ESMA-ÜL HÜSNA
ALPEREN GÜRBÜZER
Allah-ü Teâlâ isimlerini zikretmiş, bir kısmını Habibine ve sevdiklerine bildirmiş bir kısmını da kendi ilminde gizlemiş. Allah’ın sıfat ve isimlerini daha çok Kur’an ve sünnetten öğreniriz. İnsan tek bir isme değil, Esma’ül Hüsna’da geçen pek çok isimlere muhatap kılınmış. İsimlerin bir kısmı Allah’ın varlığını ispatına, bir kısmı birliğine, bir kısmı eşi ve benzeri olmadığına, bir kısmı da canlı cansız her şeyi idare ettiğine işarettir. Dolayısıyla O’nu bu isimlerle dua eder, yüceltir ve överiz. İsimleri vesile ederek dua yaparken bazen istemek ya da af dilemek şeklinde tezahür eder. Nitekim:
Ya Gaffar derken; Ey günahları affeden,
Ya Rahim derken; Ey Kullarını acıyan,
Ya Settar derken Ey günahları örten,
Ya Tevvab derken; Ey tevbeleri kabul eden,
Ya Rahman derken; Ey rahmet eden,
Ya Âlim derken; Ey halimizi en iyi bilen,
Ya Aziz derken; Ey herkese hükmü geçen,
Ya Kadir derken; Ey her şeye gücü yeten vs. diye yalvarır yakarır ellerimizi açar böyle başlarız duaya. Derken Esma’ül Hüsna’nın tecellisiyle yaratılan her şey kıpırdayıp Rezzak ismiyle en küçük böcekten en büyük fil’e kadar hemen hemen her şey bu rızktan nasiplenir. Keza Kadir ismiyle de bir damla su bir anda deryaya dönüşebiliyor. O her şeye kadirdir zaten.
İmamı Gazali; “Bil ki kulun olgunluğa ermesi Allah’ın isim ve sıfatlarının edebiyle süslenmekle mümkündür” der. Yani bu ifadede geçen süslenmek ya da boyanmak hali kula Kur’an ahlaki özellik katar manasınadır. Rasulullah (s.a.v) ise bu konuda; “Allahü Teala’nın 99 ismi vardır ki, onları sayan ve hıfz eden cennete girer” (Buharı) beyan buyurmakta. Peki ya Arifler ne demişler? Onlar da; “Avam (halk) 99 Esma-i Hüsna’yı diliyle, Havas (âlimler) manalarını düşünerek, Veliler ise tüm kalbiyle Esma-ül Hüsna’yı zikrederler” diye buyurmuşlardır.
Kul; Es-Selam ismini zikrederek kalbinde selamet bulur. El- Hâkim’i zikreden her şartta yerince davranır. Rezzak ismini zikreden geçim endişesi taşımaz. Settar ismini zikreden kusur aramaz, duyduğunu da yaymaz. İşte bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak pekâlâ mümkün. Demek ki; Allah’ı zikretmeksizin yaşayışımızdan güzel ahlak çıkmıyor. Bunca günahımıza rağmen yine de isimlerin bereketiyle hala ayaktayız, buna da şükür. Keza yine biyoalem (canlı alem) isimlerin bereketiyle ‘Hayy’ der veya ‘Hu’ diye zikreder. Hatta kayalar bile hal lisanı ile dile gelmekte ve bu yüzden jeologlar taş yığınlarının içerisinde çıkan tılsımı çözmeye çalışırlar. Bakın içerisinde konakladığımız dünya gemisi bile Allah’ın iradesiyle rotasında şaşmadan hızla yol alıyor, ta ki dur denene kadar. Kelimenin tam anlamıyla her şey O’nun iradesiyle gerçekleşiyor. Zira dünya gemisi ahiret yörüngesine doğru ilerlemektedir, bu kaçınılmaz. Hala ahirete gitmemekte direnen varsa, kudreti yetip gemiden inebiliyorsa insin, bakalım el mi yaman, bey mi yaman bir görelim. Bu mümkün mü? Elbette ki imkânsız. Demek ki mutlak kudret Allah’a ait has bir sıfattır. Bu ve buna benzer daha pek çok misaller ortaya konulabilir.
Gâh çocuk olduk, gâh genç, gâh yaşlandık, gâh ölme noktasına geldik, bütün bu aşamalar irademizin dışında gerçekleşti hep. Madem öyle yine bir gün isteğimiz dışında ölüp dirileceğiz demektir. Seyri âlemimiz vahdeti gösteriyor ve bu vahdet sırrı hayatımızın her safhasında mevcut zaten. Belli ki; Esma-ül Hüsna’nın bereketiyle bize gerekli donanım takılıp bu dünyaya gelmişiz, yine gerekli donanımlarla ötelere akacağız demektir.
Allah adını anmak, yani lafza-i Celali zikreden bütün Esma-ül Hüsna’yı zikretmiş sayılır. Nitekim Lafza-i Celal bütün isimleri kendinde toplar. Allah adı geçtiğinde ‘Celle Celalühu’, ya da ‘Teala’ demek kâfi. Esma-ül Hüsna’yı vird edinmek isteyen bir talipli ehline danışıp ona göre zikretmelidir.
Allah’ın sıfatları insan için kullanıldığında kelime benzerliği olarak düşünmeli. Zaten kulda kullanılan sıfatlar sınırlıdır. Allah’ın sıfatları ezelde yaratılmış değildi, an be an hazır ve nazırdı. Allah’ın görmesi vasıtasız olup, asla onun göze ihtiyacı yoktur. O’nun görmesi ebedi olup aynı anda görmektir, hakeza işitmekte öyledir. Rabbül Âlemin bu hususta; O’nun benzeri hiç bir varlık yoktur. O her şeyi işiten ve görendir (Şura–11) diye beyan buyurmakta. Demek ki; var olan Rabbül Âlemine benzemez. Allah’ın hayat sıfatı zaman, mekân ve sebepten münezzehtir. O’nun misli düşünülemez, olamazda. O zatı ile vardır. Allah ol (kün) deyince o oluverir, bütün tasarrufat O’na aittir ve yarattığına bir derece güç verip enerji bahşetmiştir. Her kimde ne varsa o mülk mutlak sahibine aittir, bize verilenler sadece emanet kabilindendir. Zira yoktan var eden Rabbül Âlemin’dir. Allah’ın her şeye gücü yeter, ancak O’nun gücü bizim gücümüz gibi değildir. Allah’ın tıpkı kendisi gibi Allah yaratması da muhaldir.
Kul ile Allah arasında var olan yetmiş bin perde ifadesi Allah’ın Esma’sı ve sıfatlarının tecelli daireleri manasınadır. Nasıl ki; İsm-i Azam Esma-i İlahiyeyi kapsıyorsa, insanda tüm Esma-i ilahiyenin tecellilerinin alanı içerisinde rol oynar. Azamet ancak O’na mahsus olup “En güzel isimler Allah’ındır” (Araf/179).
Her şey zıddı ile bilinir. Bu yüzden Allah (c.c) tezat kanunu halk etmiş. O dilemeyince hiç bir kul hidayete eremez. O’nun iradesiyle bilinir her şey. Mesela çirkinlik sıfatı halk edilmese güzellik bilinemezdi. Allah’ın konuşması ezelidir, tabiî ki, konuşması bizim gibi değildir. Dil sadece O’nun tercümanıdır. İlahi hitaplar ise ezeli kelamın tecellisi ve mealidir. Tur-i Sina’da Hz. Musa ile kelam etmesi belki de ezeldeki ilmiyle istediği manayı duyurmuşluğun neticesidir. Öyle anlaşılıyor ki; Yüce Rabbimiz herkese kendi diliyle emir yüklüyor, hitabını bildirip yürürlüğe koyuyor. Derken İlahi ilminde takdir ettiği şeyleri vakit gelince var edip devam ettiriyor, ya da yok ediyor.
İnsanoğlu Allah’ın yaratmış olduğu kanunları araştırıp açığa çıkarmakla hayatı keşfeder. Ne var ki insan bir buluşu icat etmiş olmakla yaratmış olmuyor. Bilakis kanun koyucunun varlığını seziyor. Zira bütün kanunlar kâinatta mevcut, insana sadece bu kanunları bulmak düşer. Üstelik insan akıllı bir varlık olmasına rağmen arının kovanında yaptığı harika sanatı yapmaktan aciz de. İnsan sadece Esma-ül Hüsna’nın tecellisiyle eşyanın tabiatında ne çıkarabildiyse onunla yetinir. Eşyalar anlam yüklü, her birinin kendine özgü hakikati vardır. Bazen duyularımızla, bazen Kur’an ve sünnetten gelen haberlerle, bazense akıl yürütme ile eşyanın dilini çözmeye çalışırız. Bakın koyun kırda bayırda o kadar dolaşmasına rağmen eşyanın dilinden ve antik eserlerden anlamaz, anlayacağı şey otlamaktır ancak. Belli ki; Yaratılan her şey insan için yaratılmış. Dahası tefekkür edip kulluk yapalım diye yaratılmışız. Tefekkür olmazsa bizimde koyundan hiç farkımız kalmazdı. İnsan bu noktada en mükemmel şah eser, yani Eşrefi Mahlûkattır. Yaratılış gayesini bilen tek varlık insan. Dolayısıyla “Kendini bilen Rabbini bilir” ilahi kelamına muhatabız, bilmek istersek tabii. Güneş aydınlatır, ama ne için aydınlattığını bilemediği gibi kendisinin güneş olduğunu da bilemez. İşte insanı diğerlerinden ayıran en can alıcı nokta kendini bilmesidir. Bu yüzden insan’a büyük âlem diyen âlimlerde var. Âlem Allah’tan gayri bütün varlıklara verilen bir isim. Cisimler, cevherler, madde, hava, hareket her ne akla gelirse bu kapsama girer. Fakat Allah’a âlem diyemeyiz, ancak şey diyebiliriz. Zira şey varlıktır, var olandır, yani cisimsiz cevhersiz bir şey anlamında olduğu için zat ve mana kastedilir.
Bakın bir Arife sual eylemişler;
—Rabbini nasıl bildin? diye.
Cevaben;
—Rabbim’i Rabbim’le bildim demiş.
İşte bu anlamda Rabbimi Rabbimle bilmenin ne demek olduğunu aşağıda vereceğimiz misalle açıklık getirebiliriz. Şöyle ki;
Bir gün etrafında pür dikkat kesilen kalabalık eşliğinde ünlü bir âlim yolda geçerken, insanların etrafında dört döndüğünü gören ihtiyar kadın merak edip;
—Neyin nesi bu kalabalık diye sormuş.
Dediler ki:
—O; Allah’ın birliğine 1001 delil olan meşhur âlimimizdir.
Tabii yaşlı Nine:
— Demek ki onun Allah’ın birliğine1001 tane şüphesi var ki ortaya delil (ispat) koymuş, bense Allah’a delilsiz inanıyorum diye söylenince, bu söz Âlimin hoşuna gitmiş, ellerini açıp:
—Allah’ım senden şu ihtiyar kadının imanı gibi saf duru bir iman ve kalp istiyorum
diye dua eder. Derken etrafındakilere dönüp:
— Gelin hepimiz bu nine gibi iman yürekli olalım temennisinde bulunur.
Velhasıl; her şey O’nunla güzel. Zaten Esma’ül Hüsna’da güzel isimler demek.
Vesselam.