Ana Sayfa » Genel » Günahın Merkezi Nefis Mi?

Günahın Merkezi Nefis Mi?

GÜNAHIN MERKEZİ NEFİS Mİ?

ALPEREN GÜRBÜZER

Hiç kimse evliya da olsa günahtan masum değildir.
Günahın merkezi neresidir diye soru sorulsa verilecek cevap; hiç şüphesiz nefsdir. Zakkum misali günahlar ruhumuza zehir etkisi yapıyor ve vücud sarayımızın temelini dinamitliyor. Üstelik günah kirleri kendine bir oluk bularak solukladığımız manevi havayı zehirleyip diri kalbimizi öldürebiliyor da.
Günah nefse hoş gelir gelmesine, amma velâkin akibetimizi mahvettiği de bir gerçek. Günahlarımız yüzünden başımıza gelmeyen musibet kalmaz, bütün olanlardan ibret almak bir yana bunun uyarı olduğunu bir türlü idrak edemeyiz de.
Allahü Teala, Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız (Nisa,31) buyuruyor. O halde günah bataklığına batmamak, günah kirine bulaşmamak gerekiyor. Günah işlemekte israr etmekle Hak Tealaya cürmüm ile geldim sana desek de neticei itibarıyla bir anlam kaybına yol açması kaçınılmaz. Elbette günahını itiraf edeni Allah affedebilir. O’nun elbette rahmeti bol, merhameti sonsuz, ama sınırları zorlamamak en güzeli..
Günahlar büyük ve küçük diye iki kategoride tasnif edilir. İsmail Hakkı Bursevi (k.s) bir eserinde on üç büyük günah sıralamış:
—Şirk,
—Haksız yere cinayet işlemek,
—Anne ve babaya asi olmak,
—Cihaddan kaçmak,
—Dinde olmayan bir şeyi göstermek ve itikad etmek, yani bidat işlemek
—Mescid-i Haramda küçükde olsa günah işlemek,
—İçki içmek,
—Fiili livatada bulunmak,
—İffetli kadınlara zina iftirasında bulunmak,
—Öksüz ve yetim malını haksız yere yemek,
—Yalancı şahitlikte bulunmak,
—Faize bulaşmak vs.
Resul-i Ekrem (s.a.v); Günahına pişman olan Allah’ın rahmetini, kendini beğenen ise O’nun gazabını bekler buyuruyor. Yine buyurdular ki; Günahlarından tevbe eden kimse günahı olmayan kimse gibidir (Taberani).
Rasulüllah (s.a.v);
Kıyamete yakın zina, faiz ve içki salgın hale gelir (Taberani).
Günahlarınız göğe dayanacak kadar kötülük işleseniz de sonra tevbe etseniz yine Allah tevbenizi kabül eder (İbn-i Mace).
Can boğaza dayanmadıkça Allah kulun tevbesini kabul eder. Kul günahlarını koruyucu meleklere vücudunun azalarına ve yeryüzünde ki iz ve belirtilerine unutturur da kıyamet günü, günahlının hiç şahidi olmaksızın Allah’ın katına çıkar (Isfahani).
Cennetin sekiz kapısı var, yedisi kapalı ve biri güneş batışından doğuncaya kadar tevbe için açıktır (Taberani) buyurmakta.
Hadisi Kutside de; “Ululuk ridam, azimetde gömleğimdir. Bunların birinde bana ortak çıkanı hiç aldırmadan belini kırarım” buyuruyor Allah.
Dünyada iken nefsine uyanlar kıyametin dehşetinden pişman olacaklar, öyle ki insanoğlu o gün kendi kendine şöyle der:
—Keşke ben toprak olsaydım (Nebe:40) diye…
Kıyamet günü insanın ağzı mühürlenip, bütün azaları işlediği günahlara şahitlik edecek, o gün sadece doğruluğa geçit verilecek. Nasıl ki; yılan yolda giderken kıvrım kıvrım akar ya, deliğine girerken de dosdoğru olmak zorunda ya, aynen öyle de huzuru ilahide de dosdoğru yüzümüze karşı okunacak her şey. Orada eğriliğe, zıkzaklığa ve kıvrımlığa yer yok çünkü.
Doğruluğun ve faziletlerin birincisi hikmet olup dayanağı düşünmektir, ikincisi iffettir ki dayanağı şehvani arzulara engel olmaktır, üçüncüsü öfkeyi yenmek olup dayanağı sabretmektir, dördüncüsü de adalettir ki dayanağı psikolojik güçler arasında dengeyi kurabilmektir.
Nefsin elinde oyuncak olmadan bu dünyada tercihe şayan, fazileti yakalamak esas olanıdır. Allahın yüz rahmeti vardır sadece biri dünyaya inmiştir, doksandokuzu ise kıyamette Peygamberimizin ümmeti için saklanmıştır, yarın yevm-i kıyamette ise bu dünyadaki bir rahmet, ahirette doksandokuz rahmetle birleşip yine yüz rahmet olacak. İşte Nebiyyi Ekrem hürmetine bu rahmet deryası ümmet-i Muhammed’e Allah’ın ikramı olacak elbet.
Artık ahir zaman, sona yaklaşılmıştır. Ümmet-i Muhammed’in nihayeti tıpkı mahşerdeki nefsi nefsi denilen anı andırıyor. Bundan dolayı Gavs-ı Bilvanisi’ye bir sufi:
—Kurban cezbe yarım, vird yarım, hatme yarım, rabıta yarım neden diye sorar.
Gavs-ı Bilvanisi (k.s):
—Evet, haklısın, hepsi gevşek, bizim ki idaredir, artık hidayet kalmamıştır, hidayeti amme’yi ancak Mehdi tamamlayacak diye buyurdular.
Aile reisi çocuklarını can-ı yürekten seviyorsa onlara Kur’anı hatmettirmeli, Müslümanlığın şartlarını ezberletmeli. İnsan sadece nefsini Allah’a çevirmesi yetmez, çoluk çocuğunu da hak yola çevirmesi kendisine vaciptir, onlarla ilgilenmezse mesuldür. Bir baba çocuğundan ta onbeş yaşına kadar sorumludur. İnsan bununla da kalmayıp elinden geldiği kadar en küçük birimden büyük birime doğru etrafa nasihat etmeli, teşvikten geri durmamalı.
Nefsi yenmenin yollarından biri de Saadat’ın ismini yaymaktır. Çünkü onların ismi anıldıkça hem kendi gönlüne, hemde anılan yere rahmet yağar.
Ömrümüzden giden gitmiştir, bugüne bakmalı, geçmiş için yapılacak tek şey tevbe etmektir, son nefesimize kadar hayatımızın her anını değerlendirmeli. O halde yüzümüzü Allah’a çevirmeli. Allahü Teala; muhakkak nefis kötülüğü emredicidir (Yusuf:53) diye buyuruyor çünkü.
Rasulüllah(s.a.v); Her kim nefsiyle mücadele eder, nefsinin arkasından gitmezse o kimse keşif ve keramet sahibi olur mealine gelen hadisi şerifi okuyan bir kâfir nefsinde tecrübe etmeye başlar. Derken nefisle olan mücadelesi üç beş ya da yedi sene devam ettikten sonra bazı haller zuhur eder ve keşfi açılır da. Bu durumu müşahade eden müslümanlar; nasıl olurda bir kâfir keramet sahibi olur diye taaccüb ederler, tehlikeyi gören İslam âlimleri kâfirin evine varıp yüzyüze görüşürler:
—Söyle bakalım sen neyaptında bu keşif ve keramete eriştin.
Der ki:
—Ben peygamberinizin nefsine muhalefet edenin keşfi açılır manasına gelen hadisini
tecrübe ettim, ne olduysa ondan sonra oldu.
Âlim:
—Sana bir teklifimiz var, bakalım o zaman senin ne kadar samimi olup olmadığını anlamış olacağız.
Kâfir:
—Söyleyin bakalım neymiş o.
Âlim:
—Kelime-i Şehadeti kabul ediyor musun? Sende buna muhalefet var mı?
Kâfir yaklaşık bir saat kadar düşünüp nefsiyle mücadele eder, malum nefis iyi şeyler
istemez ve nihayet müslümanlıkla şerefleniyor.
Hazret Muhammed Diyauddin (k.s); Ya Rabbi! Beni nefsin azgınlık zamanına bırakma
dedi. Gerçekten de onun işaret ettiği ve uzak kalmak istediği nefsin azgınlık döneminde yaşıyoruz. Eskiden altı ayda veya senede bir şehre gidilebiliyordu. Üstelikde o zamanda seyahatler yaya idi, ya da eşeksırtında geçerdi yolculuklar, bu nedenle kimse göze alamazdı yurdundan dışarı çıkmayı. Günümüzde ulaşım araçlarında korkunç gelişme, hız ve konfor nefsin azgınlaşmasını da sağladı beraberinde. Bu yüzden nefisle mücadeleyi Allah Rasulü büyük cihad ilan etmiş.
Bir zamanlar medreseye devam eden iki arkadaş varmış biri seyyid, diğeri normal bir
talebe imiş. Medreseden ikisi de icazet aldıktan sonra seyr-i suluk tahsiline başlarlar. Seyyid olmayan halifelik bile alır, hatta Şeyhinde izin alıp memleketine gider. Tabii bu durum seyyid olanı üzmüş, hatta kendi kendine; benim günahım neydi ki burada kalmaya mahkum kaldım der, dahası bir noksanım mı var diye kara kara düşünmeye başlamış, derken biraz ileride duran takva sahibi bir sufiye durumunu sormuş..
Sufi cevaben:
—Sen seyyidsin, seyyidlik sende nefislik yapmış maalesef.
Seyyid:
—Öyle ise ne yapayım?
Sufi:
—Sabah olunca eşiğe başını koyarsın, Şeyh hanei saadetinden çıktığında üzerine bastığında nefsin kırılmış olur böylece.
Seyyid denileni yapmış, Şeyh kapıyı açtığında ansızın ayağı takılınca;
— Kim o? diye seslenmiş.
Seyyid:
—Kurban! Köpeğiniz Ethem deyince,
Şeyh:
—Hadi git şimdi olgunlaştın, Allah sana mübarek etsin bu yolu, nihayet nefsini yendin. Böylece o seyyid de halifelik alır.
Gavs (k.s) anlatıyor;
Bir zaman bir Şeyh vardı, Ramazan ayı idi. Zira çok muhteşem karşılanmışta, fakat nefsine bakar ki kabarmış, hemen bir ekmek parçası çıkarıp yemeğe başlar ve kalabalığa doğru yürür, derken nefsin mağrurlanmasına geçit vermez. Böylece Peygamberimiz (s.a.v)’in; Allah’ım beni kendi gözümde küçült, insanların gözünde büyük kıl duasının nefsinde tatbik etmiş. Üstelik dinimizde seferde iken orucu yemeye ruhsat var olup, sonradan günün gününe kaza edilme kolaylığı da var.
Şah-ı Nakşibend bir sofi Seyr-i sulukta en yüksek makam ve mertebelere erişse bile kendi nefsini Fravun’un nefsinden yüz derece aşağı görmelidir diye beyan etmiş. Demek ki; nefsine kiymet veren seyri suluktan nasibini alamıyor. O halde nefsimizi müdafadan sakınmak gerek. Nefis kötü huyların mahalli bir latifedir çünkü.
Yine bir başka misal; Şah-ı Hazne (k.s) Gavs-ı Bilvanisi’ye yazdığı mektupta; insan nefsini kâfirden aşağı görmelidir diye yazdığı çarpıcı ifadeler meramımızı anlatmaya yeter artar da.
Rasulüllah (s.a.v); En faziletli amel nefse zor gelen ameldir der. Şah-ı Hazne; yaptığım
her işte niyetimi Allah rızasına uygun olarak yapmadıkça o işi yapmam buyuruyor. Nitekim her nefis ölümü tadacaktır (Ali İmran 185). Peygamberimiz (s.a.v); Âdemoğlu günahkârdır; günahkârların en hayırlıları ise tevbe edenlerdir (İbn Mace, Zühd, 30) buyuruyor.
Hz. Ali (k.v) bile cennetle müjdelendiği halde; Keşke annem beni doğurmamış olsaydı diye eseflenmiştir. Bundan dolayı nefsini tanıyan Rabbini tanır kelamı meşhurdur.
Nefsin arzuları padişahları köle yaptığı gibi, Hz Yusuf gibi Yusuf yüzlüleri de sabri sayesinde Sultan edip melik yapar halka.
Nefis ve şeytana karşı Peygamberimizin sünnetini ihya etmek; arkamızda uhud dağı mesabesinde kale gibidir. İnsanın Uhud dağı gibi bir dayanağı olduktan sonra yine de ümit varız.
Öyle Peygamberler gelmiş ancak kedi nefsini hidayete erdirebilmiş, bazıları ancak
ailesini, bazıları çevresinin hidayetine vesile olmuş. Mevlana Halidi Zülcenahayn (k.s) dört yüz halife kaldırmış, İmamı Rabbaninin oğlu da dörtbin tane halife yetiştirmiş, işte irşad bu. Nitekim irşatları sayesinde kitleler hidayete vesile olmuşlar da. Yol tek yol, on yol yok. Önümüzde Allah ve Rasulünün takip ettiği çizgi var, yani rotamız sırati müsakimdir.
Ölümle acizliğimiz ortaya çıkar, nefsin istekleri çene kapamakla son bulur. İşte ölümün
öldürücü en son etkisi nefsedir. Nefis hayatta iken hep kötülüğü telkin eder hemde son deme kadar, ne vakit ölüm hak vaki oldu nefisde o an durulur.
Nefis hayvani ve insani olmak üzere iki ana kategoride incelenir. Hatta Kur’anda üç yüze yakın yerde nefisten bahsedilir. Nefsi tarif etmede kelimeler aciz kalıyor, onun gerçek manasına Arifler vakıf ancak. Hayvani nefs mülk âleminden olup beşduyu ile sınırlı, fakat hayvani nefs nuranileşirse emr âlemine rücu eder, böylece yeni vatanı emr âlemi olur, yani letaifler asıllarına terfi eder ve nefis billurlaşır adeta.
Âlemi mülkten olan toprak, su, ateş, hava nefsin sıfatlarından, bu sıfatlar zikirle cilalanırsa insan-i nefse dönüşüm gerçekleşerek nefis ulviyet kazanır.
Latifeler koma halinde ise anla ki hayvani nefs vücuda egemen demektir. Ancak bir insanda tevazu, özüyle sözü ile bir, hayâ, doğruluk vs. gibi güzel hasletler baskınsa ruhunda ilahi aşk pırıltısı parlamış demektir ki, o zaman letaiflerin vücuda hâkim olduğunu dile getirebiliriz.
Nefse itaat esaret, kalbe itaat ise hürriyettir. Haram işlerde kalp ölür, karanlığa gark olur çünkü. Köleliğe kapı açan elemanlara örnek verecek olursak:
—Nefse itaat,
—Şeytana itaat,
—Allahtan gayri dünyevi sebeplere itaat,
—Dünyalık için kula itaat,
—Maddeye itaat vs.dir. Ama nereye kadar bu sahte itaatler? Oysa özgürlük beratı
Allah’a kul olmaktan geçer. İmandan sonra namazı muhafaza, namazdan sonra büyük günahlardan el çekmek, daha sonra da adım adım diğer farzları yerine getirmekle ısındırmalı nefsimizi.
Velhasıl; nefsini ıslah etmeyen kurtuluşa eremez.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir