Ana Sayfa » Genel » İnsan Nurani Letaiflerle Donatıldı

İnsan Nurani Letaiflerle Donatıldı

İNSAN NURANİ LETAİFLERLE DONATILDI
ALPEREN GÜRBÜZER

Allah (c.c) zatını gizlemiştir, sıfatlarının tecellileri sergilenmiş ki insanoğlu anlayabilsin. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.v); ‘Allah zatını nur ile perdeledi, Eğer cemalini açsaydı bütün mahlûkatı yakardı.’ diye beyan buyuruyor.(Müslim, İbni Mac’e)
Allah sadece bu dünyada bilinmesini istemektedir, zerreden kürreye bütün kâinat tevhidi ispat için var edilmiş sanki. Ben insanları, cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım ayeti ile kullarını tanımaya ve bilmeye yöneltmiştir. Bilinmek iman, itaat ile olmaktadır. Hakeza Yüce Yaratan cemalini ise ahirette gösterecektir. İnsan vücudu nurani cihazlarla donatılıp, Allah’ tanımak için yaratılmış ve insanın mayasına iman kodlanmış, sonrada Peygamberlerle desteklenmiştir.
Allah-ü Teala Rasulüllah’ı önümüze koyarak, hem kalbin nasıl çalışacağını hem de kâmil imanı öğretti. İman amentüdür, daha çok görünmeyene inanmaktır. Bu yüzden gaibe inanmak farzdır. İnsan başıboş değil çünkü. İnanmayan için Allah’ı tanıma dediğimiz marifetullah, Allah sevgisi dediğimiz muhabbetullah hiç bir şey ifade etmez. İman etmelerini isteriz ama iman akılla da kavranılamaz vahiyle öğrenilir, nübüvvetin kokusunu fark etmekle anlaşılır. Zira gözle görünenler haber niteliğinde olup sadece şahit olunulur, bunda kâfir mümin eşittir, ama iman öyle değildir. Ahirette ilk soru imandan gelecek ve imanı olmayanlar mizan terazisinden geçemeyecekleri gibi sorgusuz sualsiz doğrudan cehenneme gidecekler. Müslüman ise hesabını vererek yönlendirilecek. Ki; Zerre miskal kalbinde imanı olan cennete girecektir buyuruyor peygamberimiz (Buharı).
İnsan ruh yönüyle mükemmel, nefis ve his yönüyle çok zayıf bir yaratık. Allah ile kul arasına kimse giremez sözü; eğer hiç kimse din kuramaz, ya da dini tekeline alamaz manasında söyleniliyorsa doğrudur, ama sözün ortaya koyuş biçimi yanlış. Mürşidin görevi çözmek ve bağlamaktır. Onların işleri yeni bir din getirmek değil, rehberlik ve örneklik yapmaktır. Mürşide tabii olmayı şirkle karıştıranlar Allah Resulü döneminde yaşasa idiler Nebiyi Ekrem içinde söyleyeceklerdi bu sözleri. Oysa Evliyaullah’ın görevi insanları Allah’a kul yapmaktır. Nitekim hidayet Allah’tan, mürşitler rehberdirler sadece. Onları sevmek Allah’ın emri gereğidir, tabii olmak ise asla kulluk demek değildir. Rabıta mürşidi-i kâmil’in iki kaşı arasında çıkan nur’un rabt edilmesinin adıdır. Rabıta kalbi boş işlerden uzaklaştırıp ilahi tecellilerle baş başa bırakmaktır. Mürşid gelen ilahi nur’a sadece aynadır. Zaten Muhyiddin Arabî’nin dediği gibi; Âlem ayna, bu aynanın cilası da şüphesiz insanı kâmildir. İnsanı Kamil; Allah’ın esmasını, ilahi feyzini ve nur’u beşer yönüyle kendi cinsinden beşere aktarmaktadır (Bkz. Cami, Nakdu’n Nusus fi şerhi Nakşil Fusus, 104). Bu yüzden Mürşidi Kamil en üst makamda yer alır. Allah sıfatları ile sevdiği bu kulunu nuruyla boyar, bir ayna yapar melekleri arasında överek dostum der, hatta kulları arasında sevdirir ve saydırır. Gönül Sultanına olan adabı ve hürmeti tapma olarak yansıtanlar nur ile narı biri birine karıştıran zavallılardır. Oysa tek sermaye sadakat ve edeptir. Fakat bu sevgi hiçbir zaman Allah sevgisi gibi olmamalıdır, yani mabut derecesinde bir ibadet şeklini almamalıdır. Aksi takdirde şirk olur.
Müminler kendi aralarında derece derecedir. En üst derecedekilere Kur’an diliyle Mukarrabun denilir. Allahü Teala; Allah kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir buyurmakta (Mücadele 58/11). Peygamberimizde; Âlimin abide üstünlüğü benim sizden en düşük dereceliye üstünlüğüm gibidir (Tirmizi, ilim192682) buyuruyor. Seyri sulukun sonuna gelenler mürşidi aradan çıkarabilirler, çünkü sona gelenler hakikate varmış demektir. Mürşit bu konuma gelmiş sofisinden memnun kalıp duasıyla destekler, yani emaneti sahibine teslim ederler. Cenabı Hak; ‘Allah Teala’nın kendisine kitap verdiği hiçbir kimsenin insanlara: Allah’ı bırakıp bana kul olun! Demesi hak değildir. Fakat onlar insanlara şu okuduğunuz kitap gereği Rabbani olun. Onlar size: Melekleri ve Peygamberleri ilahlar edinin diye de emretmezler’ (Al-i İmran 79–80).
Allahü Teala; ‘Beni seven kimse Peygambere uysun’(Al-i İmran/30) buyuruyor. Onları sevmemizin tek bir sebebi rehber olmaları ve seçilmeleridir. Allahü Teala’nın sevmediği bir kimseyi bütün âlem övse ne olur, sevse ne bulur ki? Allahü Teala arındırma işlerini gönül dostlarına yüklemiştir. Rabbül Âlemin; Allah katında en şerefliniz en muttaki olanınızdır (Hucurat 49/13) beyan buyurmakta. Güneş herkesi ısındırdığı gibi aydınlatır da. Nurda güneş misali etki yapar, nurdan mahrumiyet karanlık doğurur kalbe çünkü.
Hace Alâeddin Attar Şah-ı Nakşibendî’yi hiç yanı başından ayırmazdı, hep gözü önünde bulundururdu, bu durum gözlerden kaçmadı merak ettiler; nedeni ne diye.
Hace Alâeddin Attar cevap verdi:
— Onu kurt kapmasın diye böyledir, ayrıca kendisine ilahi tecelliler ve ihsanlardan mahrum kalmaması içindir.
Dinimizde nasihatten çok kalplerle kaynaşmak esastır. Sahabe-i kiram baş ve gönül gözüyle peygamberimizin iki kaşı arasında ilahi nuru çekmişlerdir. Allah Resulü de nazar ettikçe yakinleri artmış. Üstelik onlarla hemhal, hem de mübarek lisanıyla sohbet etmişlerdir. Efendimizin bir kere görenler bin kere okuyanlardan daha çok sevgi sahibi olmuşlardır. Müşrikler Mekke’ye gelenleri o nurlu yüzle buluşturmamak için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. İnsan devamlı gördüğü ve işittiği şeylerin esiridir zaten. Mürşitler sofilerini sohbet ve nazarlarıyla terbiye ederler, onlara özel nur verilmiş ki sofiler bu nurdan nasipleneler diye. Onların meclisinde arkada, önde, yanda veya ortada nerede bulunursan bulun fark etmez, herkes üzerine sağanak sağanak inen rahmetten hissesine düşeni nasiplenirler böylece. O halde kâmil insanı duymak değil bizzat görmek gerekir.
Kur’an da birçok tefekkür ayetleri var. Kur’anı Hâkimde bir şeyin ismi değil manası ve muhtevası aranır. Çünkü Kur’an ansiklopedi değildir. Kur’anda bütün örnekler, kalbi uyandırmaya ve ilahi idrak kapısının açılmasına yöneliktir. Ayetlerde geçen; Düşünmüyor musunuz? Tefekkür etmiyor musunuz? Baksanıza, Düşünsenize vs. tarzında ibareler rabıtaya, yani tefekküre delildir. Çünkü düşünülen her varlık kalbi diriltir ve sahibini zikre geçirir. Allahü Teala insanı kâmile bütün isimleriyle tecelli etmektedir. Kadınlar mürşidin şekil ve şemalını değil nur ve edebini düşünür. Rabıtada hedef ilahi sıfatlardır. Salikin mürşidine benzemeye çalışması manevi terbiye için zaruridir. Dolayısıyla aynileşme fenafi’ş şeyh olarak tarif edilir. Sevgilinin hayali ile uzaklık kalkar adeta. Resulü Kibriya; Ruhlar âleminde tanışanlar, birbirleriyle tanışıp kaynaşırlar (dünyada), Orada anlaşamayanlar birbirleriyle zıtlaşıp dururlar (Buhari, Müslim, Ebu Davud).
Pir’in gölgesi nefsi öldürür. Bu yüzden Gavs-i Hizani vefat eden şeyhe rabıta yapmayı uygun görmemiştir. Onun için büyükler derki; ölmüş aslana bağlanmaktansa diri bir kediye bağlanmak daha yeğdir. Rabıta saliki murakabeye ve zikre geçirir. Asrı Saadette İslami ilimlerin adı yoktu, ama bu ilimlerin sıfatı öğretiliyor ve yaşanıyordu. Ancak Asrısaadetten uzaklaştıkça özellikle Hicretin ikinci asrından itibaren âlimler kendi branşlarında birçok kavram ve terimler koydular ortaya; Fakihler fıkıh sahasında, Hadisçiler hadis alanında, Ehli Tasavvuf da tasavvuf alanında hizmet verdiler. Mezhep ve meşreplerin kendine özgü farklı pek çok usul ve kaideleri varsa da hedefleri birdir, o da Allah. Zaruri ilimler iman, ibadet ve muamelat gibi konuları işlerken tasavvuf direk kalp ve ruhu esas alan okul oldu. Nitekim ihlâs üzerine kılınmayan bir namaz ya da alel usul geçiştirilen bir namaz ahirette sahibin yüzüne çarpılacaktır.
Tasavvufta birtakım kavramlar Kur’an ve sünnet kaynaklıdır. Tarihte hiçbir ekol tasavvuf kadar başarılı olamamıştır. Marifetullah tahsilinin bazı kendini bilmez sofi geçinenler; herkes anlamaz sır ilmidir ya da batini hallerle ilgilidir diyerek hem fitneye sebep olmuşlar hem de birtakım hayallerden bahsetmeye başlamışlar. Zira bu softa kılıklı insanların sözlerinden hareketle işte tasavvuf bu denilmiş, oysa bu önyargılı değerlendirmeler insafsızlıktır. Hadisi Kutside; Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir adım yaklaşırım. O bana bir adım atarsa ben ona on adım yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşarak yaklaşırım diyor (Müslim, Buhari).
Velhasıl; Seyri suluk vuslattır, dünya ötesine yolculuk demek, Miraç’ta hakeza öyle. Allahü Teala; Bizim uğrumuzda mücahide edenleri elbette yollarımıza ulaştırırız (Ankebut/69) buyuruyor çünkü.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir