Ana Sayfa » Genel » Falcılık Kahinlik ve Gayb’dan Haber vermek

Falcılık Kahinlik ve Gayb’dan Haber vermek

FALCILIK-KÂHİNLİK VE GAYB’DAN HABER VERMEK

ALPEREN GÜRBÜZER

Yıldızlar, güneş, ay ve gezegenler bir şeyi yönetmeye muktedir değiller, her şeyi idare eden Allah’tır. Bu yüzden burçlarla, fallarla insan ilişkilerini kurmak ve bu tür şeylerden medet ummak yanlıştır. Çünkü bu saydıklarımızın hepsi belli bir proğram dâhilinde yüklenmiş ilahi kanuna göre seyrediyor. Allahü Teala; De ki, gökte ve yerde gaybı Allahtan başkası bilmez (Neml65) buyuruyor. Peygamberimiz (s.a.v) ‘de, Bir kimse bir kâhine giderek onun söylediklerini tasdik ederse Muhammed’e indirilenleri inkâr etmiş olur buyurarak kâhine ve falcıya inanmamamızın gerektiğini ortaya koymuştur. İhtiyacımız olan gaybi bilgiler zaten hem Kur’an, hem de sünnette yeterince mevcut, bundan ötesini merak ise şeytanın vesveselerine yem olmak demektir. Şüphesiz, gayb-ı Allah bilir hükmü sabit, ancak Peygamberler, hatta bazı kullar gaybı Allah’ın bildirdiği kadar bilebilirler, bu durum genele şamil değildir tabiî ki.
Dinimizde yıldız nameye yer yok. Yıldızlara bakarak gelecekten haber vermek bühtandır. Efendimiz ashabıyla oturup sohbet ediyordu, o sırada bir yıldız kayınca bu durumu birinin ölümüne veya doğduğuna yorumladılar. Allah Rasulü bunun üzerine dedi ki:
—Yıldız, ne bir kimsenin ölümü ne de doğumu için kayar. Ancak Rabbimiz bir konuda hüküm verince, Arş’ı taşıyan melekler tesbih ederler. Sonra onların altında bulunan gök ehli tesbih eder. Nihayet bu tesbih bizim dünyamıza kadar ulaşır. Sonra Arş’ı taşıyan meleklerin altında bulunan gök ehli, haberin ne olduğunu soruşturarak Arş’ı taşıyan meleklere; ‘Rabbimiz ne buyurdu?’ derler. Onlar da bu hükmü kendilerine haber verirler. Her gök ehli diğer gök ehline durumu bildirir. Nihayet haber dünya göğünde bulunanlara kadar ulaşır. Cinler bu haberi kulak hırsızlığı yaparak çalarlarda, bunun üzerine kovalanırlar. Onların bu şekilde getirdikleri haber haktır. Ancak kendileri değişiklik yapıp, artırma-eksiltmede bulunurlar.(Müslim, Ahmed b. Hanbel)
Bir yıldızın kayması da kaybolması da bir fiziki olaydır sadece. Yıldızlar kaya dursun, önemli olan Hak yolda ayağımızın kaymamasıdır. Resulü Ekrem (s.av); Yıldızlar semanın emiyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaat edilen şey semaya gelir. Bende Ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaad edilen şey gelecektir. Ashabımda ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaad edilen şey gelir (Müslim, Fedailu’s- Sahabe, 207) buyurdular.
Yıldız namelerle insanlara ilham kaynağı olduğu sananlar aldanıyorlar. Asıl ilham alabileceğimiz kaynaklar, karanlık ruhumuza ışık saçacak, bizi zirvelere taşıyacak seher vakti kuş sesleri eşliğinde uyanmamızı sağlayan seher yıldızlarıdır. Dolayısıyla kâhinler kendi yoluna, Hak yolcuları da kendi seyri âlemine seyreyleyecek, hangisine uyup uymama noktasında tercihte serbestiz. Ama biri çukura, diğeri zirveye götürür. Şu bir gerçek batmayan yıldızlar insanı kurtuluşa erdirerek seyri sulukunun tamamlamasın vesile olurlar.
Sihrin hak olması caizdir anlamına gelmez. Bir şeyin varlığı sebebiyle o işi yapmak anlamına gelmediği gibi. Rabbül Âlemin; Süleyman (a.s)’ın saltanatı aleyhine şeytanların okudukları şeye (sihre) tabi oldular. Hz. Süleyman sihir yapıp kâfir olmadı. Fakat şeytanlar insanlara sihir öğrettiklerinden kâfir oldular. Onlar Babildeki harut ile marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı.(Bakara/102) beyan buyurmakta. Şeytanlar yedi kat gökleri dolaşırken, orda Meleklerin sözlerine şahit olarak bir takım haberleri işitir kâhinlere aktarırlardı, Kâhinlerde insanlara. Fakat zaman içerisinde şeytanlar doğru haberlere bile allayıp pullayıp yalanlar katarak kâhinlere ilettiler. Üstelik Kâhinler bu bilgileri kayıtlara geçirerek yazılı hale getirdiler. Hz. Süleyman önlem olarak bu yazılan kitapları toplatarak sanduka içerisine koyup, tahtının altında muhafaza altına aldı ve bu konuda gerekli ikazlarda bulunarak şöyle seslendi: Kim şeytanların gaybı bildiğini iddia eder, etrafta söylenirse kellesini koparırım tehdidinde bulundu. Bu tehditle, maksad hâsıl oldu, ta ki Hz. Süleyman’ın vefatına dek sürdü bu durum. Ölümünün ardından hemen fırsatı ganimet bilip etrafa Hz. Süleyman’ın büyük bir sihirbaz olduğu şayiasını yaydılar, oysa yukarıda bahsi geçen ayetin devamında Allah (c.c); Ve onlar, Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeylerin ardına düştüler. Oysa Süleyman asla küfre düşmedi. Sadece şeytanlar düştüler (Bakara 102) buyurarak gerçeği ortaya koyuyor.
Cinlerde tıpkı şeytanlar gibi göğün yüksek katmanlarına çıkarak bir takım bilgileri alıp yalan yanlış ilavelerle kâhinlere, falcılara aktardılar ve birtakım sırlara vakıf oldular ama Allah Rasulünün dünyaya teşrif edip Risaletiyle birlikte bu imkân ellerinden alındı. Resulü Kibriya’nın Ukaz panayırına gittiği senelerde cinlerin üzerlerine göktaşları atılarak adeta bir yıldıza çarpılıp akkor kesilen bedenleri ile gök kapıları ardına kadar kapatılmış ve kavimlerinin yanlarına dönmek zorunda kalmışlardı. Neydi onları çarpan yıldız, bilemezlerdi tabiî ki. O yıldızın adı âlemlere rahmet olarak indirilen adı güzel kendi güzel Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.
Kavimleri dediler ki:
—Başınıza gelen bu duruma vesile olan birileri olsa gerek, derhal doğu ile batı arasını bir bir tarayın neyin nesi bir görelim.
Taramaya koyuldular, doğu ve batı arasında bir hayli mekik dokuduktan sonra Nahle denen yerde dikkatlerini çeken bir topluluğun farkına vardılar ve orada Allah Rasulü’nün ashabına namaz kıldırdığını görüp yanlarına geldiler. Cinler O’nun mübarek dilinden dökülen tane tane güzel tilavetine şahit oldular ve kendi aralarında;
—İşte bize gök kapılarının kapanmasına neden olan bu olsa gerek dediler, ardından iman ettiler. Kavimlerine döndüklerinde eşi ve emsali olmayan bir kıraat dinlediklerini, iman ettiklerini, bundan böyle Allah’a şirk koşmayacağımıza yemin ettik, işte gök kapıların kapanmasına neden bu olay dediler.
Bütün bu örneklereden madem sema kapıları kapatıldı cinlerin gaybı bildiklerini iddia etmenin anlamsız olduğu anlaşılır. Yukarıdaki izahlardan hareketle yine bu konuda ayetlere bakıldığında:
Doğrusu biz (cinler) göğü yokladık; fakat onun, kuvvetli bekçilerle ve alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Oysa biz onun bazı kısımlarında dinlemek için oturacak yerler oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rabbleri onlara bir hayır mı diledi. (Cin,8–10)
Doğrusu biz dünya göğünü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve onu inatçı her şeytandan koruduk. Onlar Mele-i Alayı dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar, uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azap vardır. Ancak bir sözü kapan olursa, onu da delip geçen alevli yıldızlar takip eder (Saffat,6–10).
And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, Onlara şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık (Mülk, 5).
And olsun ki biz gökte burçlar yaptık ve onları bakanlar için donattık. Ve onları, kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, apaçık görülen bir ateş onu kovalar (Hicr,16–18).
UĞUR VE UĞURSUZLUK
Bir başka meselede hayra yormak anlamında kullanılan uğur ile kötü bir şeye yormak anlamındaki uğursuzluk kavramları. Peygamberimiz (s.a.v) bu hususta; “Tıyere’nin (uğursuzluk) aslı yoktur. Onun en iyisi faldır” buyurmuşlardır. Gerek burçlar, gerek gök hareketleri, gerek cisimlerin, gerekse zamanın ve gerekse uğur telakki ettiklerimizin kaderimizi etkilediğini söylemek yanlış, ama her gördüğünü hızır bilmek her geceyi kadir bilmek de güzel davranış olsa gerektir. Fakat cansız eşyadan medet umarak; bana uğur getirdiğini demek safdillik olur. Aslında uğursuzluk denen bir şey yok, problem uğursuzluk paranoyasına kapılmış zihinlerde. Zira gâh zamanı uğursuz sayarız, gâh her şeyi. Bir bakarsın sayılara, fala, güne takılırız hep. Uğurlu ismim, uğurlu günüm, uğurlu sayım vs. deriz. Oysa tüm bu yaftalamalar caiz olmadığı gibi akaidimizi de zedeler. Bu tür handikapların ruhumuzu bertaraf edeceği besbelli. Böyle yapmakla kendi kendimize cahiliye adetlerini yeniden diriltmiş oluyoruz oysaki. Efendimiz (s.a.v); Üç şey cahiliye adetlerindendir: soy-sopa kötü konuşmak ve ölü için saçını başını yolarak ağlamak, bir de nev’lerden yağmur ummak olduğunu beyan buyurdu (Buhari, Müslim).
Allah Resulü bir gün Yağmurlu havanın ardından sahabeye:
—Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz?
Dediler ki:
—Allah ve Resulü bilir.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v); Allah buyurdu ki: Kullarımdan bazısı mü’min, bazısıda kâfir olarak sabahladı. Kim, ‘Allah’ın fazlu rahmetiyle yağmura kavuştuk dediyse işte o bana iman etmiş, yıldızı reddetmiştir. Kimde ‘Filan ve falan yıldızın nev’i sebebiyle yağmura kavuştuk.’ dedi ise o da beni reddetmiş, yıldıza iman etmiş olur’(Buhari, Müslim) buyurdular.
Bir defasında da devenin sütü sağılması gerekiyordu, talipli arandı, bir adam kalktı ve Allah Rasulü adını sorunca; Mürre dedi. Allah Rasulü; otur dedi. Bir başkası kalktı onun da ismini sorunca, o da Harb dedi, ona da otur dedi. Bir başkası kalkınca onada ismi soruldu, o da cevaben Ya’iş dedi. Bunun üzerine Habib-i Kibriya ona tebessüm ederek; deveyi sen sağ dedi (Muvatt). Çünkü Mürre acı, Harb savaş, Ya’iş ise yaşamak manasına geliyordu. Uğursuzluktan değil tabii ki, üçüncü ismin hayır çağrıştırdığı içindir. Bu sebepten her şeyi hayra yormalıdır.Nitekim Efendimiz (s.a.v); İsimlerin en hayırlısı Abdullah, Abdurrahman, Haris (evi, evlad-u ıyali için çalışan) ve Hemmam (hayır düşünen)’dır, isimlerin şerlileri ise Harb ve Mürre’dir (Et-Temhid, 24/72) buyurdular.
Bir çocuğa kızdığımızda zamane çocuğu der, eğitimini üstlenmeyiz. Ya da ibadetlerde gevşeklik gösterip; eeh ne yapalım ahir zamandayız deyip kolaycı yaklaşımı tercih eder, böylece suçu aramayız kendimizde. Yine Peygamberimiz (s.a.v); Dehr’e (zaman) sövmeyin. Zira Dehr Allah’tır buyurdular (Buhar, Müslim, Ahmed b. Hanbel). Demek ki, zamanı bahane ederek kusurlarımızı ört bas etmekle kılıf uydurmuş oluyoruz. Oysa sebebi halk eden Allah, dolayısıyla zamana sövmekle hâşâ Allah’a isnad da bulunmuş olunur. Dün, bugün, yarın kavramları bizim içindir Yüce Mevla’mız için söz konusu olamaz. Nitekim zamanı da mekanıda var eden Allah ve O’nun emrinde: De ki Göklerde ve yerde olanlar kimindir? De ki: Allah’ındır (En’am,12), Gecede ve gündüzde barınan ne varsa O’nundur (En’am,13) buyruğuna muhatap tüm âlem.
Şu halde ömür sürecimiz aynı bir zaman dilimi ve aynı bir mekânda cereyan ediyor. Çünkü belli bir zamanı ve belli bir mekânı paylaştığımız için birbirimize muhtacız. İlişkili olan sade insanoğlu değil bizatihi zaman ve mekânın kendileride kendilerine bağımlı ve ilintilidir. Yukarda da belirttiğimiz gibi ilintili olmayan Rabbü’l Âlemindir. Yılan ve kertenkele gibi canlılarda derinlik boyutundan mahrumdurlar. Bu tür canlılar derinlik boyutundan yoksun olarak gördüklerinden dolayı eşyayı fotoğrafa yansıyan karton filmi izler gibi izlerler. Her mekânın boyutu farklı olabilir elbet. Onun için fizik demişiz, birde fizik ötesi. Bizim paylaştığımız mekân üç boyuta izin veriyor sadece, üç boyutu aşacak hamle bazı Allah’ın sevdiği dostlarına nasip olabiliyor ancak. Zaten Miraç olayı yeterince boyut olayının anlaşılmasına bir işarettir sanırım. Ne varki bizim gözümüz ancak üç boyutu algıladığından dolayıdır ki diğer boyutları kavrayamaz ve göremeyiz. Yeryüzü ile gökler arasında bir yığın bilmediğimiz varlıklarla donatılmış ama bunlardan habersiziz hala. Çünkü boyutlarımız farklı. Melekler çok hızlı hareket ettiklerinden görünmezler. Santrifüje bir konik tüp koyduğumuzda hızlanmaya başladığında artık tüpü göremiyorsak, o halde arzla sema arasında görülmeyen nice meleğimsi ışınları da göremememiz gayet tabiidir. Zira enerji diyebileceğimiz bu ışınlar bir tür fizik kuralının varlığını ortaya koyuyor. Görememek yokluğuna işaret değil tabiî ki. Allah ü Teala; ‘ O semaların ve arzın arasındakilerin Rabb’ıdır. Ve doğuların Rabbidir’’ (Saffat suresi aye-5) buyurarak boyutların sırrını hatırlatıyor ve üç boyuttan başka boyutlarında varlığına dikkatimizi çekiyor.. Bundan dolayı dört, beş, altı vs. boyutların ayrı mekânların olabileceği akıllara düşüyor ve dördüncü boyutun da zaman olduğunu anlamış oluyoruz. Zaman, sanılanın aksine bir saat meselesi değil o da üç boyuta benzer, hatta onun ötesinde bir boyuttur ve daima mekânlarla beraber akıp yol alır ötelere.

KÂHİNLER

Kendisini yıldız zannedipte kâhinliğe soyunanlar insanların yufka duygularını sömürüyorlar. Biz biliyoruz ki gerçek yıldızlar Rasulüllah’ında buyurduğu gibi ashabı kiramdır. Çünkü onlar gökteki yıldızlar olarak tasvir edilmiş Nebiyi Ekremin dilinden; Ashabım yılıdızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz (Suyuti, Cami’us- Sağir; Feyz’ul-Kadir 4/76; İbnu Abdi’l-Berr, Cami’ul-ilm, 2/91) diye.
Kâhinler hakkında Rasulüllah’a sorduklarında cevaben:
—Onlar hiçbir şey değildir buyurdu.
Dediler ki:
—Ey Allah’ın Rasulü! Onlar bazen bize bir şeyler söylüyorlar ve söyledikleri doğru çıkıyor. Bunun üzerine Resulü Ekrem şöyle buyurdular:
—O söz cindendir. Cin onu kaparda, tavuğun gıdaklaması gibi dostunun kulağına gıdaklar. Bu suretle ona yüz yalandan daha fazlasını karıştırırlar (Müslim). Şimdi bu rivayete dayanarak hani gök kapıları kapatılmıştı denilebilir de, oysaki cinler istisna da olsa konuşulanlardan eser miktarda bazı bilgi kırıntıları elde edebilirler, bu bir gerçek. Kaldı ki kâhinler aklını kullanarak bazı şeylere isabet edebilirlerde. Fakat istisnalar kaideyi bozmaz. Her ne suretle olursa olsun Resulü Ekrem (s.a.v); falcıyı, kâhin’i onaylayan kimselerin kırk gün namazlarının kabül edilemeyeceğini, Kur’anı inkâr etmiş etmiş sayılacaklarını ve cennete giremeyeceklerini bildirmiştir.(Ahmed b. Hanbel, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
Falcılık gelecekten haber vermeye yönelik eylem demek. Efendimiz fal nedir sorusuna da Sizden birinin işittiği güzel sözdür (Buhari) diye manidar cevap vermiş. Allahü Teala buyuruyor ki:
—Ey İman edenler şarap, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden murdar işlerdir. Bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. Şeytan şarapta ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin düşürmek sizi Allah’ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık son vermiyor musunuz?’’
Bu ayeti kerimeye kulak kabartarak; Evet son vermeli. Gidilecek yolda belli ve izlenecek yolda. O halde başka yollar denemenin anlamı ne?

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir