemeli. Çünkü namaz vuslata yolculuktur. Sahabeyi Kiram cephede çarpışırken bile namazı ve cemaati terk etmemişler. Zira bir grup sahabe düşmanla çarpışırken saf tutup namaz kılıyor, sonra geri çekilip tekrardan düşmanla çarpışıyor ve daha sonrasın da ateş hattında bulunan diğer gurup gelip namaza duruyordu.
Yollar üzerinde hanlar, hamamlar, kervansaraylar, eğlence mekânları, mabetler (camii, kiliseler) vs. mevcut. Her an her durumda tavır almamız gereken kaideleri bilmezsek yolculuğumuzdan murad edileni bulamayabiliriz. Mesela bir Müslüman’ın Havra, ya da Kilise’ye girmemesi gerektiğini bilmesi gerekir, tabiî ki mabede girme hakkı olmadığı yönünden değil, şeytanların toplandığı yer olması bakımdan, ya da resim ve heykellerle donatıldığından dolayıdır. Yine yol güzergâhları meyhanelerden arındırılmış değil elbet, bu yüzden meyhanede kılınan namaz mekruh olduğunu bilmeli. Nitekim enstrümantal müzik, çalgı sesleri zihni meşgul ettiği gibi rahmani olmayan ortam da söz konusudur.
Eskiden bineklerimiz deve türü hayvanlardı. Rasulüllah (s.a.v) bu nedenle; Develerin çöktüğü yerlerde namaz kılmayın. Çünkü develer şeytandandır buyurmuştur. Koyun ağıllarını sorduklarında ise cevaben; Oralarda namaz kılın, zira onlar bereketten yaratılmışlardır (Müslim) buyurdular. Tabiiki develerin şeytan diye telaffuz edilmesinden maksat şeytana benzer sıfatta ürkek ve eziyetçi özelliği sahip olmalarından ötürüdür. Ki; namaz kılan kimse onların ürkmeyeceğinden emin olamaz, aklı hep meşgul edeceği muhakkak, bu yüzden develer koyunlardan bu yönleriyle ayrılır. Zaten hadis-i şerif gereği onların çöktüğü yerde namaz kılmak mekruhtur. Ancak develerin temiz olan ağılları bundan istisnadır, dolayısıyla temiz olduğuna emin olduğumuz ağılda namaz kılmak mekruh değildir. Anlaşılan hayvanların boğazlandığı mezbaha türü yerlerde kılmak mekruhtur.
Yollarda da temizliğe riayet şart. Zira yollar pislik veya idrardan arınmış değildir. Bu yüzden âlimlerimiz yolun üst ve alt kısmında namaz kılmayı mekruh saymışlar. Nitekim çöplükler genelde yol üzerinde bulunurlar, hatta buralar karasineklerin barındığı yerlerdir. Dolayısıyla bu tip alanlarda temiz yaygı sermeksizin namaz kılınırsa, o kılınan namaz mekruhtur.
Yol da konakladığımızda ihtiyacımızı gidermek için tuvalete ister istemez girmek zorundayız. Dolayısıyla tuvalet kapısında ve yerinde namaz kılmamalı. Çünkü dinimiz tuvalette Allah’ı zikretmeyi men edince, haliyle burada namaz kılmanın yasak olabileceği kuvvetle muhtemel dâhilindedir.
Değirmende gürültü zihni meşgul edip huşumuzu bozacağından namaz kılınması mekruhtur. Yolculuğumuz süresince gasp edilmiş araziye de denk gelebiliriz. Neyse ki gasp edilmiş yerde kılmaya müsaade var. Çünkü yasak namazın kendisine ait değil, bilakis kılınan namaz kerih olmakla birlikte namazın sahihliğini ortadan kaldırmamaya yönelik bir kaidedir. Hatta gasp edilen yere konulmuş mescitte bile namaz kılmak sahihtir. Sadece başkasına ait olan yerde sahibinin rızası olmaksızın kılınan namaz mekruhtur. Bir görüşe göre de eğer yer ekilmemişse veya Müslüman’a aitse kerahet yoktur, gayri müslim’e aitse gayri müslim’in rızalığı olmayacağından caiz değildir.
Konaklayacağımız yerlerde banyo ihtiyacımız söz konusu olabilir. O halde dikkat etmemiz gereken hamamların şeytanların sığındığı ve avret yerlerinin açılma ihtimalinin bulunduğu, kullanılmış suların döküldüğü yerler olmasıdır, dolayısıyla buralarda da namaz kılmak mekruhtur. Ancak hamamda namaz için hazırlanmış bir bölüm varsa kılmakta mahzur yoktur. Sadece hamam mı? Elbette ki hayır, evimizdeki banyolarda da namaz kılmak mekruhtur, bu böyle biline.
Yol üzerinde yer yer kabristanlardan geçeriz, hatta türbe (merkat) yerlerini ziyaret ederiz. Kabir ziyaretine gittiğimizde kabirde yatanların yerine kendimizi koyarak davranalım ki gönlümüz yumuşasın, vücut iklimimizde değişiklik gerçekleşebilsin. Kabir namaz kılanın önünde olursa namaz kılmak mekruhtur.
Müslümanlar Hac yolculuğunda Kâbe’ye yüzünü sürmek için can atarlar, fakat dikkat gerektiren bir husus da; Kâbe’nin üzerinde kılmanın saygısızlık ve mekruh olduğunu bilmektir. Fakat Kâbe’nin içinde, önünde, arkasında kılmak caizdir. Dahası Kâbe’nin için de cemaatle bile namaz sahihtir. Kâbe’nin içinde namaz kılanın, Makam-ı İbrahim arkasında ve tavaf yerlerinin etrafında kılanların önlerinden geçmesi yasak değildir. Çünkü tavaf namaz gibidir zaten, sanki önünde namazların safları varmış gibi olur. Mekke’de yaşayanlar için Kâbe’nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılarlar, onun için Kâbe’nin aynına isabet şarttır. Mekke’nin dışında aynına isabet şart değildir. Doğu ile batı arası bütününe şamil sayıldığından doğu ile batı arası kıble sayılır. Kâbe bir binadan ibarettir. Kâbe yıkılsa namaz kılmayacak mıyız, elbette kılacağız. Çünkü Kâbe yedi kat yerden Arş-ı A’la’ya kadar bir alanı kapsar. Dolayısıyla bir kimse yüksek dağların tepesinde ve derin kuyularda namaz kılsa caizdir. Demek ki Kâbe’den maksat binanın yeridir.
Yola çıkmadan iki rekât yolculuk namazı kılmalı, hatta ilk rekâtta fatihadan sonra Kafirun ve ihlâs surelerini okunması müstehab olup namazın ardından yolda muhtemel başına gelebilecek olumsuzluklardan korunmak için dua ve niyazda bulunulmalı. Aynı zamanda Ayetel Kürsi, Kureyş surelerini, sabah akşam üç İhlâs, bir Felak ve Nas surelerini okumayı ihmal etmemeli. Yine yola çıkmadan önce sünneti seniyye gereği önce stresten uzak kalp sükûneti yakalamalı, sonra makas, iğne iplik, ayna, tarak, tırnak makası, misvak vs. gibi her an gerekli malzemeleri ve teyemmüm için kiremit, tuğla cinsinden maddelerde yanımızda bulundurmak gerekir. Hatta çoluk çocuğun nafakasını önceden temin etmeli, anne ve babanın gönüllerini hoş etmeli, fakirlere de imkânlar ölçüsünce sadaka vermeli. Bakın bu konuda Yüce Peygamberimiz; “Bir sadaka yetmiş belayı def eder” buyurmuş. Aynı zamanda vedalaşırken aile efradını Allah’a emanet etmeli, yani Allah’a emanet olun demeli. Nitekim Hz. Ömer’in yanına çocuğu ile birlikte bir adam gelir, bir anda Hz. Ömer’in dikkatini çeker der ki;
—Ne kadarda birbirinize benziyorsunuz
Adam:
—Ey Müminlerin Emiri! Sana bu çocuğun durumunu müsaadenizle anlatmak istiyorum deyince, Müminlerin Emiri anlatmasına izin verir ve sözlerine şöyle devam eder; Bu çocuk ben yolculuğa çıkarken annesinin karnında idi. Vedalaşma aşamasında annesi bana:
—Beni hamile halde mi bırakıp gidiyorsun demişti. Bende:
—Karnındaki çocuğu Allah’a emanet ediyorum ya, böylece Allah’a ısmarladık deyip evden ayrıldım. Geldiğimde eşim ölmüştü, yakınlarımla konuşurken az ötede kabrin üzerinde bir ateşin parladığını görünce sordum:
—Bu ateş neyin nesi diye,
Dediler ki:
—Bu senin ölen hanımının mezarında her gün gördüğümüz ateş dediler.
O zaman onlara:
—Ama benim eşimin ibadetlerinde geri durmazdı, iyi bir kadındı dedim ve ardından merakımı yenmek için elime kazmayı alıp mezarı eştiğimde bir de ne göreyim içinde bir ışık yanıyor ve çocuk da orada yuvarlanıp duruyor. O esnada bana gaipten bir ses:
—Bu senin bize emanet ettiğin çocuk, eğer annesini de bize emanet etmiş olsaydın onu da sağ salim bulurdun. İşte Allah’a emanet budur.
Bir gün Resulü Ekrem Cübeyr b. Mutim’e:
—Ey Cübeyre! Bir yolculuğa çıktığın zaman en bereketli kimse olmak ister misin, deyince,
—Elbette Ya Rasulullah! Dedi. Bunun üzerine Resulü Ekrem şöyle dedi:
— O halde şu beş sureyi oku, bunlar kafirun, İzaca, Nasrullah, İhlâs, Felak ve Nas sureleridir. Her sureye besmele ile başla besmele ile bitir diye buyurdu.
Yolculuğa çıkarken şayet borcun vakti geldiyse borcunu ödeyip yola çıkmalı, helal para ile yola çıkmak esastır çünkü.
Yola çıkmadan önce kimseye yük olmamak için yol azığı edinmeli, bu arada yolda arkadaşlarına ikramda bulunmayı da esirgememeli. Hakeza yine arazide konakladıysanız topluca yemeli, lokantada iseniz ferdi yemenin sakıncası yoktur. Bütün bunlara ilave edebileceğimiz en büyük azık hiç şüphesiz edep ve zikir azığıdır, birde iyi bir arkadaş seçimidir.
Tek başına yolculuk hoş görülmez. Belli ki tek başına yolculuk yapan avlanacaktır. Zira şeytan daha çok tek başına yolculuk yapanı gafil avlamada mahirdir. Tavsiye olanı en az dört kişilik gurupla yola çıkma hükmüdür. Dolayısıyla yolculuk süresince seni yüzüstü bırakacak olanla sakın yola çıkma. Keza yolda fitne çıkarandan uzak durmakta öyledir. Hepsinden önemlisi yolculukta iki kişide olsanız birinizi başkan seçin prensibinden hareketle Kur’anı en iyi bilen, eli açık ve en merhametli gibi özelliklere haiz başkan seçmeli. Allah Resulü; “Allah katında arkadaşların en hayırlısı arkadaşları için en hayırlı olanıdır” buyuruyor. Bir insanı tanımak için üç şeyi yapmak yeterli demişler:
—Komşuluk yap,
—Yolculuk yap,
—Ticaret yap.
Velhasıl; yolculukta ne kadar meşakkat o kadar ecir. Bundan dolayıdır ki; ‘Ya Hacı sabır’ demişler. Zira Hac yolculuğu da çile ile yüklü.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir