Ana Sayfa » Genel » Evliyaullah

Evliyaullah

EVLİYAULLAH

ALPEREN GÜRBÜZER

Evliyaullah’ın yolunu yol bilmeli.
Bahaüddin Nakşibendî (k.s); Bu yolumuzdan yüz çeviren tehlikededir beyanıyla aslında bu yolun Resulü Kibriya ve Ebubekir Sıddık’a dayandığına vurgu yapmak istemiştir. Hatta bu sözlere ilaveten der ki; Beyazıd-ı Bestami’nin yolunun nihayeti, benim yolumun bidayeti, Onun eline geçen en son marifet, benim elime geçen ilk marifet değilse, bu tarikat Bahaüddin’in kalbine haram olsun der. Evet! Şah-ı Nakşibendî’ye kadar bu yol;
Hz. Ebubekir Sıddık (r.anh.) ile Hz. Tayfur bin İsa Ebu Yezid el Bestami’ye kadarSıddıkiyye, Beyazidi Bestami Hz.lerinden Abdülhalıkı’l Gücdüvani’ye kadar Tayfuriyye; Abdülhalıkıl Gücdivani’den Şah-ı Nakşibendî’ye kadar Haceganiyye diye anılıp, en son Şahı Nakşibendî’nin elinde Nakşibendiyye olarak isimlendirilip nihayet bulur. Neticeyi itibarıyla bu yol hangi isim altında zikredilirse zikredilsin, şurası muhakkak kıyamete kadar devam edecek te. Çünkü büyükler öyle müjdeliyorlar.
Bakın Allah’ın Habibi; Ümmetim yağmur gibidir, evvelimi daha hayırlıdır, ahiri mi daha hayırlıdır bilinmez buyuruyor. Şah-ı Nakşibendî (k.s) bu hadisi şerifin etkisinden olsa gerek Yaratana sığınaraktan; Allah’tan kendisine muhakkak vasıl edecek bir yol istediğini beyan etmiş, hatta isteğinin verildiğini müjdeler de. Böylece bu sözlerle sofilerin gönlünü hoş tutmuştur.
Eskiden insanlar evliyaullah’a duydukları sevgiden dolayı Allah yolunda koştururlardı. Ne var ki şimdilerde sevgi hak getire, enkaza uğramış durumda. Dahası Allah sohbeti yapanlar adeta toplumda dışlanmaya başlamış bile. Yine de ümidimizi yitirmiş sayılmayız. Madem ümit varız, o halde kınayanın kınamasına aldırmaksızın, Allah’ın sevdiği kullar arasında bulunalım bu da yeter. Biliniz ki; Allah’ın sevdikleriyle bir arada bulunmak bir ömre bedel, gerisi lafügüzaf. Zaten öyle olmasaydı Peygamberimiz(s.a.v); “Kişi sevdiği ile birlikte haşr olunacaktır” diye ferman buyurur muydu?
Bakın Şeyh Sadi Şirazi gül bahçesinde gülfidanının dibindeki ot’a hal lisanıyla nasıl meramını dile getirmiş:
—Ey ot! Senin ne şeklin, ne kokun, ne rengin, ne güzelliğin, ne de kıymetin var. O halde burada ne işin var diye serzenişte bulunur.
Ot dile gelip:
—Olsun, ‘Gül bahçesinin otu’ ismini taşıyorum ya, bu yetmez mi? diye karşılık verir. Düşünebiliyor musun ot ot haliyle böyle derse, o zaman biz ne güne duruyoruz. Madem öyle Allah dostlarını sevmekte bize düşer. Nitekim onları sevmek bile bir derece imanın kemalat’ına işarettir.
Allah-ü Teâlâ; Biliniz ki Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzunda olmazlar (Yunus, 62) buyurmakta. Gerçekten de mahşer günü onlar için korku yoktur, ama ahiret sermayesi olmayan için her an bu risk vardır. Öyle ki; o gün elli yerde sual sorulacak, hatta cevabı verilmeyen her biri soru için durduğu yerde bin sene sabit kalınacak. Evliyaullah ise anlık cevaplarla cennet yurduna kanatlanacaktır.
Evliyaullah’ı tanımayıp gayrısına bağlananlar Rasulüllah’ın; “Babasından gayrisine intisap edene Allah lanet etsin hükmüne” muhatap olur. Zira İbn’ul Farıd (k.s); “Bizim anamızdaki manevi nesep cisme bağlı olan nesepten daha yakın ve kuvvetlidir”demiş. Çünkü biri ruhu besler, diğeri de mideyi. Dolayısıyla sofi üzerinde ahiret sermayesine yönelik yatırım yapan manevi baba cismani babadan önde gelir. Şöyle ki; Rasulullah (s.a.v) Risalet’i üstlendikten sonra hiç bir ayırım yapmadan herkese aynı çağrıyı yapıp hak yola davet etmişti. Bu çağrıya yüz çevirenler helak oldular, icabet edip “Seni anamızdan, babamızdan, evlatlarımızdan çok seviyoruz, canımız feda” diyenler kurtuluşa erdiler. Nasıl ki; insan bazen yedi sülalesini merak edip öğrenmek ister ya, aynen öyle de bir sofi’de bağlı olduğu manevi sultanını silsilesini bilmesinde sonsuz fayda söz konusudur. Aksi takdirde rehberini yetiştiren manevi soy ağacını bilmeyen sofi gözü görmeyen kör insan durumuna düşer.
Şah-ı Hazne anlatıyor:
Bir zamanlar çok sofisi olan bir şeyh varmış. Bir gün sofilerinden biri:
—Bana zamanın Gavs’ını gösterir misin diye rica eder.
Şeyh:
—Ben sana yetmiyor muyum ki zamanın Gavs’ını soruyorsun?
Sufi:
—Elbette sen bizim tacımızsın, ama yine de çok merak ediyorum deyince,
Şeyh;
— Madem öyle, git falan memlekete, falan köşede desti satan birisi var. İşte o zamanın Gavs’ıdır. Sufi denileni yapar, yanına varır varmaz:
—Bana bir desti sat der. Fakat destiyi alırken elinden düşer ve kırılır.
—Adam sakince:
—Zararı yok, der
Sufi:
—Ben bir başka desti almayacağım vazgeçtim der.
Adam hiçbir şey olmamış gibi;
—Peki, sen bilirsin der ve onu uğurlarken de güle güle uğurlar. Üstelik hiç desti satın almayıp destiyi kırdığı halde.
Aradan zaman geçer bu sefer Şeyh sofisine:
—Zamanın Gavs’ı göçtü der.
Sufi yine yerinde durmaz, bu sefer yeni Gavs’ı merak ederek ten:
— Efendim zamanın Gavs’ını bildirmeni rica ediyorum der.
Şeyh:
—Falan memlekette, falan yerde çömlek satan destici diye tarif eder, böylece tarif üzere
gelip yanına varır.
Sufi hoş beş sohbetten sonra destici’den desti satın almak ister:
Destici:
—Tamam der ve ardından şöyle seslenir:
— Bak bu destimi sana sattım, ancak sakın ola ki kırmayasın, yoksa senden yetmiş desti parası daha alırım uyarısını yapar.
Evet! Verilen anekdotlardan da anlaşıldığı üzere Evliyaullah da çeşit çeşittir. Kimi Celalli, kimi Yunusça tavır sergiler. Yani yukarı da bahsi geçen desti satan iki Gavs arasındaki fark gibidir.
Gavs-ı Bilvanisi (k.s) ise bu konuda İbrahim Ethemden misal getirerek şöyle anlatır.
İbrahim Ethem haremiyle sarayında sohbet ederken damdan sesler işitir der ki;
-Ey Arabî! Dam da ne işin var?
Adam:
—Develerimi arıyorum, der.
İbrahim Ethem:
— Git işine! Böyle şey mi olur, damda deve mi aranır?
—Peki, Sen benim bu halimi tuhaf karşılıyorsun, ya sen kuş tüyü yataklarda zevki ve sefaya daldığın sarayında Allah’ı nasıl arayıp aklına düşürürsün, asıl sen buna taaccüp et derdine yan der ve kaybolur. Bu sözler İbrahim Ethem’in can evinden vurmaya yeter artar da. Öyle ki; bir anda padişahlığı, sarayı, tacı tahtı bırakıp mürşit aramaya koyulur. Bulur bulmasına da, ama bu seferde bulduğu Şeyh tarikat vermez, der ki:
— Bir kere millete zulmetmiş veya zorla ellerinden mallarını almış olabilirsin, tüm bunların iadesi gerekir, onun için şu aşamada sana tarikat veremem der.
Bu durumda İbrahim Ethem memleketine dönüp ne kadar kul hakkı varsa hepsini kuruşu kuruşuna sahiplerine iade eder. Derken dergâha kabulü ancak böyle gerçekleşir. İyi ki de kabul görür, dergâhta 10–15 sene büyük aşk ve muhabbetle amel eder de. Artık şimdi sıra sınanmaya gelmiştir. Çünkü samimiyet testinden geçecektir. Biliyorum aşağıda verilen örneğe içinizden itiraz edenler olacaktır belki. Elbette ki; bir mürşit şeriata aykırı talepte bulunamaz, bulunursa da neticesine bakmalı. Gerçekten neticesinde şeriata aykırı durum çıkarsa o mürşit değildir zındıktır. Birazdan; “Sizin kötü gördüğünüz şeylerde hayır, hayır gördüğünüz şeylerde de şer olabilir” hükmü hatırladığımızda ön yargılardan sıyrılmak mümkün. Şöyle ki;
Şeyhi;
—Git bana şarap getiriver der, o da getirir, ama reddeder.
İbrahim Ethem’i tekrar çağırır bu sefer der ki:
—Canım kadın istiyor, git bana kadın getir der. İbrahim Ethem de çaresiz hanımını getirir, ama tabiî ki şeyh kadını geri gönderir. İşte İbrahim Ethem bu. Teslimiyeti ile zamanın en büyük evliyalarından oluyor, hem de zor sınavı tereddütsüz bir şekilde usul usul, basamak basamak aşarak seçilmişlerin seçilmişi oluyor. Dile kolay! Evliyaullah olmak, insana tacı tahtı bile bıraktırabiliyor.
Bakın Mevlana; Padişahın dostu olan hiç zayıf kalır mı buyurmakta. O halde dostu evliya olan hiç garip kalır mı dersek yeridir.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir