Ana Sayfa » Genel » Cinayetler-cezalar ve Kısas Hükümleri

Cinayetler-cezalar ve Kısas Hükümleri

CİNAYETLER-CEZALAR VE KISAS HÜKÜMLERİ

ALPEREN GÜRBÜZER

Cinayetler için haps, kısas, diyet, mirastan mahrumiyet ve katl etmek kefareti gibi cezalar uygulanır.
Kur’anı Kerimde; “.. Ya da yeryüzünden sürülmektir” (Maide–33) diye buyrulan ayette geçen sürgünden amaç hapistir. Hassaf’ın aktardığı bir rivayete göre; Mekke halkından bir grup arasında çıkan kavgada bir kişinin ölmesi üzerine Allah Resulünün gönderdiği memur vasıtasıyla onları hapsettirdiğini öğrenmiş oluyoruz. Bu yüzden Hz. Ali’de kendi döneminde Allah Resulüne mutabaatla Mahyes adında taştan çamurdan yapılmış hapishane inşa ettirmiştir.
Kısas, katili (öldüren kişi) maktul (öldürülen) karşılığında öldürmeye yönelik uygulanan bir cezadır. Hani derler ya kana kan, cana can, dişe diş onun gibi bir şeydir kısas. Mesela bir kişinin yaralanmış veya kesilen bir organına karşılık, fiili işleyenin aynı misli organlarını yaralamak veya kesmek bir kısastır. Malum kısas cemiyet hayatını koruyan bir ceza türüdür. Zaten Allah-ü Teâlâ’nın; “Ey akıl sahipleri kısasta sizin için hayat vardır” (Bakara/179) beyanı bunu teyit ediyor.
Cahiliye döneminde kısas şahsi değildi. Bir kişinin yaptığı suçtan ötürü suçlunun mensup olduğu diğer insanlar pekâlâ cezalandırılabiliyordu. Neyse ki İslamiyetle birlikte kısas şahsileşmiştir. Hatta şahsileşme bir yana bir cani için kısas hükmü verilse de maktulün (ölenin) sahipleri tarafından affedilmesi takva ve insan olmanın erdemliğinden sayılmıştır. Bu konuda Rabbül Âlemin; “Bir kötülüğün cezası, onun gibi kötülüktür. Kimde affedip durumu düzeltirse onun ecri Allah’a düşer. Muhakkak O, zalimleri sevmez” (Şura/40) buyurmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v); “Dünya ve ahiret ahlakının en yüce olanını sana gösteriyim mi? Bu ahlak, seninle ilişkisini kesip, seni arayıp sormayanı, senin arayıp sormandır. Senden bulunmasıdır. Ve sana zulmedeni senin affetmendir” (Taberani) buyurmaktadır.
Allah-ü Teala bir başka ayet-i kerimede; Her kim bir insanı öldürmüş olduğu bir insanın karşı kısas veya yeryüzünde yaptığı bir fesattan dolayı olmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur.. Tersine bir kimseyi ölümden kurtarır, yaşamasına hizmet ederse sanki bütün halkı diriltmiş gibi olur (Maide/32) buyurmuştur.
Aslında bir köleyi azad etmek bir ölüye manen hayat vermek gibidir. Aynen öyle de öldürülecek bir suçluyu affetmekte bir tür dirilme sayılır. Ancak affedilecek şahsın köleyi azad edecek maddi gücü olmayabilir. Bu durumda Allah gücü yetmeyen Müslümanlar için iki ay oruç tutulmasını yeterli görmüştür. Belli ki kefaretten amaç suçluya bedel ödeterek pişmanlığını göstergesine işaret sayılsın diyedir.
Şu da bir gerçek bir insanı kanına girmek tüm insanlığın kanına girmek gibidir. Suçlu bu dünyada cezasını görmese de ahirette mutlaka karşılığını bulacaktır. Bu yüzden Rabbül Âlemin; “Her kim bir mümini kasten öldürürse çarpılacağı ceza içinde ebediyen kalmak üzere cehennemdir. Onu Allah gazap etmiştir, lanet etmiştir ve ona büyük azap hazırlamıştır. Ne acı son” (Nisa/93) diye buyurmaktadır. Şayet katil Müminse böyle bir ebedi bir cezaya yakalanmış olmayacaktır, ama bir gayrimüslimi haksız yere öldürmenin vebali bir yana büyük günahlardan olduğunu unutmamak gerekir.
Peygamberimizin (s.a.v) hem zimmî hem de Müslüman’ın katli hususunda zikrettiği şu hadisi şerifler meseleyi daha da bir açıklığa kavuşturmuş oluyor. Şöyle ki Resulullah (s.a.v); “Bir kimse zimmîyi (Müslümanlarla anlaşma yapmış ve İslam tabiiyetini kabul etmiş gayrimüslim) öldürürse cennetin kokusunu koklayamaz. Hâlbuki cennetin güzel kokusu, kırk senelik bir mesafeden gelir, burnunu güzel kokuyla kokulandırır. Ne büyük mahrumiyet” diye zikrettiği beyanının yanı sıra yine Allah Resulü; İki Müslüman kılıçlarıyla birbirlerini karşılayıp ve bir diğerini öldürecek olsa öldürende ölende cehennemdedir (Camiüs’sağir) buyurmuştur.
Bunun üzerine denildi ki;
—Ey Allah’ın Resulü! Biri katildir, nasıl oluyor da maktul olan cehennemlik oluyor?
Bunun üzerine Habib-i Kibriya Efendimiz (s.a.v);
—Şüphesiz o da arkadaşını öldürmeye hırslı bulunmuştur cevabını vermiştir.
Kaldı ki bir Müslüman’ın ölmesini arzulamak bile tehlikelidir. Zira Allah Resulü; “Her kim bir Müslüman’ın kanın dökülmesini ister bir kelimenin harfiyle mesela ‘öldür’ kelimesinin ilk harfiyle iştirak etse kıyamet günün iki gözünün ortasında Allah’ın rahmetinden ümidi kesilmiştir diye yazılmış olarak gelecektir” diye buyurmuştur. Demek ki; değil bilfiil öldürmek, öldürmeye azmetmekte aynı muameleye tabi tutulur. Hakeza çocuk öldürmekte öyledir. Bu yüzden Allah-ü Teâlâ; “Çocuklarınızı geçim korkusuyla öldürmeyiniz. Biz sizi de onları da rızklandırırız”(Enam/151) beyan buyurmaktadır.
Peki, bir insan başkası tarafından değil de kendi kendini öldürürse ne olur? Malum bir insanın intihar etmesi cinayet kapsamında değerlendirilip, ahrette karşılığı cehennem azabıdır. Nitekim Resulü Ekrem (s.a.v) Hayber gazvesine iştirak eden bir şahıs hakkında; o ateş ehlidir dediğinde Ashaptan bazıları;
—Ey Allah’ın Habibi! Ateş ehlidir diyorsun ama, o muharebede bulunarak vefat etti.
Allah Resulü:
— O ateşe atıldı diye buyurdu.
Tabii ashaptan bazıları tereddüde düşmüşlerdi. Neyse ki, birazdan gelen bir haber üzerine gerçekten o kişinin kendisinde şiddetli bir yara bulunduğu, derken gece olduğunda bu yaranın sızısını çekmektense kılıcının üzerine düşüp kendi kendini öldürmüş olduğu anlaşılır. Bu durum Resulü Ekrem’e haber verilince şöyle buyurdu:
—Allah-ü Ekber! Şahadet ederim ki ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm, Bilal-i Habeşi’ye emrederek kimseden başkası girmeyecektir ve yine şüphe yok ki Allah Teâlâ bu dini facir bir kişiyle de teyid buyurur.(Buhari, Müslim).
Zaten Allah-ü Teâlâ’nın; Haklı yere olan müstesna, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı nefsi de öldürmeyiniz. Düşünüp gereğine göre hareket ederseniz ve akla nimete aykırı davranmayasınız diye size bunu vasiyet buyurmuştur (En’am/151) beyanı bunu teyit ediyor da.
Elbette ki kısası hafifletecek müeyyidelerde vardır. Mesela diyet bunlardan biridir. Bir anlamda suçluya bir bedel ödettirilecekse cinayete maruz kalanın varislerine verilen bir tür tazminat diyet olarak karşılık bulur. Tabii ki diyet ödeme gönlünden ne kopuyorsa onu ver şeklinde uygulanmıyor, işlenen fiili suç için miktar belirlenir. Nitekim İmamı Azama göre diyetler altın, gümüş (10000 gümüş) ve deve cinsinden ödenir. Şöyle ki hür bir erkeğin diyeti bin dinar veya şer’i on bin gümüş dirhem veya sığır ya da iki bin koyun yahut her biri iki parçadan ibaret olmak üzere iki yüz kat elbisedir. Hür bir kadının ise erkek diyetinin yarısıdır.
Bir Müslüman’ın akilesi (mensup olduğu aşiret, akraba, azad edilmiş kölenin efendisi vs.) bulunmazsa bu diyet hısımlarının hisselerinden veya Müslümanların maslahatı için ayrılan mallardan (Beytül mal) ödenir. Zira bu konuda Rabbül Âlemin; “Müminler birbirlerinin dostlarıdır, yardımcılarıdır, bu bakımdan birbirlerinin kanının heder olmasına meydan vermeyip bu diyeti böylece öderler” (Tevbe/71) diye beyan buyurur.
Fıkıh ehli Ebubekir Esamme’ye göre diyetler canileri bağlayan bir husus olduğundan suçlular bizzat kendi mallarından öderler, bunları akileler yerine getirmek zorunda değildir der. Yani hiç kimse başkasının suçundan dolayı sorumlu tutulamaz görüşündedir. Belli ki Ebubekir Esamme Kur’anda geçen: “Herkesin kazanacağı günah ancak kendisine aittir. Bir yük sahibi başkasının yükünü yüklenmez, bir kimse başkasının mesuliyetine ortak olamaz” (Enam/164) ayeti esas almıştır. Ama Ebubekir Esamme’nin ileri sürdüğü görüşe karşılık; gerek akile hakkında beyan edilen nasslar ve gerekse akilenin ödediği diyetin sosyal hayat üzerindeki yansıyan maslahatı delil sunanlarda çıkmıştır. Şöyle ki; Resul-ü Ekrem bir ceninin düşürülmesine neden olan bir kadının akilesine gurre hükmü vermiştir. Keza Hz. Ömer’de akilenin diyet ödemesine hükmetmiş ve buna muhalefet eden hiç kimse çıkmamıştır. Bu tür uygulamalardan çıkan ana ruh; bilfiil işlenen suçtan ötürü büsbütün akilenin de sıyrılamayacağı anlaşılıyor. Bir kere akilenin cani hakkındaki ilgisizliği, onu sonradan korumaya kalkışması bir eksiklik sayılır. Bir bakıma ihmalkârlık, alakasızlık suç kapsamında değerlendirilir.
Bir hadisi şerifte; “Allah-ü Teâlâ Resulüne mahsus bir lütuf olarak ümmetinden hatayı, unutmayı ve zorla yaptırılan şeyleri affetmiştir” diye buyrulmaktadır. Bazıları bu affın uhrevi mesuliyet itibariyle diye yorumlamıştır. Yani dünya itibariyle maktulun hakkı korunmuştur.
Bir yakını öldürülen bir şahsın şu ikisinden birinde tercih sahibi olup ya Peygamberimizin; Ya diyet ister veya kısas talep eder hadisi şerifine boyun büker, ya da başka haberlere muhatap kalır. Kaldı ki; Allah-ü Teâlâ; “Kısas size yazıldı. Cezalandıracağınız zaman, size yapıldığının benzeriyle cezalandırın” (Nahl/126) beyanı kesindir.
Hâsılı; her bir ceza kendi misliyle karşılanır. Madem öyle kasten öldürmenin misli öldürmek olacaktır elbet. Fakat iki tarafın razı olması durumunda kısas hükmü kalkabiliyor.
KISAS İÇİN ŞARTLAR
Kısas uygulanması için bulunması gereken asgari şartlar özetle;
Bir kere en başta katil akil baliğ birisi olacak, bu da yetmez öldürtmeye kastetmiş veya kendi isteği ile hareket etmiş olmalıdır. Bunu nasıl anlarız derseniz bilhassa öldürme hadisesinde yaralayıcı aletin kullanılması öldürmeye kastın varlığına işarettir. Katil; maktulün (öldürülenin) füru (evlat ve torunları) olmamalıdır. Buna göre oğlunu, kızını veya mutlak torunlarından birini öldüren şahıs hakkında diyet, tazir ve mirastan mahrumiyet gibi cezai hükümler geçerli olup kısas hükmü uygulanmaz. Nitekim bir hadisi şerifte; “Baba, oğlunu öldürmeden dolayı kısasa uğramaz” buyrulmuştur.
Usul’den, yani babasını, annesini veya dedelerinden birini kasten öldüren şahıs hakkında kısas gerektirir. Çünkü usul, füru’nun hayata gelmesine vesile olup, bir noktada varlığını onlara borçludur.
Maktulün varisleri arasında katilin ve torunlarından kimse bulunmamalıdır.
Bir kimse kendi hanımı veya damadını öldürüp bunlara kendi oğlu veya torunu varis olduğunda bu katil hakkında kısas uygulanmaz. Çünkü kısas bölünmesi mümkün olmayan bir haktır. Bunu almak, evlat ve torunlar için caiz olmadığından diğer varisler içinde caiz olmaz. Böylece bu durumda kısas diyete dönüşür.
Bir köle veya cariye efendisini kasten öldürürse kısas gerekir. Şayet efendisinin hatayla öldürdüyse kısas lazım gelmeyeceği gibi diyette gerekmez. Zaten kölenin malı efendisine ait olduğundan diyet vermeye gücü olmayacağı muhakkak.
Aynı şekilde bir şahsı; ‘Kanım sana helal olsun, beni öldür’ beyanına karşılık kasten öldüren kimse hakkında İmamı Azam ve İmameyne göre kısas gerekmez
Bir adam laf olsun diye değil de; ‘Kanımı sana şu kadar kuşa sattım beni öldür’ emri üzerine öldürürse hakkında kısas gerekir. Çünkü bu emir batıldır.
Anlaşılan kasten öldürme fiili, her türlü kuşkuya mahal bırakmayacak derecede kesinlik içermelidir. Buna göre bir kimseyi bir veya iki darbeyle öldüren şahıs hakkında kısas uygulanamaz. Çünkü alışıla gelen adet gereği böyle bir iki darbeden edep ve terbiye kastedilir, asla öldürme amacı taşımaz.
Bir kimseyi boğazını sıkmak, ip, urgan gibi bir şeylerle boğmak veya yüksek bir yerden aşağıya atmak suretiyle öldüren şahıs hakkında İmamı Azam’a göre diyet lazım gelip, kısas gerekmez. Ancak atılan insanın hayatta kalması imkânsız denilebilecek derecede bir yere atılmışsa bu durumda kısas gerekir. Bir kimsenin ağzına zehir akıtan şahıs hakkında diyet lazım gelirse de kısas lazım gelmez.
Bir kimse kendisine verilen içeceği zehirli olduğunu bile bile içip ölürse zehri veren şahıs hakkında sadece şiddetli tazir uygulanır tazminat gerekmez. Zira maktul, öldürücü bir maddeye kendi isteğiyle kullanmıştır.
Bir kimse hem kendi kendini yaralaması, hem de başka bir şahsın yaralanmasıyla ölecek olursa o şahıs hakkında ancak yarım diyet gerekir, yani kısas gerekmez. Çünkü kısas uygulanabilmesi için öldürme doğrudan yapılmış olmalıdır. Hakeza öldürmeye iştirak etmeyip sadece öldürme anında maktulun kollarını veya ayaklarını tutmak, bir şekilde yardım etmek suretiyle öldürme eylemini kolaylaştıran ve katili öldürmeye teşvik eden şahıs hakkında doğrudan katil olmadığından kısas gerekmez. Sadece şiddetli bir tazir hak eder. Bir kimsenin bulunduğu yeri gösterip öldürülmesine sebebiyet veren şahıs hakkında verilecek hüküm hâkimin içtihadına bırakılıp ya hapis ya da darp cezası verilir.
Bir kere kısas işleminin gerçekleşmesi için;
—Katl velisi malum olmalıdır.
—Maktulün varisleri kısas talebinde bulunmalı.
—Maktulün varisleri kısas esnasında hepsi hazır bulunmalı.
—Maktulün aldığı herhangi bir yara sonucu hemen öldüğünde kısas şart değildir. Ancak kasten yaralanmış bir kimse bir müddet yatağa düşüp daha sonra o yaradan ötürü vefat etse, yaralayan hakkında kısas uygulanır. Çünkü ölüm sebebi açıklık kazanmıştır.
—Sarhoşluk hali kısasa engel değildir.
—Bir mürtedi (dinden dönen) öldüren kimse hakkında kısas gerekmez. Çünkü dinden dönen kısmen harbi (gayrimüslim) hükmüne tabiidir.
—Kısastan hüküm giymiş bir caniyi hariçten biri öldürse hakkında kısas uygulanabilir. Çünkü hakkında kısas hükmü verilmiş bu caninin hariçteki şahsa karşı kanı masumdur. Fakat hariçten caniyi maktulun velisi öldürürse hakkında kısas gerekmez. Zira bu caninin kanı, velisi için haram değildir.
—Cinayet düşmanlık kastıyla işlenmiş olmalıdır. Ancak iyi yüzme bilmeyen bir kimseyi düşmanlık kastıyla olmasa da şakayla karışık ırmak veya denize vs. atıp boğulmasına sebebiyet vermekte kısas gerektirir.
Kasten bir kimse öldüreceği kişi için kendi evi veya umuma ait bir caddede bir kuyu kazar veya ayağının kaymasını sağlayacak tuzak aletleriyle düşüp ölmesine sebebiyet verdiğinde o şahıs hakkında kısas gerekir. Dikkat edin kasıt diyoruz, şayet kast etmemişse kısas gerekmez.
Bir kimse zehir olduğunu bile bile bilmeyen bir şahsa verip vefatına sebebiyet verse hakkında kısas uygulanır. Ancak verilen zehirden her ikisi de haberdar iseler bir şey gerekmez. Çünkü bu durumda o şahıs kendi kendini öldürmüş olarak kabul görür.
Bir adam aralarında düşmanlık bulunan bir şahsa kılıç veya mızrak gibi bir şeyle işarette bulunup, takibe aldığı o şahıs yere düşmeksizin vefat ettiğinde hakkında kısas gerekir. Hatta takip esnasında her ikisi de atlı, her ikisi de yaya, ya da biri atlı diğeri yaya olsa bile fark etmez. Fakat o şahıs kaçma esnasında düşüp ölse kendi varislerine yemin gerekir. Şöyle ki o şahsın bu düşmesi yüzünden değil sadece korkusundan dolayı ölmüş olduğuna dair elli defa yemin ettirildikten sonra kısas uygulanır. Şayet bu yaşanan hadisede katil ve maktul arasında düşmanlık bulunmamış olursa kısas gerekmeyip sadece diyet ödenir. Keza yine bu hadisede sırf silahın gösterilmesinden sonra ölüm meydana gelirse bu hata kabilinden bir şey sayıldığından kısas hükmü yerine katilin kabilesine diyet hükmü vermekle yetinilir.
—Zorla adam öldürme vuku bulduğunda hem zorlayan şahsa, hem de zorlanan kimseye kısas gerekir. Çünkü zorlayan sebep olandır. Zorlanan da uygulayandır.
— Cani harbilerden olmamalıdır. Zira Rasulullah (s.a.v); Uhud’da Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi öldürmemiştir. Şayet Vahşi, Mekke’nin Fethiyle birlikte Müslüman olmasaydı harbi addedilip öldürülecekti.
—Cani cinayete uğrayandan üstün olursa hakkında kısas uygulanmaz. Buna göre bir müstemin zimmîden, hür bir insan köle bir şahıstan ve bir efendi de kölesinden dolayı kısas edilemez.
—Bir Müslüman köleyle hür bir insan arasında kısas cari değildir. Çünkü Müslüman gayrimüslim karşılığında öldürülemez. Hür bir şahısta köle karşılığında öldürülemez.
Zimmî zimmîyi öldürdükten sonra Müslüman olsa da yine hakkında kısas düşmez. Çünkü cinayet anında konum itibariyle her ikisi de zimmî idiler.
—Bir kimse evlat veya torunlarından birini öldürürse hakkında kısas uygulanmaz. Çünkü usul (baba, anne ve dede) füru’nun (çocuk ve torunlar) varlık sebebidir. Onun üzerinde bir tür sahiplik hakkı vardır. Dolayısıyla füru aslın yok olmasına sebep olamaz. Zaten bu durumu “Baba çocuğundan dolayı öldürülemez” hadisi şerifi teyit ediyor.
—Maktul, kanı haram biri olmalıdır. Çünkü kısas masum olan kanları korumak için meşru kılınmıştır.
Bir harbiyi veya bir mürtedi öldüren kimse hakkında ne kısas, ne diyet, ne de kefaret lazım gelir, isterse katil zimmî olsun. Ancak yönetici iznini almadığı için tedip edilir. Resulü Ekrem bir zimmîyi öldürmüş olan bir Müslüman hakkında kısas cezasını tatbik etmiş ve ardından ‘Ben akdine verdiği söze vefa edenlerin en haklısıyım’ buyurmuştur. Yani bu hadis ahde herkesten çok benim riayet etmem uygundur manasınadır.
Zimmînin canı, malı ve namusu Müslümanların garantisi, koruması altındadır.
—Hür bir şahıs köle veya cariyenin dirseğinden itibaren kolunu kasten kesse yarı kıymetini tazmin eder.
Kısasta kasten kesilen bir başparmağa karşılık başparmak kesilmesi daha uygun düşer, ama şahadet parmağı bundan istisnadır(kesilemez). Kısasta esas olan organlar arasında denklik bulunmasıdır. Aynı şekilde yine sağ el yerine sol el, sol ayak yerine sağ ayak kesilemez, ya da üst çenedeki bir diş yerine alt çenedeki bir diş kısas olarak çekilmez. Çünkü bunların hem konumları ve hem de işlev fonksiyonları farklı olup aksi uygulandığında diyet gerekir.
Bir kimse bir şahsın iki elini veya iki ayağını kasten kestiğinde buna karşılık iki el veya iki ayak kesilmesine hükmedilir. Zira ortada seçenek kalmamıştır. Hakeza sağlam bir organ bir el karşılığında, kusurlu bir organda bir el karşılığında kesilemez. Çünkü aralarında kıyasen farklılık vardır. Şayet söz konusu kusurlu organ bir caniye aitse bu durumda mağdur serbesttir, dilerse kısas ettirir, dilerse kendi sağlam organına karşılık diyetini alır.
— Bir kişi cinayete uğradığı esnada değilde bilahare sonra vefat ettiğinde cezai müeyyide verilmesi hususunda birinci derece yetki maktulun varisleri olup, ikinci derecede ise hükümetindir.

KISAS İŞLEMİ
Kısas bölünmeyi kabul etmez. Şayet bir kısas davasında birden fazla varis varsa bu kısas varislerin tümünü ilgilendirir. Elbette varislerden birinin talebi üzerine de kısas kararı alınabilir, ancak, kısas esnasında diğer varislerinde hazır bulunmaları gerekir. Aksi takdirde varislerden biri hazır olmayınca kısas uygulanmaz. Belli ki bu gereklilik varislerin katili affetme ümidine istinadendir. Her şeyden önce kısas hakkına sahip olanlar işlenen cürüm hakkında ittifak etmelidirler. Şayet bu hakka sahip olanlardan biri ölürse yerine diğer varis sorumluluk üstlenir.
Kısasa hak kazanan mükellef olmalıdır. Şayet cinayeti işleyen çocuksa akıl baliğ oluncaya kadar kısas uygulanmaz, keza bu kişi mecnunsa (deli) aklı yerine gelinceye beklenir ve bekleme süreci içerisinde hapsedilir. Anlaşılan böyle bir vakada maktulun velisi, vasisi ve hâkim caniyi hiçbir şekilde kısas ettirememekte. Nitekim Hz. Muaviye, Hüdbe b. Haşem’i öldürmüş olan bir şahsı, Hüdbe’nin oğlunun buluğu gerçekleşene kadar hapsetmişti.
Hakkında kısas kararı olan bir kadın hamile olursa çocuğunu doğurana kadar öldürülemez. Çünkü can içinde can vardır. Ancak ne zaman çocuk dünyaya gelip emzirecek biri bulunur, işte o zaman annesi öldürülür. Şayet sütanne bulunmazsa, bu durumda çocuğun annesine tam iki sene süt emzirmesine fırsat tanınıp, emzirme süresi bittiğinde kısas gerçekleştirilir.
Bir katil düşünün ki, öldürdüğü şahsı ateşe atmak veya gözlerini çıkarmak veya parça parça (lime lime) etmek gibi bir şekilde öldürmüş olsun, bu durumda cani için uygulanacak kısas aynı misliyle karşılık verilmez, yaralayıcı alet veya kılıç benzeri kesiciyle yerine getirilir. Malum kısasta baş kesmek en yaygın kullanılan yöntemdir. Şayet maktulün velisi, katili kesici aletten başka bir metotla öldürmek isterse hâkim tarafından geçit verilmez. Hakeza yine katilin bir uzvu başka bir kimse tarafından kesilecek olursa yara kapanıncaya kadar hakkında kısas icra edilemez. Bir katil, öldürdüğü şahsı ne şekilde öldürmüş ise kendisi de o şekilde öldürülür. Bunda ancak bazı öldürme vakaları istisna teşkil ettiğinden benzerlik aranmaz, sadece kılıçla öldürülmesine hükmedilir.
Hüküm verilmiş kısasın ertelenmesi doğru değildir. Yani öldürme hükmü sabitlenmiş ve aynı zamanda varislerin talebi bu doğrultuda ise kısas ertelenemez. Ancak kısasa hükmedilen hamile bir kadınsa yukarıda da belirttiğimiz üzere kısas doğum sonrasına kalır.
Kısas şahsi haklardandır. Öyle ki olay sadece maktul ve mağdur arasında geçen bir hadise olarak kalmayıp her iki tarafın yakınlarını hatta tüm toplumu ilgilendirir hal alır. Ancak kısas icrasına hak kazananlar hepsi birden değil, içlerinden birini temsil tayin edilerek kısas yerine getirilir. Şayet bu konuda ittifak oluşmamışsa aralarında kura çekilip, adına kura çıkanın izniyle kısas yerine getirilir.
Kur’an’ı Kerimde; ‘Eğer ceza verecek olursanız size nasıl ceza verilmiş ise sizde o şekilde ceza veriniz. Ancak sabredip af ile muamele ederseniz şüphe yok ki bu sabredenler için daha hayırlıdır’ (Nahl/126) diye buyruluyor. Habib-i Kibriya Efendimizde; ‘Kısas ancak kılıç ile yapılır’ buyurur. Tabii ki kılıçtan kasıt keskin silahtır. Nitekim Allah Resulü; ‘Filan şahsı bulursanız öldürünüz, onu yakmayınız, çünkü ateşle ancak ateşin yaratıcısı azap eder, başkaları edemez’ diye beyan buyuruyor. Yine bir hadisi Şerifte; ‘Kısas edilecek şahıs, doğal bir afetle ölürse veya başka bir husustan dolayı haklı veya haksız yere öldürülürse kısas düşer, bıraktığı malından diyette alınamaz’ beyan buyrulmaktadır. Anlaşılan kısas yoluyla kesilecek bir organ doğal bir afet sonucu kopar veya haksız yere kesilirse kısas düşer, dolayısıyla diyette ödenmez. Ancak bu organ bir haksızlık sonucu değil de mesela hırsızlıktan dolayı kesilmişse kısas düşse de diyet düşmez. Keza cinnet durumlarında kısas düşer. Fakat cinnet durumu kısas yetkisine haiz bir şahsa teslim edildikten sonra vuku bulmuşsa kısas düşmez.
Kısas hakkına sahip olanlar peşin veya veresiye bir bedel üzerine caniyle anlaşırsalar kısas düşer. Hatta kısas, maktulün velisinin af etmesiyle düşer. Tabii ki affetmek daha faziletlidir. Nitekim Kur’anda geçen “Katil ölenin kardeşi tarafından bağışlanmış ise örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azap vardır” (Bakara/178) ayeti celile bunun bariz bir delilidir. Yani affedilmiş bir katil öldürüldüğünde öldüren için elim bir azap vardır. Bu yüzden Resulü Ekrem’de (s.a.v); cinayet hadiselerinde affetmenin daha emin bir yol olduğunu buyurmuşlardır. Anlaşılan affedilmiş cani hakkında ceza uygulanmaya kalkışılması abesle iştigal olur. Bu hükme rağmen maktulün velisi katili önce affedip daha sonra da kasten öldürecek olursa hakkında ittifakla kısas lazım gelir.
Birden fazla şahsı öldürmüş olan bir caniyi maktullerden birinin velisi affettiği halde diğer maktullerin velileri affetmezlerse affetmeyenlerin kısas hakları hiçbir şekilde düşmüş olmaz. Çünkü ortada ayrı ayrı işlenmiş cinayetler söz konusudur.
Bir yaralı yaralayana hitaben; “Ben ölürsem seni kanımdan veya katlimden vazgeçtim (ibra ettim)” derse affı geçerli olur.
Anlaşılan katili karşılıksız affetmek daha evladır. Zira Rabbül Âlemin; Affederseniz bu takvaya daha yakındır (Bakara/237) buyurmaktadır. Hatta bir hadisi şerifte; Bir kimse gördüğü zulme rağmen zalimi affederse Allah-ü Teâlâ bu sebepten ötürü onun izzetini artırır buyrulmaktadır. Madem öyle hataları örtenlerden olmak en doğrusu.

KASTEN VE HATAYLA ÖLDÜRMELER
Bir şahıs hatayla önce bir insanı, daha sonra bir başka insanı hatayla öldürürse her biri için diyet vermesi icap eder. Kasten öldürmenin cezası ise tam diyettir.
Bir şahsı öldürmek kastıyla atılan kurşun, o şahsı delip geçip öldürdükten sonra kurşun bir başkasının vücuduna isabet edip ölümüne yol açtıysa birinci cinayetten dolayı kısas, diğeri içinse diyet gerekir (Cinayet-i müdame).
Bir kimse iki şahsı bir vuruşta kasten öldürecek olursa hakkında kısas hükmü cari olduğundan (öldürülür) diyet vermesi gerekmez.
İki kimse bir şahsı birlikte kasten öldürseler, bu durumda her ikisi de öldürülmeyi hak ederler (cinayet-i müşterek).
İki şahıs hata yoluyla bir şahsı öldürse, ya da iki şahıstan biri kasten diğeri de hataya binaen öldürmüşse ortada şüphe söz konusu olduğundan her ikisi hakkında da kısas gerekmez. Belki her ikisinin bir tam diyet vermesi icap eder.
Bir şahsı iki şahıstan biri yaralayıcı alet ile diğeri de sopayla dövüp öldürürse o şahsın diyetini yarı yarıya ödemeye mahkûm edilirler.
Bir kimse bir şahsın önce kasten elini kesip öldürmeye kastettiğinde şayet öldürme eylemi yara iyileştikten sonra meydana gelmişse her iki fiil arasında karışma cari olmaz. Buna göre cinayetin velisi dilerse caninin önce elini, sonra kendisini kısas ettirir, ya da sadece kısas ile yetinilir. Hatta dilerse yalnız elini kestirmekle yetinip kendisini affedebilir de.
Bir kimse her iki şahsın da sağ ellerini kasten kesecek olursa karşılığında sağ eli kesilir, diğer bir ele karşılık ise diyet ödenir.
İki şahıs tarafından kasten sıcak bir yara açılması sonucu ölen bir şahıs için, her iki kişide katil olup haklarında kısas gerekir.
Ortaklaşa bir işte çalışan kimselerin bir hata sonucu müştereken işlemiş oldukları cinayetlerin diyetlerini yine ortaklar öderler. Mesela üç kimsenin birlikte kazdıkları kuyu üzerilerine yıkılıp aralarından biri telef olduğunda bunun diyeti üç hisseye ayrılır, iki hissesini hayatta kalanlar veya varsa akileler öderler. Bir hissesi de telef olanın hissesine isabet ettiğinden bir hisse düşmüş olur.
Dört kişi beraber çalıştıkları bir geminin direğini kaldırma esnasında üzerilerine direk düşüp içlerinden biri öldüğünde ödenecek diyet dört hisseye ayrılır, üç hissesini hayatta olanlar öderler, kalan bir hisse de ölen insanın hissesine isabet ettiğinden düşmüş olur.
Birbirleriyle güreşen iki pehlivandan biri diğerini yaralamaksızın dövmek veya yere çarpmak suretiyle ölümüne sebebiyet verdiyse diyetini tazmin eder.
Bir kimse ücret karşılığında kazdığı kuyu üzerine yıkıldığında ölürse diyet kuyu sahibine lazım gelmez.
Bir kimse cerrahi ameliyat sonucunda ölürse doktorun tıbbi kusuru yoksa bir şey gerekmez. Ancak hata varsa cerrahi müdahale yapanın yarım diyet ödemesi gerekir.
Bir kimse cinsel ilişkiye dayanıklı olmayan bir kız çocuğa tecavüz edip o çocuğun ölmesine neden olduysa hem Mihri’ni hem diyetini, varsa Akile’siyle beraber vermeye mecbur tutulur. Şayet suçu işleyen yabancı ise diyeti Akile’siyle birlikte ödemesi gerekir. Bu arada suçu işleyen ister yabancı ister yerli olsun diyet ödemekle iş bitmeyip zina haddine tabii tutulmaktan kurtulamazlar.
Bir kimse bir şahsı Allah’ın Kahhar ismini anarak (okuyarak) helak ettiğini ikrar ederse bir şey lazım gelmez. Bir şahsı dua, bir takım burçlardan hareketle veya Enfal suresini okumakla öldürdüğünü itiraf eden bir adam için herhangi bir müeyyide lazım gelmez, böyle bir itiraf şeriata aykırı bir beyan olup yalandır. Zira gaybı Allah bilir.
Bir kimse çocuğunu terbiye amaçlı dövüp ölümüne sebebiyet verdiğinde diyetini öder. Çünkü uslandırma pekâlâ tediple (edeplendirmek, terbiye vermek haddini bildirmek için darp ve tazir vs.) veya kulağını çekmekle de mümkündür.
Bir öğretmen ya da bir usta, öğrenci ve çırağın velisi veya vasisinin izni olmaksızın dövemez. Aksi takdirde o çocuk öldüğünde söz konusu kişi öğretmense öğretmene, ustaysa ustaya diyet gerekir. Ancak daha önceden çocuğun velisi veya vasisi tedip için dövmelerine izin vermişse diyet gerekmez, ama çocuğun kulaktozuna vurmak, boş böğrünü yumruklamak, değnek vurmak suretiyle yapılırsa döven için yine diyet gerekir.
Bir kimse karısını değnek veya yumruk gibi bir şeyle dövüp ölümüne neden olduğunda diyet lazım geldiği gibi mirastan da mahrum kalır.
Bir kimsenin duvarı sağlamca inşa edilmişken daha sonra yoldan geçen bir şahsın üzerine yıkılıp ölüm vuku bulmuşsa duvar sahibine tazminat lazım gelmez. Fakat yıkılmaya yüz tutmuş vaziyette yaptırılmış duvar için diyet gerekir. Hakeza önceden uyarı mahiyetinde bildirilmiş yani tekaddüme (önceden yapılmış tavsiye ve tembih) rağmen çökme riski alınmış bir ev için gereği yapılmayıp o ev çöküp birinin ölümüne neden olduğunda diyetin ödenmesi gerekir. Şayet yıkılmaya yüz tutan duvar bir vakfa ait ise tekaddüm vakfın mütevellisine yapılır. Tekaddüm sonrasında duvar yıkılıp zarar verdiğinde, zarar tazmini vakfın malından ödenir. Telef olan insanın diyeti ise vakfın Akile’since karşılanır. Mütevellinin malından lazım gelmez. Çünkü mütevelli vakfın vekilidir.
Umum yol üzerine düşecek gibi duran bir duvar yıkıldığında daha önceden tekaddüm edilmemişse bir şey lazım gelmez.
Ücretle çalışan kimselerin yıkmakta oldukları bir duvar yıkılıp birisinin ölümüne neden olduğunda diyeti ve kefareti ücretlilerin üzerine lazım gelir, duvar sahibine bir şey lazım gelmez.
NEFSİ MÜDAFAA

Nefsi müdafaa durumunda kalan bir insanın kendisinin öldürmeye kast etmiş bir şahsı öldürmesi durumunda, ne kısas ne de diyet gerekir. Ancak bağırmak, feryat etme imkânı varken ya da halkın koşup kendisini kurtaracağına emin olduğunu bildiği halde böyle yapmaksızın karşı koyup öldürmeye teşebbüs etmişse hakkında katil hükmü cari olur. Keza bir adama sadece silah teşhir ettikten sonra, dönüp gittiğinde o şahsın arkasından yetişip öldürdüğünde de hüküm aynıdır.
Bir şahsın en az on dirhem gümüş değerinde bir malını haksız yere zorla almak isteyen birini savmaya muktedir olamayıp öldürdüğünde hakkında katil hükmü uygulanmaz. Kelimenin tam anlamıyla malı müdafaa maksadına yönelik bir öldürme fiili için ne kısas ne de diyet gerekir. Sadece bu hüküm mal için mi, elbette ki hayır. Irz ve namusu müdafaa maksadıyla yapılan bir öldürme içinde hüküm aynıdır.
Mesela bir kimse kendi karısı ve kız kardeşi gibi bir şahısla gayrimeşru ilişki içerisinde görüp öldürdüğünde hakkında bir şey lazım gelmez. Zira her mümin için can, namus ve malını müdafaa etmesi dini bir vecibedir. Hatta bu uğurda hayatını feda eden bir mümin şehit sayılır. Nitekim Rasulüllah ashabına; Siz aranızda kimleri şehit sayarsanız diye sorduğunda;
Ashab:
—Allah yolunda öldürülenleri şehit sayarız cevabını vermişler.
Bunun üzerine Habibi Kibriya (s.a.v):
—O halde ümmetimin şehitleri az demektir diye karşılık verir.
Ashab bu sefer:
— Ey Allah’ın Resulü! Madem öyle şehitler kimlerdir sorduklarında;
En nihayet Rasulüllah (s.a.v):
—Müslümanlardan her kim malını muhafaza uğrunda öldürülürse şehittir, herkim kendini müdafaa yolunda öldürülürse şehittir. Her kim dinine yardım uğrunda öldürülürse şehittir ve her kim ailesinin mesela karısının veya başka bir yakının veya namusunu korumak yolunda öldürülürse şehittir cevabını verir.

ŞAHİTLİK
Cinayet davasında bir erkek, iki kadının şahitliği yeterlidir. Ancak olayın aydınlanması adına öldürme zamanı, cinayetin işlendiği mekân, suç aletleri vs. hususlarında şahitlerin tam ittifak etmeleri gerekir, aksi takdirde şahitlikler kabul görmez. Çünkü şahitler arasında ihtilaf söz konusu olması davanın görülmesine manidir. Her şeyden önce öldürme hadisesini şahitlerin bilfiil görmüş olmaları lazımdır. İşitme ya da kulaktan dolma haberlere dayanarak yapılan şahitlik kabul edilmez.
Kısası gerektiren bir ölüm için şahitlik eden iki şahitten biri, şayet kısas icra edildikten sonra şahitliğinden dönerse öldürülen şahsın diyetini yarı yarıya ödemekle yetinilip, haklarında kısas uygulanmaz. Çünkü ortada öldürme girişimi söz konusu değildir.
Bir katilin kısasına karar veren hâkim daha henüz hükmünü imzalamadan önce azledilir, ya da ansızın vefat ettiğinde dava dosyası yeni hakeme aktarılır. Dolayısıyla yeni tayin edilen hâkim yeniden mahkeme yapmadıkça ve tekrar sil baştan şahitleri dinlemedikçe hüküm infaz edemez. Hatta şahitler şahitliklerinden caysalar veya kendilerine körlük ve cinnet hali gelirse de kısas icra edemez. Belki yeni bir delile ihtiyaç duyulacaktır.

ÇOCUK ALDIRMAK VE CENİN CİNAYETİ

Allah-ü Teâlâ; Çocukların yoksulluk korkusuyla öldürmeyin, onları da sizi de rızklandıran Biziz, şüphe yok ki onları öldürmek çok büyük bir cinayettir (Enam–151) diye beyan buyurur. Malum gurre; bir ceninin (anne rahminde bulunan çocuk) düşürülmesine karşılık beş yüz dirhem gümüş, köle, cariye ve at’a tekabül eden mali bir cezadır. Nitekim Muğire b. Şu’be (r.anh)’den rivayetle bir cariyenin vurduğu çadır direğinin etkisiyle diğer bir cariye cenin düşürmenin yanı sıra kendisi de ölmüştü. Bunun üzerine Rasulüllah (s.a.v) o cariyenin efendisi üzerine hem diyet hem de cenin için gurre hükmü vermiştir.
Bir kimse aleyhine cenin düşürme davası açıldığında söz yeminle beraber davalınındır. Şöyle ki; bu düşük hadisesi davalının cinayeti yüzünden olmuştur diye iddia edildiğinde bu iddianın inkârı için en az iki erkek şahitle birlikte ispat edilmesine ihtiyaç vardır. Madem düşürme bir tür doğum sayılmakta o halde bu tip hassas davalarda kadınların şahitlikleri daha muteberlik kazanır.
Hamile bir kadın dövülmek ya da korkutulmak suretiyle cenini (daha henüz rahimde bulunan çocuk) düşürdüğünde buna sebebiyet veren her kimse üzerine gurre lazım gelir. Şayet düşük cenin dünyaya canlı gelip, sonra öldüyse o kimse üzerine tam diyet gerekir. Malum yukarıda da bahsedildiği üzere gurre beş yüz dirhem gümüş tutarı bir ödemedir. Tabii bu arada cenin sayısı arttıkça ona paralel gurre ve diyet tazmini de o ölçüde artacaktır. Mesela düşürülen cenin ikizse, ya da iki cenin ölü olarak düşmüşse faili malum kişi için iki gurre ödetilir. Yok, eğer her iki ceninde önce diri olarak düşüp akabinde ikisi de ölürse iki tam diyet icap eder. Hakeza ceninlerden biri ölü, diğeri de diri olarak düşmüşse faili malum kişi üzerine bir gurreye ilaveten bir tam diyet lazım gelir.
Tıbben sabittir ki çocuk düşüren bir kadının vücudu her türlü hastalığa müsait olabiliyor, hatta ömür boyu kısırlığa mahkûm kalması da muhtemel dâhilindedir. Malum, fıkıh literatüründe yaratılışı daha tamamlanmadan düşen çocuk için sıtk denmektedir. İster adına sıtk densin isterse cenin denilsin sonuçta bir kadın kocasının izin olmaksızın kasten düşük yapsa; dünyaya gelen cenin ölü olarak düşmüşse gurre ödemesi gerekir. Şayet düşen cenin diri düşüp akabinde ölmüşse tam diyet icap eder. Bir kadın sadece sıhhi gerekçelerle ilaç içmesi gerekiyorsa, düşük çocuk ister diri ve isterse ölü düşsün bu durumda kendisine ceza verilmez. Hatta canlı düşmüş çocuğa variste olabilir. Anlaşılan çocuk düşürme amaçlı kasten ilaç içmek caiz değildir.
Bir kadın süt emzirmek mecburiyetinde bulunduğu çocuğuna süt verir haldeyken ansızın sütü kesilmeye başladığında veya sütanne tutmaya maddi gücü olmayıp çocuğunun ölmesinden endişe duyulduğu durumlarda rahminde daha henüz organı teşekkül etmeyen cenini düşürmesi caizdir. Çünkü böyle bir cenin henüz bir et parçası (muzga) veya kan pıhtısı (alaka) hükmünde değerlendirilir.
Nutfe rahme ulaşıp ruh verilecek müddet (bu süre 120 gündür) geçtiğinde cenini düşürmek caiz olmaz. Çünkü ruh verilmiş cenin hayat sahibi canlı olarak addedilir. Dolayısıyla bir cenin düşürülecekse yüz yirmi günü aşmaması gerekir. Zaten bir cenine yüz yirmi geceden sonra ruh üfürüldüğüne dair hadisi şerif var. Hatta Rasulüllah düşürülecek bir ceninden dolayı gurre ya da buna denk köle ve cariye verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kasten çocuk düşürenler ise tazir cezasını hak edeceği gibi gurre vermeye de mecbur tutulur.
Gurreden maksat ya bir köle veya yedi yaşında bir cariyedir. Bunların kıymetleri hür bir kadının diyetinin 1/10’una eşittir. Yani Müslüman bir ceninin gurresi kıymet itibariyle altı yüz dirhem gümüştür. Bu arada düşmüş bir ceninin diri olup olmadığı, sesinin yükselmesi veya yükselmemesi, nefes alıp veya almaması, süt emmesi veya emmemesi, organlarının hareket etmesi ve etmemesiyle belirlenir. Fakat tek bir organın hareket etmiş olması diri olduğunu ispat etmeye kâfi değildir. Zira bu hareketin çarpıntı sonucu olması ihtimal dâhilindedir.
Gurre hükmünün yerine getirilmesinde cinsiyet ayırımı söz konusu değildir, yani ceninin erkek veya dişi olması arasında fark yoktur. Ancak diyet hükmü öyle değildir, erkekse erkek diyeti, dişi ise dişi diyeti ödenir.
KASAME
Kasame maktulün velilerine yöneltilen yeminden ibaret bir uygulamadır.
Kasame ekseri fakihlerin içtihadı gereği meşru görülmüştür. Nitekim Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.v.) Hayber’de bulunan bir maktul için kasame uygulamıştır. Malum Şer’i davalarda iddia sahibi iddiasını ispatlamakla mükellef, davalı da şayet kendisine isnat edilen iddiayı kabul etmiyorsa yemin etmesi gerekir, ama kasame öyle değil, tam aksine kasame de iddia sahiplerine yemin yöneltilir. Çünkü Rasulullah böyle buyurmuştur.
Bir kere kasame uygulanabilmesi için;
— Ortada öldürülme işlemine dair alamet olmalı,
— İnsana ait ceset olmalı,
— Öldürüldüğüne dair dava açılmalı,
—Kaseme hususunda talep olmalı,
—Faili meçhul cinayet olmalı,
—Maktulün bulunduğu mekân kendi mekânın dışında bir yer olmalı,
—Maktulün bulunduğu yer bir mahalle, köy ya da bir başkasına ait mesken olmalı (bir başkasının tasarrufunda olmalıdır),
—Cinayetin vuku bulduğu alan ses işitilmeyecek kadar uzakta olmalıdır.
Şurası muhakkak hiçbir şahsın mülkünde ve tasarrufunda olmayan bir yerde bulunan maktul için kasame ve diyet cari olmaz. Keza Dicle ve Fırat gibi nehirlerin sürüklediği bir nehirde bulunan maktul içinde öyledir. Ancak debisi düşük bir nehirde bulunan bir maktul için kasame ve diyet gerekir. Maktul ses işitilebilecek olan odada bulunursa o yer halkına diyet lazım gelir.
Çarşı ve pazar yerinde, hapishanelerde, kira veya satışa sunulmuş yerlerde bulunan maktul için kasame ve diyet gerekmez. Han odalarının birinde sakin halde maktul bulunursa diğer oda sakinlerine diyet ve kasame lazım gelir.
İki köy veya iki sokak arasında bulunan maktulden dolayı en yakın köy veya sokak halkına kasame ve diyet lazım gelir. Hatta birbirlerinin sesini işitecek kadar çadırların kurulduğu yerde maktul bulunduğunda, çadır sakinlerine de kasame ve diyet lazım gelir. Hakeza bir gemide maktul bulunduğunda yolculara, gemi sahiplerine ve gemi kaptanlarına da kasame ve diyet lazım gelir.
Asabiyet davası uğruna çatışma sonucu dağılan topluluktan sonra ortada maktul bulunacak olsa o yer halkına kasame ve diyet gerekir.
Hâsılı kelam; kasame ve diyete sadece akıl baliğ ve hür olan erkekler hepsi dâhil olur.

HAYVAN HAKLARI
Hayvan deyip geçmeyelim, sonuçta o da bir yaratık. Yunus’un; yaratılanı sev yaratandan ötürü sözü onlar içinde geçerli.
İaşe ve geçim derdiyle hayvanın fazla sağılması durumu hayvana zarar vereceğinden mekruh addedilir. Keza hayvana ağır yük yüklemek, fazla yol kat ettirmekte öyledir. Zira Abdullah’tan naklen bir hadisi şerifte Resulüllah (s.a.v) bir keçiyi sağmakta olan bir adama uğramıştı. Ona; Ey kişi, sağınca yavrusu için de süt bırak (N. El Heysemi; M. Zevaid 8/196) beyanı bunu teyit eder. Yine “Hayvan sağanlar, tırnaklarını kessinler, sağım sırasında uzun tırnaklarla hayvanların memelerini kanatmasınlar” (Sindi, H.Ala İ.Mac’e Sayd.12) hadisi şerifleri de çok mühim yer teşkil eder.

Evcil hayvan sahibi maiyetinde barındırdığı hayvan için harcama yapması dini bir görevdir. Nitekim Peygamberimizi (s.a.v) açlıktan karnı sırtına yapışan hayvanın sahibine; “Allahtan korkmuyor musun” diye uyarmıştır.
Sadece ilahi hükümler hayvan bakımımı ile ilgili, elbette ki değil. Bakın bir insan ağaç dikse bu ağaçtan insanlar yararlandığı süre içerisinde kendisine kesintisiz sevap yazılır. Yani bu durum bir mümin için sadakayı cariye hükmü kazanır. Anlaşılan İslam’da hayvanata, cemadata, nebatata sevgi ve şefkat gösterilmesi gereğine değinilmiştir. Peygamberimiz bu yüzden; “Merhamet edene Allah’ta merhamet eder, siz yerdekilere merhamet edin ki göktekilerde size merhamet etsin” buyurmaktadır.
Hayvan hakları hususunda bakın Allah Resulü (s.a.v) ne buyuruyor;
“Atlar yok mu onların alınlarında hayır bağlıdır. At sahipleri de onları beslemeleri sebebiyle ilahi yardıma ererler. Atlara harcamada bulunan kimse ise sadaka vermek için ellerini açmış bir zat gibidir” (Sahihi Buhari).
“Kıyamet gününde bütün hakları sahiplerine ödemeye elbette mecbur olacaksınız. Hatta boynuzsuz koyun için ona boynuzuyla vurmuş olan boynuzlu koyundan intikam alınacak, onun hakkında kısas yapılacaktır” (Sahihi Buhari ve Müslim).
“Her kim, bir serçe kuşunun boğazlanmasında olsun, merhametli davranırsa, Allah-ü Teâlâ da kendisine kıyamet gününde merhamet eder” (Camiüs-sağir).
Tabii Habib-i Kibriya Efendimiz sadece beyan buyurmakla kalmayıp hayvan hakları hususunda birbirine zıt iki kıssada veriyor. Şöyle ki;
“Bir kadın, bir kedi yüzünden azaba uğramıştır. O kediyi açlıktan ölünceye kadar hapsetmiş, bu sebeple ateşe girmiş, kendisine; Sen kediyi hapsettiğin zaman ona ne yiyecek verdin, ne de su içirdin, ne de onun yemini otlarından yiyebilmesi için salıverdin” örneğini vererek hayvan haklarını ihlal etmenin ahiret azabına yol açabileceğini, keza yine Sahihi Buharide geçen; “Bir günahkâr kadın, kuyu başında susuzluktan dolayı kendini öldürecek derecede dilini çıkarıp soluyan bir köpeğe rastladığında acımış, ayağında pabucunu çıkarıp, onu başörtüsü ile bağlayarak kuyudan o hayvan için su çekmiş de bu yüzden mağfirete ermişti” örneğini vererek te hayvana gösterilen hürmetle bir anda kurtuluşa erişilebileceğini müjdelemiştir. Elbette ki kıssadan hisse derler ya, bizim için örnek alınacak davranış ikinci kıssada gizlidir.
Özetle Hadisi şerifler bizlere:
Hayvanlara iyi davranılmasını,
Hayvanların aç susuz bırakılmamasını,
Hayvanların dövülmemesini, yavrularının alınmamasını, zorunluluk harici yavruları olanların avlanılmamasını, korkutmaya yönelik hedef yapılmaması, yarışma için dövüştürülmemesi, güçlerini aşan yük yükletilmemesi gibi bir dizi kaideler ortaya koyuyor. Zira köpeğe zor şartlarda su veren kadının affedilmesi, kediyi hapsedip açlıktan ölmesine sebep olan kadının cehenneme gideceği bilgisi, deveye aşırı yükleyeni, aç bırakan kimselerin Habibi Kibriya Efendimizce azarlanması vs. dinimizin hayvan haklarına son derece çok büyük önem verdiğinin bariz delilidir. Hatta bir gün Peygamberimiz kuşu ölen çocuğun kapısını çalar ve çocuğa; Duydum ki kuşun ölmüş, başın sağ olsun çok üzüldün diye teselli etmiştir. Demek ki; ölen hayvan dahi olsa taziyede bulunulabiliniyormuş meğer. Zaten Rasulüllah (s.a.v); ‘Her kim, bir serçe kuşunun boğazlanmasında olsun merhametli davranırsa, Allahü Teâlâ da kendisine kıyamet gününde merhamet eder’ (Cami’üs-sagir) diyerek meseleyi aydınlatmıştır.
Yine Peygamberimiz; “Her ciğer sahibine acımak ve yardım etmek, sadaka vermek gibidir” der. Hakeza Peygamberimizin; Haksız olarak bir serçeyi öldürenden Allah kıyamet gününde hesap soracaktır (Darimi:2/11) beyanı şerifleri de çok ilginç.
Enes (r.anh.) naklediyor: Bir yerde mola verince, hayvanlarınızın istirahatını sağlayınca kadar ibadet etmezdik (E. Davut; Cihad:48). Ayrıca kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yuvalarının alınmamasını da emretmiştir (E.Davudi, Cenaiz:1, Buhari: Edebul müfred:139)
Allah Resulü (s.a.v); Atlar yok mu onların alınlarında hayır bağlıdır. At sahipleri de onları beslemeleri sebebiyle ilahi yardıma ererler. Atlara harcamada bulunan kimse ise sadaka vermek için ellerini açmış bir zat gibidir (Sahihi Buharı).
Yine Peygamberimiz (s.a.v); ‘Kıyamet gününde bütün hakları sahiplerine ödemeye elbette mecbur olacaksınız. Hatta boynuzsuz koyun için ona boynuzuyla vurmuş olan boynuzlu koyundan intikam alınacak, onun hakkında kısas yapılacaktır’(Sahihi Buharı ve Müslim) buyruluyor.

Hâsılı kıssanın ötesinde Peygamberimizin; ‘Kendisinden hayat bulunan bir şeyi mesela bir koyunu silah eğitimi için hedef edinmeyiniz, onu bir nişangâh tutarak kendisine silah atmayınız’ beyanı hayvan hakları hususunda meramımızı anlatmaya yeter artar da.
Kırda bayırda otlayan bir hayvanın sahibinin iradesi dışında ansızın parlayıp başkasının mülküne girip orada bulunan bir kimseyi tepmek veya çarpmak suretiyle öldürürse sahibine diyet gerekmez. Ancak bu fiil kendi mülkünde vuku bulduğunda duruma müdahale etmeyip engellemezse hayvan sahibine diyet lazım gelir. Hakeza kendiliğinden parlayıp kaçan bir hayvanın ardından koşup tutmak isteyen bir adamı ise hayvan tepip öldürdüğünde hayvan sahibine diyet lazım gelmez.
Bir hayvanın yolda hızlı koşturulmasından dolayı ayaklarından sıçrayan büyük bir taş parçasıyla yoldan geçen birinin ölümüne veya gözünün çıkmasına neden olduğunda diyeti hayvan binicisi öder. Çünkü binici sakınılması mümkün olan hareketi ihmal etmiştir. Şayet binicinin düşmesi üzerine boşalan bir hayvan yolda geçen bir insanı öldürürse biniciye diyet gerekmez.
Bir insan umuma açık yolda bağladığı hayvanı yoldan geçen bir şahsı öldürdüğünde hayvan sahibi diyetini ödemek zorundadır Zira herkesin kullandığı umum yolda hayvan bağlanılmaz.
Yürümekte olan bir hayvan dürtme veya kamçılamaktan dolayı şahsı öldürürse ne binene, ne dürtene, ne de vurana diyet gerekir. Çünkü hayvanın yürümesi için kamçılamaya izin vardır. Ancak önde giden veya sürücüsü bulunan bir hayvanı yolda rastgele birinin izinsiz kamçılaması bundan istisnadır. Aksi takdirde ölen şahsın diyetini sadece kamçılayan tazmin eder, isterse kamçılayan çocuk olsun bu böyledir.

Bir köpeği kışkırtmak suretiyle bir şahsı öldürdüğünde diyetini o kışkırtan şahıs öder. Keza bir şahsın yola attığı bir akrep veya yılan bir şahsı ısırıp öldürdüğünde de hüküm aynıdır.
Halktan birileri bir adama; “hayvanına sahip ol” diye tembih etmesine rağmen, hayvan sahibi oralı olmayıp hayvanını salıvermekle bir şahsı öldürecek olursa diyetini ödemekle mükelleftir. Fakat salıverilen hayvan tembih edilen yerden başka bir yere gidip orada birinin ölümüne neden olduysa bu durumda diyet gerekmez.
Velhasıl; konuyu şöyle özetleyecek olursak;
“Koyun sağıcıların, koyunların memelerine zarar vermemesi için tırnaklarını kesmelerinin” emredilmesinin yanı sıra yavruları alınmış bir kuş için peygamberimizin özel çabası neticesinde yavrularını yuvaya koydurması, yine Peygamberimizin canlı hayvanı korkutmak amacıyla hedef yapmayı yasaklaması, bindiği hayvana beddua eden kadını ikaz etmesi, hayvanların damgalanmasını, kulaklarının yırtılması ya da kesilmesini, onlara hakaret edilmesini, onların karşılıklı dövüştürülmesini, zevk için avlanılmasını, gücünün üzerinde yük yüklenilmesi gibi durumlar dinimizce kesinlikle yasaklamıştır. Hatta bunları yapanlara İslam tarihine baktığımızda cezada verildiği görülmüştür. Nitekim İslam ordusu bir savaşa giderken köpek ve yavrularının rahatsız olmaması için başına nöbetçiler dikip ordunun gidiş yolunu değiştiren de yine Allah Resulüdür. Bilmem başka söze hacet var mı?
Vesselam.

Faydalanılan kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuki İslamiyye ve Kamusu eseri.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir