Ana Sayfa » Genel » Cemaat ve İmamet

Cemaat ve İmamet

CEMAAT ve İMAMET

ALPEREN GÜRBÜZER

Din cemaatle yaşanır. O halde dört şey; iman, ilim, takva, birlik ve beraberlik (cemaat) adabı göz ardı edilemez. Çünkü tek başına yaşamak isteği bencillik duygusunun bir sonucudur. Bencil kişi topluma faydalı olamaz zaten. Nitekim Rabbül Âlemin; İnsanlara karşı yanağını çevirip (yüzünü kırıştırma) (Lokman 31/8), Onlara: Gelin Allah’ın Resulü sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını ve onların kibir içinde yüz çevirdiklerini görürsün (Münafıkın 63/5) beyan buyurmakta.
Cemaat içinde kendimizden büyükleri gördüğümüzde saygıda kusur göstermemeli, kendimizden küçüklerle karşılaştığımızda hasbıhal eyleyip şefkatle kol kanat germeli. Herkese karşı tevazu ve yumuşakça davranmayı şiar edinmeli. Bir Hadis-i Kutside Rabbimiz; Büyüklük benim ridam, ululuk izarımdır. Kim bu ikisinden biriyle benimle çekişmeye girerse onu helak ederim buyuruyor. Hakeza yine Allah (c.c); Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boycada dağlara erişemezsin (İsra 17/37), Şimdi insan baksın neden yaratıldı? O, belden atılan bir pis sudan yaratıldı (Tarık 86/5–6), Kahrolası insan (kâfir) ne nankör şey! Bir meni parçasından yarattı da (insan) biçimine koydu (Abese 80/17–19) ayeti celilerle cemiyet hayatında kibirle gururla dolaşmamamızı uyarıyor.
Rasulüllah (s.a.v); İnsanların arasına girip onların yükünü çeken ve eziyetlerine katlanan Müslüman, hiç kimseye karışmayandan daha hayırlıdır buyurmakta. Dolayısıyla; ‘Halka hizmet Hakka hizmettir’ denmiştir. Cemaatle beraber yaşamak aklın gereğidir. Öyle ki; hizmet varsa nafile ibadetten önce öne alınır.
Enes (r.anh.) anlatıyor:
Resulü Ekrem’le bir yolculuktaydık, bir yere konakladık, o sırada oruçlular uyuya kaldılar, oruç tutmayanlar ise çadır kurup hayvanları suladılar. Bu durumu yerinde gören Allah’ın Habib-i (s.a.v): Bu gün, oruç tutmayanlar bütün sevabı alıp götürdüler buyurdu. Bu kutsi yolda anlaşılan cemaate hizmet esastır.
Bir başka örnek verecek olursak;
Ashaptan birisine koyun kellesi hediye verilmişti, o da kendi sıkıntısını dert etmeden komşusuna gönderdi. Tabii o da diğer komşusuna gönderir. Derken hediye yedi komşuyu dolaştıktan sonra ilk gönderene tekrar dönmüş olur. İşte görüyorsunuz cemiyet şuuru budur. Kaldı ki bu kıssadan da anlaşıldığı üzere bir kişi tek başına toplumdan kopuk uzak hayat yaşasaydı konu komşudan haberi olamayacaktı.
Cemaat adabından biride cemaat arkadaşlarını sıkıntıya sokmamaktır. Rasulullah (s.a.v); Ben ve ümmetimin Salihleri yapmacık zorlama ve davranışlardan uzağız’ buyurdular. Ki; bir gün Peygamberimizin ayakkabı bağı çözülünce ayakkabısı çıkıverdi, hemen düzeltmeye çalışacakları sırada derhal müdahale edip bu bir özel muameledir, böyle davranılmasını sevmem demişlerdir. Gerçekten de cemaat içerisinde yaşayan kardeşler birbirlerinden hürmet beklemeyi bir kenara itip, hizmete koşmayı tercih etmeli. Hürmet beklentisinde olursan bir gün gelir terk edilirsin, demek oluyor ki önemli olan hiç kimseyi sıkıntıya sokmamaktır. Kendin için istediğini kardeşin içinde istemeli.
Allah-ü Teala; Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın buyuruyor. Yine; Sadıklarla beraber olun diye öğütlüyor. Hakeza Peygamberimizde; Rabbül Âleminin eli (rahmeti ve desteği) cemaatle birliktedir buyuruyor. Şu halde birlik ve cemaat halinde yaşamak mecburiyetindeyiz.
Allah Resulü Medine’de Sa’d b. Rebi’yi Abdurrahman b. Avf’a kardeş yapınca bakın Sa’d b.Rebi, Abdurrahman b. Avf’a ne söyler? Der ki;
—Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim, iki hanımım var istersen bunlardan birisini boşayayım, hatta iddet müddeti bitince onunla evlen der.
Abdurrahman b. Avf’da cevaben;
—Bak kardeşim! Allah sana, ehline ve malına bereket versin, iyisi mi sen bana çarşının yolunu göster başka bir şey istemem, ben ticaretle uğraşayım der. İşte toplumla beraber yaşamak budur. Kıssadan da anlaşıldığı üzere kardeşlik gereği birçok şeyler paylaşılabiliyor pekâlâ.
Hak Teâlâ; Allah’ın size nimetini hatırlayın. Hani siz bir zaman birbirinize düşman idiniz; O kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Sizler bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi aradan kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız (Al-i İmran 3/102–103) diye beyan buyuruyor.
Müfessirlerden bir kısmı; “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın” emrinden maksat Kur’an olduğunu, kimi İslam, kimi İtaat, kimi ‘iman, tövbe ve ihlâs’, kimi de cemaat olduğunu açıklıyor. Bütün bu açıklamaların geniş çerçevede ayetin yorumu yapıldığında; Kuran’ı rehber edinmeyi, İslam dairesinden çıkmamayı, tövbe, taat, ihlâs ve takva üzerine yaşayan cemaatle birlikte olmak gerektiği anlaşılır. Çünkü Yüce Mevla’mız; Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın uyarısını yaptıktan sonra; Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin buyuruyor. Zira Resulü Ekrem (s.a.v); İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir grup hariç, diğerleri ateşte olacaktır buyurunca,
Ashab-ı Kiram:
—Ya Rasulullah! Bu kurtulacak fırka kimlerdir?
Buyurdular ki:
—Ehlisünnet vel cemaattir. Yani Allah ve Resulünün yolundan gidenlerdir.
Yine Resulü Ekrem; Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, boynundan İslam bağını çıkarmış olur buyurur.
Cemaatin önemini ortaya koyan hadislere göz atacak olursak:
Kurdun sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan sakınınız. Size cemaate sarılmanız ve çoğunluğa katılmanız gerekir (Ahmed, Müsned).
Üç şey var ki; Müslüman bir kimsenin kalbi onlarda hıyanetlik üzere bulunmaz. Bunlar: Allah için amelde ihlâslı olmak, önündeki imama nasihat edip samimiyetle davranmak, cemaate sımsıkı sarılmak. Şüphesiz müminlerin duaları onları arkadan sarar.
Kıyamete kadar ümmetimden bir taife hak üzere kalmaya ve Allah’ın emrini yerine getirmeye devam edecektir. Onlara muhalif davrananlar kendilerine hiçbir zarar veremeyecek. Onlar hakkı izhar ve ispata muvaffak olacaklardır(Bkz. Alusi a.g.e. C.7, cüz16).
Şüphesiz Allah ümmetimi delalet üzerinde bir araya getirmez, Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.
Hiç şüphesiz şeytan cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip istediği yola çeker..
Şüphesiz, Allah her yüzyılın başında bu ümmetin içinden, onların dualarını yenileyecek kimseler gönderir(Ebu Ya’la, Müsned 7. 59–60 No:2078).
İsrail oğullarını peygamberler yönetip idare ederdi. Bir Peygamber vefat edince yerine başka bir Peygamber gelirdi. Benim ve ümmetimden durumum ise böyle değildir. Benden sonra hiçbir Peygamber gelmeyecek, fakat halifeler bulunacak, sayıları da çok olacak.
Ashab-ı Kiram:
—Ya Rasulullah! Onlara karşı ne yapmamızı emredersiniz?
Efendimiz(s.a.v):
—İlk önce beyat ettiğiniz halifenize vefa gösterin ve onların hakkını verin; üzerinize düşeni yerine getirin. Şüphesiz Allah, onları da yönetimlerine verdiği kimselerin hesabını soracaktır (Buhari, Enbiya,50, müslim, imare,440, İbnu Mace, Cihad,42, Ahmed, Müsned,2, 297).
Bir İmama kalbinin sevgisiyle yönelip elini uzatarak beyat eden kimse, gücünün yettiği kadar ona itaat etsin (Müslim, imaret).
Müslümana, kendisine bir haram emredilmediği sürece hoşuna giden ve gitmeyen konularda başındaki imama dinleyip itaat etmesi farzdır (Buhari, ahkâm,4).
Başınızda eli çolak, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa sizi Allah’ın kitabına göre yönettiği sürece sözünü dinleyip itaat edin (Müslim, imare,37; Nesai).
Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur…. Eğer başınızdaki imam Allah’tan korkmayı emrederse bundan dolayı kendisine ecir vardır. Takvanın dışında bir şey emrederse vebali onadır.
Bir ara Resulü Ekrem (s.a.v);
Ey topluluk! Benim size Allah tarafından gönderilmiş bir Resul olduğumu bilmiyor musunuz sorunca,
Oradakiler:
—Evet, Sen Allah’ın Resulüsün dediler.
Resulü Ekrem (s.a.v):
—Allah’ın kitabında; Bana itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağını bildiren ayeti indirdiğini biliyor musunuz?
Dediler ki:
—Evet ya Rasulullah! Şahadet ederiz ki sana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Şüphesiz sana itaat Allah’a itaat sayılmaktadır.
Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v):
Hiç şüphesiz bana itaat etmenizi Allah’a itaat olmaktadır. Başınızdaki imamlarınıza itaat etmenizde bana itaat olmaktadır (Suyutu ed, Dürrül- Mensur, 11. 597).
Kim başındaki emirinden hoşlanmadığı bir şey görürse, sabretsin. Çünkü kim cemaatten bir karış ayrılırsa cahiliye ölümü ile ölür (Müslim, imamet).
Ümmetimden her devirde Sabikun (hayırda önde) bulunur (Ebu Nuayım, Hilye,1,7, Suyuti el- camius sağır2, 415 No:7327).
Üç sınıf insan var ki, Allah Teala onlarla kıyamet günü onları temize çıkarmayacaktır. Bunlardan birisi de, bir imama sırf dünya için beyat eden kimsedir…(Buhari, Ahkâm,48, Müslim, İman 173;Nesai, Buyu,6, İbnu Mace, Cihad,42; Ahmed Müsned2, 25)
İmamlarınız hakkında kötü sözler konuşmayın, Allah’tan onlar için güzel hal isteyin..(Müslim)
İmamlarınızın en hayırlısı; sizin onlar için onlarında sizi sevdiği, sizin onlar için onlarında sizin için dua ettiği kimsedir (Taberani).
Kim, dünyada Allah’ın adına hüküm icra eden sultana (imama) ikram ve hürmet ederse Allah’ta kıyamet günü ona ikram eder. Kim küçültürse Allah’ta kıyamet günü onu alçaltıp rezil eder (Tirmizi, fıten,47).
Allah’ın ahkâmını ayakta tutan sultana(imama) kötü söz söylemeyin. Şüphesiz onlar yeryüzünde Allah’ın gölgesidir (Suyuti) tarzında daha birçok hadisler cemaatin ve o cemaatin imametine tabii olmayı ortaya koyar.
Elbette ki imamete tabii olmak derken Sünneti Seniye üzerine hareket edene tabii olmak esastır. Hz. Peygamber Nassla hiç kimseyi imamete atamamıştır. Hz. Ebubekir Sıddık (r.anh); Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz buyurmuştur. İmamlık o kadar önemli ki Rasulullah (s.a.v); vefat ettiğinde defin işlemleri sürerken bile ashab-ı kiram Müslümanlar başsız kalmasın diye öte yandan da halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Nitekim Allah Resulünün vefatının ardından halifelik konusunda; İmamlar Kureyş’ten olur hadisi şerifi zikredilince Ensar halifelik talebinden vazgeçip Hz. Ebubekir’e biat etmişlerdir. Hz. Ömer’de Hz. Ebubekir’in tavsiyesiyle halife seçilmiştir. Hz. Ömer’de hasta yatağında hilafet işini altı kişiye havale etmiştir. Söz konusu bu altı kişilik şura heyeti Hz. Ömer’in vefatının ardından kendi aralarında altıncı üye Abdurrahman b. Avf’ın vereceği karara razı olacaklarını beyanla Hz. Osman seçilmiştir. Hz. Osman’da hayattayken kendisinden sonra kimin seçilmesi hususunda vasiyet etmeksizin şehit edilip darül bekaya göç ettiğinin ardından Muhacir ve Ensarı temsilen toplanan heyet halifeliği Hz. Ali’ye teklif etmişlerdir. Tabii Hz. Ali (k.v) ateşten bir gömlek olduğunu düşünerek ten önce kabul etmemiş, fakat sonradan yoğun ısrarlar karşısında dayanamamış halifeliği üstlenmiştir.
Dört halife gerçek manada halifedir, sonrası malum Peygamberimizin daha önceden hadisi şerifte de belirttiği üzere mülk olarak tescillenmiştir. Bu yüzden Hz. Muaviye’nin Hz. Ali’ye yaptıklarından dolayı tekfir edilemez. Çünkü mülk içtihadıyla hareket etmiş, Hz. Ali ise halifelik içtihadıyla mücadele etmiştir. Kaldı ki sahabe arasında yaşanan ihtilaflar asla iman konusu olamaz. Hz. Ali’den sonra Hz. Muaviye’nin imamlığı halife olarak değil emir veya hükümdar olarak değerlendirilir. Böyle değerlendirilmesi kuvvet yoluyla, galip gelme şeklinde olduğu içindir. Ancak Yezid öyle değildir. Malum o hem zalim, hem de münafıktır.
Anlaşılan ümmetin birliği ve dirliği için illa ki lider şart. Elbette ki ümmeti idare eden liderin Ehlisünnet yolunu takip edeni makbuldür.
Bakın Muaz b. Cebel:
—Ya Rasulullah! Eğer bizim başımızda senin sünnetine göre hareket etmeyen bulunursa ne yapmamızı emredersiniz?
Resulü Kibriya (s.av):
—Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez buyurmuştur.
Hakeza Resulü Ekrem (s.a.v) bir grup asker hazırlayıp, başlarına da Ensar’dan Abdullah b. Huzafe Es Sehmi’yi emir tayin etmişti. Derken sefere koyuldular, bir yerde mola verdiklerinde emrindeki askerler Abdullah b. Huzafe Es Sehmi’yi kızdırmış olsalar ki;
— Sizden biraz odun toplamanızı, onu tutuşturmanızı ve içine girmenizi istiyorum talimatını verir.
Onlarda:
—Allah Resulüne soralım; eğer ateşe girmeyi emrederse gireriz derler. Bu arada ateş söndüğünde Emir’in kızgınlığı da gitmiş olur, ama dönüşte mesele sorulduğunda Habib-i Kibriya şu cevabı verdiler:
—Eğer o ateşe girselerdi, çıkamaz ebediyen içinde kalırlardı, imama itaat ancak hayırda olur.
Allah-ü Teala; Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül evet bütün bunlar o yapılan şeyden mesuldür (İsra:17/36) buyuruyor.
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır da ayet ve hadislerden hareketle; “Bir kimseyi ‘rab’ edinmiş olmak için illa ona ‘rab’ adını vermek şart değildir. Bir kimsenin emrine uymak emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Bizim âlimlerimize ve adil idarecilerimize itaat edip saygı göstermemiz bunun dışındadır. Çünkü bize böyle bir itaat emredilmiş, ölçüleri belirtilmiştir” diye meseleye açıklık getirmiştir.
Yeryüzünde Allah diyen kimseler kaldığı sürece kıyamet kopmaz (Abdurrahman Cami 898 Nakduin- Nusus, 97) hadisi şerifiyle gerçek manada Allah adını ananların yüzü suyu hürmetine yaşadığımız acımasız dünyanın önümüze koyduğu bir takım hazin olaylar devam edebiliyor.
Rabbül Âlemin; Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ul’ul emr’e de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüzde Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resulüne götürün, bu hem hayırlı, hemde netice bakımdan daha güzeldir (Nisa 4/59) diye beyan buyuruyor.
İmamlık netice itibariyle İmameti Kübra (büyük imamlık) ve İmameti Suğra (küçük imamlık) diye iki ana başlıkta incelenir. Umumi imamlıkta; hür, erkek, akil baliğ, muktedir ve Kureyş’li olmak gibi şartlar aranır. Umum-i riyasete sahip imametin başlıca görevleri şunlardır; Şer’i cezaları tatbik etmek, zekâtları almak, yol kesici ve hırsızlığın önüne geçmek, cuma ve bayram namazlarını kıldırmak, velisi olmayanları evlendirmek, ganimetleri taksim etmek vs.
Kâfir, Müslüman’a veli olamaz, hakeza kadın da halife olamaz. Yine fasık birini imam tayin etmek mekruhtur. Adil olmak halifelik için şart değildir. Böyle birini seçmek mekruh olmakla birlikte halifeliği sahihtir.
NAMAZ İMAMLIĞI
Namaz imamlığı için aranan şartlar; Müslüman olmak, akıl baliğ olmak, erkek olmak, Kur’anı okuyor olmak, özürden beri olmak, yani burun kanaması, pelteklik ve pepelik gibi özürlerin olmamasıdır.
Kalabalık camilerde saflar yola bitişik ise imama uymaya mani değildir. Ev ile mescit arasında bir yol ayırımı olsa bu durum imama uymaya engel teşkil eder, zira mekân farklılığı söz konusudur.
İmama uymanın şartları;
—Cemaat olan kişi imama niyet etmeli,
—Namaz kıldıkları yerin bir olmanın yanı sıra cemaatin imamı görebilecek veya göremese de tebliğ edici vasıtasıyla da olsa imamın sesini duyabilecek mekân olması,
—İmamın arkasında duran kişinin topuğu imamın topuk hizasını geçmemeli, çünkü öne geçmede topuğa itibar edilir. Sadece topuk mu, elbette ki hayır. İmamdan önce rükû ve secdeye varmakta öyledir. O halde bu kişi selamdan sonra o rekâtı kaza etmesi gerekir. Aksi takdirde namaz batıl olur. Esas olan rükünlerde imamla birlikteliği sağlamaktır. Dolayısıyla imamdan önce rüku ve secdeye varmamalı,
—İmam ve cemaatin kıldıkları namaz aynı olmalı,
—İmamın namazı sahih olmalı vs.
Yerde namaza duran bir kimse binek hayvan üzerindeki imama yahut hayvan üzerindeki bir kişi yerde namaza duran imama uyamaz. Zira paylaşılan mekân aynı değildir. Hakeza yine farz namaz kılan kişi nafile kılana uyamaz. Ancak nafile namaz kılan kişi farz kılanın ardından cemaat olabilir. Anlaşılan buradaki incelik zayıfın kuvvetliye bina edilmesi söz konusudur. Bu durumda nafile kılanın nafile kılana uyması sahih olur. Hatta vitir namazını vacip bilenin sünnet kabul eden kimseye uyması da sahihtir.
İma ile namaz kılana uymak sahih değildir.
Abdestli kişinin teyemmümlü kişiye, ayaklarını yıkayanın mesh edene, ayakta olanın oturarak rükû ve secde edene, bedeni özrü olmayanın kambur ve topal olana, hür kadının başı açık olan cariyeye uyması caizdir.
Kadının kadına imamlığı kerahetle caizdir. Eğer kadınlar cemaatle namaz kılacaksa, imam olan kadın öne geçmez aralarında durması icap eder.
Bir kimse imamdan önce özürsüz olarak selam verirse namazı kerahetle sahihtir.
İmam cünüp veya abdestsiz namaz kıldırır da, cemaatte bundan haberdar olursa kılınan namaz fasittir.
Dört şeyde imama uymak şart değildir, bunlar;
—İmam bile bile namaza secde ilave ederse,
—Bayram tekbirlerini fazla alırsa,
—Cenaze tekbirlerini fazladan alırsa,
—İmam yanılarak farzdan fazla bir rekâtı kılmak üzere beşinci veya üçüncü rekâta kalktığında gibi vs. ayrıntılarda uyulmaz.
İmamın cemaati usandıracak derecede namazı uzatması uygun olmadığı gibi mekruhtur. Ancak cemaat uzatmaya razı olursa kerahet olmaz. Sabah namazında imamın ilk rekâtı uzatması sünnettir. Bu durum cemaatin ilk rekâta yetişmesi içindir. İmamın kendisine kolay gelen ayet ve sureleri okuması caizdir. Hatta teravih namazını cemaati usandırmayacak şekilde orta halli kıldırması uygundur. İmama uyan kimsenin gizlice Fatiha okuması doğru tavır olmaz, okunursa namazın bozulacağı birçok sahabeyi kiramdan rivayet olunmuştur. Ebu Hureyra (r.anh.); Biz vaktiyle imamın arkasında okurduk. Neyse ki ‘Kur’an okunduğunda onu dinleyin ve susun’ ayeti kerimesi nüzul olmasıyla birlikte mesele kendiliğinden halledildi demiştir.
Mezhep değişikliği imama uymaya engel değildir, ancak şu var ki; bir Hanefi’nin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafii’ye uyması caiz değildir.
Erkeklerin kadınlara ve çocuklara uyması caiz değildir. Ayrıca akıllının bunağa, Kur’an okuyanın ümmiye, kıraati olmayanın dilsize, elbisesi temiz olanın pis olana, avret yeri kapalı olanın açık olana, özrü olmayanın özrü olana uyması caiz değildir. Kölelerin ve babası belli olmayanların imamlığı mekruhtur. Çünkü bunlarda cehalet daha fazla olur. İki gözü kör olanın imamlığı caizdir. Fakat göz kusuru olmayan birinin yapması daha evladır.
Başkasının evinde imamlık yapacak olan bir kişi ancak ev sahibinin izniyle imamlık yapabilir, zaten faziletli olanı da budur.
Bir kimse fasıkın veya bidatçinin arkasında namaz kılarsa cemaat sevabına nail olur. Rasulullah (s.a.v); Bir kimse takva sahibi bir âlimin arkasında namaz kılarsa bir Peygamberin arkasında namaz kılmış gibi olur buyurdu. Fasıkın ve bidatçinin imamlığı tahrimen mekruhtur, çünkü dini saygınlığı yoktur.
Namazda imama uyan bir kişi ise imamın sağında durur.
Kalabalık bir cemaate imamın sesi duyuluyorsa tebliğe (intikale-aktarmaya) gerek yoktur. Aksi takdirde mekruhtur. Bir kişinin safta yer olmasına rağmen cemaatin arkasında tek başına namaza durup imama uyması mekruhtur. Anlaşılan safta yer bulunmadığı durumda caiz olmaktadır.
İmamın kıraati cemaatin okuması gibidir. Fakat selam ve teşrik tekbirleri hariç iftitah tekbirinde elleri kaldırmada, tekbir getirmekte, subhanekeyi okumada, semiallahü limen hamideh demede, tahiyyatı okumasında imama uyulmaz, yani kişinin kendisi okumalıdır.
Cemaat arasında İmamete geçmede sırasıyla şunlar tercih edilir;
—Namaz hükümlerini en iyi bilen, varsa fıkıh sahibi olanı,
—Tilavet ve tecvidi güzel, aynı zamanda takva sahibi olanı,
—Yaşça büyük, yüzce güzel olan, ya da güler yüzlü, ahlaki ve soyca güzel olanı,
—Karısı güzel olanı,
—Elbisesi temiz olan, malı en güzel olanı vs.
Ayrıca yukarıda tasnifte yer alan yüzü güzel olandan maksat teheccüd namazı kılandır. Çünkü teheccüd namazı kılanın yüzü de güzel olur. Karısının güzel olmasından amaç; kocanın başkasına gözü kaymamasıdır. Başın büyük olmasından kasıt ise, aklının çokluğuna delalet etmesindedir. Bunlara ilaveten cemaat arasında ev sahibi veya o yerin (cami veya mescidi) imamı bulunursa yukarıda ki sıralamalara ait vasıfta olsa bile ev sahibi veya caminin imamı tercih edilir. Yani hane sahibi imamlıkta önceliklidir. Yanında sultan ve hâkim olsa da öyledir. Çünkü onların tasarrufları umumidir. Fakat yine de usulen ziyaretçilerden birinin imamlığa geçirmekte fayda vardır.
MESCİDDE CEMAAT
Bir mescitte cemaati tekrar etmek mekruhtur. Ebu Hanife’den nakledildiğine göre; cemaat üç kişiden fazla olursa tekrarı mekruhtur. Nitekim Resulullah (s.a.v) Ensar’ın aralarını bulmak için evinden çıkmıştı. Döndüğünde mescitte cemaatle namazın kılındığını gördü. Bunun üzerine zevcelerinden birinin evine girdi ve derhal aile efradını toplayıp onlara namaz kıldırdı. Bir mescitte cemaatin tekrarı mekruh olsa gerek ki, Peygamberimiz namazı mescitte eda etmeyip, eve gitmiştir. Keza Hz. Enes’ten rivayet olunduğuna göre; Rasulullah’ın ashabı cemaate yetişemediklerinde mescitte teker teker kılarlardı. Aynı zamanda mescitte vaktin dışında cemaat olunursa adet haline gelme riski olduğu gibi cemaatin azalmasına da sebebiyet verecektir. Zahir rivayete göre mescitte cemaati tekrar etmek mekruh, İmam Azam ve Yusuf’a göre ise değildir.
Velhasıl; ehlisünnet yolunun kabul gördüğü fıkıh kitaplarından yararlanıp karınca kaderince kendi üslubumla anlatmaya çalıştığım imamlık ve cemaat konusu bu. Sürçü lisan olduysa affola.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir