Ana Sayfa » Genel » Genetik Mucize

Genetik Mucize

GENETİK MUCİZE

ALPEREN GÜRBÜZER

Dört harfli şifre ile kodlanmış bütün canlılar. Böylelikle Adenin, Guanin, Sitozin, Timin denilen nütleotidlerin kendi aralarında tekrar tekrar çeşitlenmesiyle canlının biyolojik fotoğrafı ortaya çıkmakta.. Nasıl ki, telgraftaki mors alfabesini oluşturan nokta veya çizgi, ya da Türk alfabesinde ki 29 harfin ortaya koyduğu açılım ne ise, canlılarda ki nükleotidleri oluşturan gen birimlerinin meydana getirdiği bilgilerde o demektir..
DNA, çift sarmal üzerine kurulan merdivenimsi yapıda olup, merdivenin basamaklarının her iki ucunda mevcut olan nükleotidlerin karşılıklı eşleşmesi ve kodlanmasıyla canlılık sağlanıyor. Malum olduğu üzere İçtiğimiz suyun yapısında artı yüklü hidrojenle eksi yüklü hidroksil iyonu var. Yapılan laboratuar çalışmaları sonucunda hidrojen iyonunun DNA ‘nın yapısındaki riboz şekeri ile amino asidi oluşturan nükleotidleri arasında elektriksel etki yapması sayesinde canlılığın fonksiyonel hale geldiği anlaşılıyor.. Özellikle hidrojen iyonlarının; fosfor bileşiği olan ATP enzimi, amino asit ve riboz şekerini sentezlediği aşikar. Anlaşılıyor ki; cansız diye sandığımız su ve suyun yapısındaki hidrojen iyonlarının DNA’ya adeta dirlik kazandırması ister istemez Kur’an’da bahsi geçen ayeti gündeme getiriyor: “ İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? Yine de inanmıyorlar mı?’’ (Enbiya suresi ayet30) beyan buyurarak, Allahü Teala ; Her diriyi (hay) sudan çıkarttık ilahi mesajı, ta 15 asrı aşkın zaman öncesinde haber veriyor. Demek ki; dirlik dediğimiz hadise, su molekülünün bir unsuru olan hidrojen iyonunun DNA’ya bir canlılık katarak yaratılışımız üzerindeki sırların bir nebzede olsa aralanmasıdır.Su deyip geçmemeli. Şöyle ki; Amerika da yapılan bir çalışmada( Vincent j. Schaefer) su zerreleri nekadar çok küçük nekadar saf ve temiz olursa eksi 40 santıgrat derecede bile donmadığını gözlemlediler. Demek ki su zerrelerini donduran gerçeklik; kirlilik ve bu zerrelerin büyük olması halinde doğrudur. Kur’anı Kerim de Yüce Allah (C.C); “ Gökten bir ölçüye göre su indiren O’dur. Biz onunla ölü bir beldeye hayat verdik, işte sizde böyle tekrar çıkarılacaksınız’’ (zuhruf suresi-ayet 11) buyuruyor.
Yağmur damlaları içerisindeki zerreler önce donma çekirdeği etrafında oluşmaya başlar ve büyüyen zerreler yeryüzüne yaklaştıkça havanın kaldırma kuvveti ile de denge kazanarak yumuşak bir iniş kazanır . Bu demek oluyor ki yağmurun inmesinde ince bir matematiksel hesap sözkonusu. Fizikçiler tabiattaki bu olayı denge hız formülü ile izah ediyorlar. Yeryüzüne inen yağmur ölü bir belde de olsa oraya hayat veriyor ve toprak neşvünema buluyor ise Rabbül aleminde bize ‘Dirilin, kalkın’ emri ilahiyesini hatırlatıyor adeta. Kıyamet günü ‘Haydi olun (kün)’ emri ile tüm beşer bir saniye geçmeksizin dirilecektir bir su misali. Çünkü su ve su zerreleri ab-u hayattır.

YARATILIŞ

Yaratılan herşey bir proğramın sonucudur. Nitekim nükleotidlerin kodlanmasıyla insanda yaklaşık yirmialtıbinlik sayfayı kapsayacak genetik bilgi içeren ansiklobedi ortaya çıkabiliyor. Bu durum şu anlama geliyor; sırf bu işde yüzbin genin rol aldığını ortaya koyuyor.. Zaten protein sentezi dediğimiz olay nükleotidlerden meydana gelen genler sayesinde gerçekleşmektedir. Bilindiği gibi,yarı anneden yarı babadan mayoz bölünme sonucu gelen bilgilerle Allah’ın şah eseri yeni bir canlı oluşabiliyor. Böylece bir çocuk yarı anneden yarı babadan gelen kromozomlarla karekter kazanıyor. Ancak genetik dünyasında ki hızlı gelişmeler döllenme olayının hiç te kolay olmadığını göstermiştir. Bir yumurta hücresinin döllenebilmesi için kendinde eksik kalan genetik şifreleri ya da kartları, toplam 250 milyon adet sperm hücreleri arasından birtanesini seçmesi gerekir, tabi bu durum normal biyolojik kurallar çerçevesinde analiz edildiğinde mümkün gözükmüyor gibi görünse de, İkiyüz ellimilyon sperm hücrelerinden sadece bir tanesine kendi eksik kartlarını tamamlattıran bir gizli varlığın ‘ol’ emri doğrultusunda döllenmenin gerçekleştiğini ister istemez akla getiriyor. Ve bu noktada İlahi hitap bizlere : “ …..Hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğurmaz …..” (fussilet suresi ayet 47) ayeti kerimesini hatırlatıyor.
Ovaryum hücresi insanda bulunması gereken 60.000 civarında genetik karakterin yarısını taşıyan bir yapı, yani mayoz bölünmeyle ortaya çıkan bir ünite olup, insanda mevcut bulunan 46 kromozom içerisindeki karakterleri 23 kromozoma kodlayan mekanizma. Babanın sperm hücreleri de 30.000 tane karışık şifrelerden oluşan kartları ihtiva eder çünkü. Ancak babadan, bir ovaryum (yumurta) hücresine karşılık, yukarda da belirttiğimiz gibi 250.000 meni hücresi kaşılamaktadır. Bu noktada akıllara durgunluk veren olay şu; dişi yumurta hücresinin nasıl akıl erdiripte bunca sperm hücrelerinden kendi kartlarını çözecek bir spermatozoidin seçimini gerçekleştirebildiği… Kur’an’ıl Muciz’ül Beyanda; Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi O’na aittir O’nun bilgisi dışında hiçbir şey kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: Bana koştuğunuz ortaklar nere de? diye seslendiği gün : sana buna dair bizden hiçbir şahid olmadığını arzederiz derler” ( fussilet ayet 47) buyrularak döllenmenin basit bir olay olmadığının Rabbül Alemin ilan ediyor insanlığa.. Yani Allah(C.C); Ey insanoğlu bu akıl almaz bilmeceyi dişinin yumurta hücresinin çözümlenmesi ancak benim irademle olabileceğini dercesine ayetin esrarını ortaya koyuyor önümüze.

ANNE VE BABA OLMAKSIZIN CANLILIK OLABİLİR Mİ?

Rabbül Alemin dilerse arada baba olmaksızın üreme hücrelerinin şifrelerini çözerek ya da açarak insanda yaratabilir. Herşey O’nun iradesi dahilindedir, O herşeye kadirdir çünkü..
Nasıl mı?
Bilimsel çalışmalar bize gösteriyor ki; vücut hücrelerinde bir insanın genetik kodları gizlidir, ama yalnız bu şifreleri açacak insiyatifi cinsiyet hücrelerine verilmiş. Yaratıcı güç tahminlerimizin ötesinde bu kilidi açarak Meryem anamızı manyetik ışınlamaya tabi tutmuş olabilir. Yüce Rabbimiz; “ Allah yanında İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona ol dedi, o artık olur’’ (Ali-imran suresi ayet59) buyurarak Cebrail aracılığı ile Meryem anamızı ışınlayarak ( nefh), ya da şifrelerle birleşmesini sağlayıp kilidin açılması neticesinde İsa (a.s) ‘ı babasız dünyaya getirmiş olabilir. Ki; günümüz genetik çalışmalarla gerek klonlama ve gerekse yumurta hücrelerini çözecek laboratuar ışınlama yöntemlerinin kullanıldığı bir vaka. Madem Allahü Teala “Ona ruhumdan nefh ettim’’ beyan buyuruyor. O halde ‘hiçbir canlı kendi kendine üreyemez’ deyipte laboratuarda ışınlama yöntemlerini uygulayarak yeni bir canlı yaratma çabası içerisine mi giriyorsunuz? sorusu sorulabilir bu noktada.. Bu tür sorular ışığında genetik çalışmalar daha da hız kazanmış, gelinen noktada varılacak genel kanaat; canlılarda genetik program mutlak manada kilitlenmemiş aslında, uygun şartlar bulunca açılabiliyor. Nitekim, bazı virüsler ve bazı bakteriler, mesela toprakta ki bakteriler anormal şartlarda faaliyet gösteremezler ancak uygun şartlar bulunca fonksiyonel hale gelirler. Bir virüsün canlının dışındayken inaktif olup, canlı üzerinde konuk olduğunda hızla üremeye başlayarak virüsün cinsine göre hastalık doğurduğunda olduğu gibi. Hayvanlarda döllenmeden bu kilidin açılamayacağı sanılıyordu, bugünkü bioteknolojik gelişmeler bu kilidinde açılabileceğini gösterdi.. Yine de genetik kopyalamada zor şartların varlığı inkar edilemez bir gerçek..
Tüp bebek olayı denilen yöntem ise başlı başına alınması gereken bir konu olup, genel anlamda; döllenmiş yumurtayı rahime yerleştirilip dışardan mekanik olarak uyarılmayla tek yumurta ikizlerinin meydana gelmesinden ibaret bir olaydır diye tarif edebiliriz.
ADEM VE HAVVA
Topraktan geldik toprağa gideceğiz hep söyler dururuz. Cansız sandığımız toprak nasıl olurda can vermeye vesile olur? Toprakta eksi değerlerde karbon ve azot molekülleri vardır. DNA’ da da eksi azot ve karbon, fosfor , hidrojen ve oksijenden kurulu bir düzen var. Şimdi diyebilirsiniz ki ne alakası var toprağın DNA molekülleri ile ilgisi.. Toprağı incelediğimizde oksijen , fosfor ve hidrojen, eksi değerli karbon ve azotla birleşerek pekala insan bedenini oluşturabilir. Yeter ki DNA’daki şifrelere ‘ol’ emrini veren ilahi güç olsun. Allah(c.c) şöyle buyuruyor; “Allah nezdinde İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı sonra ona ol dedi ve o da oluverdi’’(müminun23-12) ve yine Ayeti Celilede ; “..Biz kendilerini yapışkan cıvık bir çamurdan yarattık’’ (saffat suresi 37 ayet11)
Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Rabbül Alemin Hz. Adem’in yaratılışında eksi değerli azot ve karbonu taşıyan toprakla DNA arasında ki bağı gözler önüne seriyor. Ateistlerin hep canlı canlıdan çıkar tezini çürüten ayetlerdir. Cansız gibi görünen şifreler bir anda ‘ol’ emri ile canlılık kazanabiliyor. Ateistler Hava annemizin Adem’in eğe kemiğinden yaratıldığını da anlayamazlar. Moleküler biyolojinin ortaya koyduğu genetik bilgilere baktığımızda anlaşılıyorki; genetik şifreleri adeta barkoddan geçirerek yazgıya çeviren tek hücre kemik iliği hücresidir.. Genetik laboraturlarda kemikiliği hücreleri alınarak başka ortamda tekrardan üretilebiliyor. Hatta asıl şifreler açılabilse bir insan yazgısı kayda geçilebilir. Eğe kemiği insan kaburga kemiklerini ihtiva eder. Nasıl ki; artı değerli iken karbon ve azot ölü (cansız)olup eksi değerdeyken toprak canlılık kazanıyorsa , hakeza genetik şifreleri yazgıya geçirebilen kemik hücreleri de ol emri olmaksızın cansız olup, Allah’ın ‘ol’ talimatı ile yazgıya geçmesi sonucu Ademin kaburga kemiğinden Havva hayat bulabilir pekala. Allah herşeye kadirdir çünkü.. İşte Havva’nın yaratılış sırrı bu derin moleküler biyolojinin ince şifrelerinde gizli diyebiliriz….

BİOTEKNOLOJİ
Bioteknoloji kesinlikle yaratma değil, bilakis yaratma gibi güçlü fiilin karşısında acziyetimizin ifadesidir. İnsanoğlu bircanlıyı hücreyi yaratmadan aciz, o halde bir canlıyı nasıl yaratabilsin ki? Embriyoya, üreme hücrelerine müdahale fikri bazı çevreleri apar topar heyacanlandırsa da bu konu daha çok su götürür, henüz netlik bir durum yok ortada. Şu var ki; evlenecek çiftler önceden ırsi(genetik) hastalık taşıyıp taşımadıklarını DNA analiz çalışmaları ile öğrenebilmektedirler. İnsanın kopyalanması başarılamadı, ama varsayalım ki gerçekleşti, bunun toplumda meydana getireceği travma nasıl önlenebilecek? Malum olduğu üzere atom kötü ellerde Hiroşima ve Nagazika, iyi ellerde ise enerji santralı, gerektiğinde tedavi aracı. Aynen öyle de biyolojik materyaller art niyetli ellerde AIDS gibi başa bela musibet, ya da genetik şifresi değiştirilmiş bir bakteri veya virüsün her an patlamaya hazır bomba veya en iyimser tahminle kanser gibi amansız hastalığa belkide çare… Bu durum kullananın insafına ve niyetine kalmış bir şey desek daha doğru olur..
Genetik kopyalama özetle; yumurta hücresinden çıkarılmış çekirdeği aynı canlının meme bezindeki hücreleri ile birlikte doku kültüründe çoğaltılmasının yanısıra, bu doku besiyerinden bilgi taşıyan çekirdekleri izole edip yumurta hücresine yerleştirilerek dışardan elektrik uyarması yardımıyla döllenme neticesinde yeni bir canlının kopyalanma hadisesidir. Kelimenin tam anlamıyla sperm hücrelerinin yerine meme hücrelerinin fonksiyon üstlenmesi sonucu kilidi açabilmenin adıdır klonlama.. Hz.Meryem’den babasız Hz.İsa’nın dünyaya gelmesi; klonlama olayının ya da koyunun kopyalanmasının değişik bir örneği diyebiliriz. Burada Programın tamamı dişi hayvanın hücresinden alındığı için yavruda ister istemez dişi olacaktır, Hz.Meryem olayında ise erkek olmakta, aynı zamanda bu olay Allah’ın bir mucizesi diyebiliriz..
Evet, Hz. İsa (a.s) babasız dünyaya gelmiştir. Bundan hareketle materyalistler önyargıları gereği; kendi kendine üreme olmaz itirazında bulunurlar.. Oysa anne ve baba çocuk için vasıtadır sadece. Nasıl ki; arada iletken madde olmadan televizyon, radyo, veya telefondan yararlanabiliyorsak, vasıta olmaksızında yeni bir canlı gerçekleşebilir pekala. Her şey zıddı ile bilinir.Aynı zamanda adeta yaratılan herşey çift yaratılmıştır gerçeğinide gözönünde bulundunmak kaydıyla tabi.. Daha nice bilmediğimiz çiftler… Kur’an’ıl Mucizü’l Beyanda; ‘ O Allah ki, herşeyden münezzehtir. Arzın bitirdiklerinden.kendi nefislerinden ve daha nice bilmediklerinizden bütün çiftleri yaratmıştır’ (yasin suresi – ayet 36) buyurarak bütün pozitif bilimlere ta yıllar öncesinde ışık vermiştir. Malum olduğu üzere maddeler iletkenlik yönden metal ve ametal diye ikiye ayrılır. Biyolojide de gerek bitki gerek hayvan ve gerekse insan üreme yönünden incelerken karşımıza dişi ve erkek türleri çıkar. Yine fizik atomu incelerken, ya da elektriği analiz ederken artı ve eksi iyon denen çiftleri görmezden gelemeyiz.
Neyse gelelim asıl konumuza. Canlılar aleminde kopyalanma hadisesinin destekleyen daha birçok benzer örnekler var elbette. Bazı canlılar aleminde sıkça rastladığımız; ortada hiç erkek kalmasa da dişi canlılar döllenmedende üreyebiliyorlar, mesala kertenkelenin kuyruğunun kopmasıyla bir başka ifadeyle; regenerasyon dediğimiz hadise sonucu kopan parçadan yeniden bir kertenkele meydana gelebiliyor. Hakeza termitler, karıncalar, arılar da partenogetik üreyebiliyorlar.
Peki insan kopyalanır mı? Henüz bu konuda bir şey söylemek erken, bir defa ruh bakımdan insan farklı. Bitki ve hayvani ruh gibi değil. Bitkilerde ışığa yönelmeyi tropizm ile, hayvanlardaki birtakım envai çeşit hareketleri içgüdü ile ancak açıklanmaya çalışılıyor. Ya insanı neyle açıklayacağız? Ancak cüzide olsak nefislerimizin iki zıt karakterlerde yaratıldığı biliyoruz. Çünkü Mevlana ‘insan ruhunu emdiren iki kuvvet olduğunu , birinci kuvvetin şeytani ve nefsi telkinler, ikinci ise meleki kuvvetlerdir’ buyuruyor.. Dolayısıyla meleki ilhamlara kulak veren insanoğlu iyiye yönelir, şeytani telkinlere eğilim gösterenler ise kötülük karekterler sergiler… Allahü Teala insanı en mükemmel bir şekilde yaratmış, yani insan maddi ve manevi donatılarla donatılmış mükemmel varlık bu böyle biline.

DOLLY
İskoçyada Dolly denilen koyunla başladı bu tartışma, oradan hareketle pekala insanda kopyalanabilir denildi. Tabii bu durumda bu olayın Allah’a karşı bilimin meydan okuması addedenler oldu. Oysa, insan küçük bir alem, kainatın özü mesabesinde, hatta insana büyük alem diyen alimlerde var. İşte eşrefi mahlukat olan insanı değerlendirirken sıradan bir canlı veya sadece biyolojik gözüyle bakamayız. Çünkü biyolijik gerçekler farklı, değerler manzumesi başka.. Hayvanda bile 277 adet genom fizyoloji elde edilmiş, yumurtada sadece bir tane koyun dünyaya getirilebildi. Hayvana ruh verilebilir, ancak insan ruhu aynı kategori kapsamına almaya kalkışırsanız çıkmaza girersiniz. Ruh alemi insan bilgisisin çok ötesinde, eşya gibi değil. Ne kadar hücremiz varsa herbirinde ayrı genetik bilgi mevcut. Her hücrede bu programın belli bir kısmı okunur sadece, diğer kısımları okunamaz. Döllenen yumurta zigotu meydana getiriyor çünkü. Malum olduğu üzere zigot ikiye bölünme aşamasında tabir caizse okunabilen birkaç sayfayı ihtiva eder, geriye kalan okunamayan sayfalar ile birlikte yeni bölünmeler eşliğinde katlanarak yeni bir safhaya aktarılıyor. Yani bölünme safhaları arttıkça yeni hücreler meydana geliyor, dolayısıyla her bir yeni hücre aynı zamanda yeni bir bilgi ve eklenen sahifeler demektir. Böylece sahifeler ilerledikçe canlının sureti ortaya çıkıyor. . İnsan embriyosunun geçirdiği safhalarının varlığını ortaya koyan Zümer suresi ayet : 6 da Allahü Teala; “…Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır, İşte bu Rabbiniz olan Allahtır’’ buyuruyor.
Bilindiği üzere hücrelerin birleşmesinden dokular, dokuların birleşmesinden de organlar oluşur. İşte bu değişime benzer evreler ayette geçen üç karanlık safhalarının birincisi hücre aşamasıdır. İkinci karanlık evre de doku aşamasıdır. Üçüncü karanlık safhası ise organlar safhasını oluşturur. Bu safhaların arasındaki evreler embriyonun geçirdiği ayrıntılarını teşkil eder.. Sperm ve yumurta hücresinin birleşmesiyle zigot oluşur. Zigotun bölünerek birtakım blastula, morula ve gastrula gibi değişiklikler hücre safhası ana kapsamı içinde gelişen dönüşümlerdir. Yani Kur’anın işaret ettiği üç karanlık safhası ana başlıklarının detayları bilimsel çalışmalarla tespit edilerek değişik isimler altında sınıflandırılmaktadır.Belli ki; embriyolojik gelişimde planlı ve proğramlı bir ölçünün olduğu gün gibi aşikar.
Özetle canlının en küçük temel birimi hücre, hücrelerin birleşmesiyle dokular, dokuların biraraya gelmesiyle organlar, organların birleşmesiyle de canlı denen varlık ortaya çıkıyor. Nasıl ki; Tarihin sayfaları arttıkça tarihi külliyat meydana geliyorsa, aynen öylede canlıda her sahifedeki bilgi kompartmanlarının birikimi ile oluşan varlık ansiklobedisidir.
Yine bazı bakterilerde olmayan bazı özelliklerin bir kısmını başka bir canlının genetik programından alıp bakteriye transfer ederek yeni bir karakter, ya da özellik kazandırmak işleminin adıdır bioteknoloji… Tıpkı insanlar yıllarca bilmeden de olsa yoğurdu, turşuyu, peyniri bakterilere yaptırdıkları gibi benzer bir durum. Şimdi aynı yöntemle insandaki ensülünü sentezleyecek genetik bilgiyi bakteriye aktarılarak ensülün elde edilebiliyor, böylece ucuz bir şekilde şeker hastalarının kan şekeri ayarlanması sağlanmış oluyor. Demek ki; bio teknoloji rastgele gelişi güzel genlerle oynamak değil, aksine Rabbül Alemine ait programı yüklemekten ibarettir. İlaveler yapmak, program şifrelerinin sırrına vakıf olmak yaratılış değil, gerekli veya elde etmek istediğimiz proteini sentezleştirmeyi uygun olan canlı üzerine ekleyerek gerçekleştirilen hadisedir aslında. Mesala İnsan sütündeki proteinler koyunda yok . Şayet insan sütündeki proteinleri sentezleyen şifreyi çözmek mümkün olsa idi koyuna da enjekte ederek, koyun sütünden insan sütü kalitesinde süt elde etmek imkanı doğabilirdi pekala..
AHİRET PROĞRAMI

Dünyadaki genetik proğramımızı dilimizin döndüğü kadarıyla aktarmaya çalıştık, peki ahiret proğramımız nasıl
Bilim adamları dünya kabuğunun başlangıçta yekpare, yani bitişik olduğunu, konveksiyon akımları ile arz kabuğunda kırılmalar ve çatlamalar oluşarak birbirinden ayrıldığnı belirtiyorlar. Yapışık olan yeryüzü bu olayla kıtaları doğuruyor ve dünya haritamız son şeklini alıyor böylece. Yeniden incelendiğinde çatlakların izlerini görmek mümkün hala.. Kur’an dünya haritamızın oluşmunuı şu ayetle işaret ediyor: “O çatlayışlı arza kasem olsun ki, o keskin bir hükümdür’’ ( Tarık suresi ayet:12)
Galaksilerin oluşumu dünyamızın oluşumu kadar uzun sürmüyor. Dünyamızı teşkil eden kıtalar milyonlarca yılda tamamlanmasına rağmen, galaksiler altı saniye gibi kısa biran diliminde var oluyorlar. Fizik bilginleri bunu bing-bang yani büyük bir patma ile gerçekleştiğini açıklamaya çalışıyorlar. Hatta zaman dediğimiz olguda patlama ile vücuda gelen varlık boyutu.. Anlaşılıyor ki herşey Kün (ol) emriyle kodlanmış.. Allah(c.c) ; ‘’ O’nun işi birşeyi istedimi ona sadece ol demektir, hemen oluverir.’’ ( Yasin suresi ayet-82) buyururak kıyamet günüde ‘kün’ emriyle dirilişe geçeceğimizi haber veriyor. Nasıl ki; Bing-bangla galaksiler ve zaman biranda yaratıldı iseler insan da aynen büyük patlama (kıyametin kopmasıyla) ile program gereği dirilecek.Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir