KADIN VE İŞ HAYATI
ALPEREN GÜRBÜZER
Kadına yücelik veren değer omuzlarında taşıdığı aşktır. Oysa yaşadığımız çağın önümüze koyduğu anlayış, bunun tam aksine kadına biçtiği misyon onun erkekleşmesini sağlamaya yöneliktir. Hatta magazin dünyamız onu erkekleştirme yolunda adeta yarış içindedir.
Günümüzde annelik bir tarafa itilmiş yerine cinsellik ikame edilmiş. Böylece bazı kadınlar çocuk yapamaz olmuş veya evinden uzaklaştırılmış durumdadır. Öyle ki evin yerini otel odaları ve motel odaları, mutfağın görevini ise ayaküstü nerede ne bulabilirlik almış. Ne yazık ki pansiyonvari bir hayat, bazı kadınların hayatında büyük ölçüde yer işgal etmiştir. Artık kadın kendi çıkmaz sokağında kayıp virane ve derbeder durumda. Sanki yaşadığı hayatla ilgisi yok gibi. Belki de bu tür kadınların kurtuluşu tekrar evine dönmekle son bulacaktır.
Kadınların en büyük özelliği yanınızdayken cazibeli, uzaklaşınca da kaçan kovalanır misali elem verici olmasıdır. Kadınların o nazlı halleri, füsunkâr bakışları, gamzeleri, endamlı yürüyüşleri, gözyaşları, narin yapıları ve iç çekişleri erkeğe karşı her an kullanabileceği donanımlı silahlar niteliğindedir. İşte kadını erkeğe mest eden bu yönleridir. Bu tür silahlar kadının dış dünyasına ait birer karakter örnekleri olup, ancak iç dünyada karşılığı olmayan yokluk abidesidir. Aslında dış özellikler sanıldığının aksine gerçek anlamda kadına yücelik kazandırmıyor, asıl yücelik veren maneviyattır. Demek oluyor ki kadına şahsiyet kazandıran hem maneviyat hem de kaynağı ilahi olan sevgi dolu yüreğidir. Zira sevginin mihrabında kalpler ünsiyet bulmadıkça ne sevgili, ne de seven kalır, birleşen bedenlerdir sadece.
Sevgi ortadan kalkınca etrafımızı ister istemez hayvani duygular sarıverdi. Böylece aile şuuru çöküverdi biranda, hatta ev ortamı diye bir şey kalmadı ortada. Artık bazı kadınların varsa yoksa biricik davası ekonomi oldu. Yani kendilerince iş ve aş arama koşuşturması başladı. Bu yüzden Cemil Meriç haklı olarak; “Feminizm, eskiden hayatını evinde kazanan kadına pazarlarda iş bulma davasıdır” söylemiyle müthiş bir tespitte bulunmuştur. Netice itibariyle kadın bir zamanlar yerleşik yaşayıp, yuvasında mutlu bir şekilde hayatını idame ederken bugün geldiğimiz nokta itibariyle avare avare bir orada, bir şurada, bir burada dolaşan öbek öbek yığınları andırır konuma gelmiştir. Çağımızda artık bazı kadınlar hem kalabalıklar içinde mutsuz, hem kendi öz kadınsı ruhuyla kaynaşamaz roldedir.
Gelişi güzel olarak kadın erkek rasgele bir araya gelmemeli. Çünkü biz sürü değiliz ki gelişi güzel bir arada olalım. Nitekim her şeyin bir adabı muaşeret kuralları var. Buna rağmen bazıları; “Efendim özgürlük var” diyorlar. Doğrusu merak ediyoruz neyin özgürlüğü acaba, yoksa hürriyet dedikleri nefsin hürriyeti mi? Oysa bazı kaide ve kurallar var ki onlar hiçbir zaman değişmez. İşte herkesin üç aşağı beş yukarı ortak değişmez kabul ettiği değerler hiç kuşkusuz iffet, namus, adap, erdemlilik ve iffet gibi kaidelerdir. Ki; bunlar bizim yumuşak karnımızdır.
Bizim analarımız sıcak yuvalarında aile ocağını tüttürülmesi için çaba sarf ediyorlardı. Onlar biliyorlardı ki; İslamiyet kadına çalışma mecburiyeti yüklememiş, çalışmakta zorunda değillerdi zaten. Tabir caizse bizim kültürümüzde kadın evin kraliçesidir. Yeryüzünde kaç tane aile varsa bir o kadarda kraliçe var demektir. Yani kadın evin baş tacıdır, aynı zamanda evin gülüdür. Kadın çalışmak mı istedi, engellenmez ve ona hayır denmez, ama çalışma hayatına geçtiğinde çer çöp işleri verilmez, hatta memurluk bile yapmaz, müdüre olması yeğlenir. Hz. Ömer (r.a) devrinde olduğu gibi ya müfettiş ya da müdüre gibi görevlere layık görülür. O halde bir erkek namusunu, iffetini koruyan eşine bakmak zorundadır. Çünkü İslam kadına veliye hatun olmak gibi makamda vermiştir. Bugün bütün kadınlar (hanımlar) bu manada Rabia’tül Adeviyye’nin varisleri ve talebesi hükmündedirler. Bütün bu hakları biz vermedik, tabiî ki İslam verdi. Avrupa da hala kadınların bir kısmı çöpçü olarak çalışmakta, şayet kadına hak bu demekse…
Kadını iş hayatına itilmesi vahşi kapitalizmin eseridir. Ekonomik bakımdan bağımsız kalabilme duygusu kadına mutluluk getirmemiş, aksine aile bağlarını mahvederekten onu zayıflatmıştır. Kadın toplum içerisinde bu duruma düştüğünü yeni fark etmeye başladı bile. Şimdilerde kadınlarda; biran evvel emekliye ayrılayım da yuvamın başına geçeyim duygusu hâkim. Vahşi kapitalizm erkeğin omuzlarına yüklenmesi gereken ödevi kadına da yükleyip bütün gün çalışmak zorunda bırakmıştır.
Kadınlar insan olarak şeref ve haysiyet yönüyle erkeklerle eşittirler. Bakın Kur’anı Kerimde; “Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi, kadınlarında onların üzerinde (hakları) var” (El-Bakara, 228) beyan buyurarak kadın erkek münasebetlerinde hak ve hukuku ortaya koymuştur. Ayrıca cinsler arasında fiziki ve psikolojik farklılıklar mevcuttur. Şöyle ki; kız çocukları yaklaşık on gün önce dünyaya gelir, hatta erkeklere göre erken diş çıkarırlar, yürürler ve konuşurlar. Hakeza kız çocukların beyinleri küçük, ama erkeklerden iki yıl önce buluğa erip büyüme ve gelişmeleri hızlıdırlar. Bütün bu unsurlar tabiî ki doğuştan gelen farklılıklardır. Kadın erkek eşitliğinden bahsedenler bir kere bu hususu göz önünde bulundursunlar, üstelik realite tam eşitlik kabul etmiyor. Madem durum bu, daha nasıl oluyor da eşitlikten dem vurabiliyorlar, doğrusu şaşmamak elde değil. Şayet eşitlik aranacaksa haysiyette ve insanca onura edilmekte aranmalı. Bu yüzden Resulullah (s.a.v); “Kadınlarınıza eziyet vermeyiniz, onlar yüce Allahın sizlere emanetleridir. Onlara karşı yumuşak olunuz. Onlara iyilik ediniz” diye buyurur.
Kapitalizm sahte feminizm tavrı ile kadını ekonomik cendere içine hapsedip kendi kaderiyle baş başa bırakmıştır. Derken çocuklar annelerinden koparılarak kreşlere mahkûm edilmişlerdir. Yani çocuklar bir annenin kollarında geçireceği yüreği, sevgiyi ve merhameti kreşlerde bulamadılar, bulması da imkânsız. Zaten anne sevgisini hiç bir şey karşılayamaz ki. Maalesef kapitalizm sanayi çağında kadını işe davet ederek emeği ucuzlatmış, adına da kadına ekonomik özgürlük demiş. Oysa ucuzlayan emek erkeği meyhanelere, sokağa, ya da yeraltı dünyasına itmiş, kadını da çalışma hayatına sürüklemiştir. İşte vahşi kapitalizmin marifeti budur. Komünizmde öyle, o da kadını ekonomik vasıta olarak görmüş, hatta bu da yetmemiş aile kavramını bile dışlamıştır.
Bizim endişemiz kadını çalışıp çalışmamasında değil, gelecek nesillerin sevgiden mahrum bir hayatla buluşmasından kaynaklanıyor, işte kaygımız bu noktada düğümlü. Aslında kadının en büyük görevi yuvasında sağlıklı evlat yetiştirmesi ve topluma faydalı birey kazandırmasıdır. Dahası ondan bekleyeceğimiz en büyük çalışma; kucağında büyütüp beslediği yavrusuna vereceği sevgi ve şefkatte görüyoruz. Zira dâhileri doğuranda yoğuran da, kucağında yaşadığımız toplumdan ziyade ana kucağıdır. Nitekim Fransızlara isnat edilen bir atasözünde; Büyük adamlar, büyük kadınların eserleridir deniliyor.
Günümüzde kadın kaybettiği değerlerini, tekrar geri almak için uğraşmakta, yuvaya tekrar nasıl dönebilirim diye adeta hasret duygusu içerisinde çırpınmaktadır. Nasıl çırpınmasın ki, bakın çağımızda zengin varı tip kadın tanıtımı veya proletarya kadın tipi gibi alternatif sunumlar kadına yücelik veremedi, veremez de. Kadına eğer bir model aranılıyorsa o da bizim kültürümüzde tanımlanan Saliha hatun tipidir.
Saliha hatun ev işlerini bir zorunluluk icabı değil, ibadet şuuruyla yapan kadın demektir. İslam kadını sırf ev işlerini yapmakla mükellef kılmamıştır. Kadın isterse yapar, mecbur tutulamaz. Koca gerekirse ücretle ev işlerini yürütecek ücretli eleman tutmak zorundadır. Kadın evin dışında meşru olan bütün iş ve meslekleri icra etme yetkisini de sahiptir. Bununla beraber İslam kadını evine adamasını tavsiye eder. Hatta evinden ayrılmaması için camiye gitmeyi, cuma namazını eda etmeyi, savaş yapma mecburiyetini kaldırmıştır. Fakat kadın bunları da talep ederse yapma hakkına sahiptir. Kadın iş hayatında çalışırsa kazandığı paraları ya da maddi değerleri kendine aittir, ailesi için harcamak mecburiyetinde değildir.
Evinde mukaddes annelik için görev şuuruyla hareket eden kadına, erkek bakmak zorundadır, sadece iaşe mi, elbette ki hayır, aileyi bütün tehlikelere karşı korumak erkeğin biricik görevidir. Eğer erkek bu görevini ihmal ederse kadın dava açma hakkına sahiptir. Oldu ya erkek ailesine sahip çıkmadı, dünyanın sonu değil ya, hemen devlet devreye girmekle sorumludur. Devlet evvela kocayı nafaka temininde zorlamalı, gerektiğinde malı mülkü ne varsa satma kararı almalı, koca ölür veya çalışamaz duruma gelirse bu durumda devlet sorumluluk yüklenmelidir. Peki, devlette aileyi maddi manevi yönden himaye etmezse ne olur derseniz, bu seferde kadının devlet hakkında dava açma hakkı vardır. İşte İslam’ın kadın hakları konusunda öngördüğü ve kabulü bu kaidelerdir. Kelimenin tam anlamıyla İslam’da devlet aileyi emniyete almıştır.
Dul kadın aynı zamanda kocasının varisidir. Ayrıca kendi ebeveyninden kalan mirasta erkek kardeşinin yarısı kadar sahip olma hakkı vardır. Bunların yanı sıra kocasından mihir alır. Bütün bunlar gösteriyor ki; İslam kadının ekonomik zenginliğini artırmayı hedeflemiş. İşte gerçek ekonomik özgürlük budur. Buluğa erişene kadar erkek çocukları babanın himayesinde olup, kız çocukları da evlenene kadardır. Şayet kız evladı evlenemeyip baba hayatta yok ise devlet korumak mecburiyetindedir. Buna benzer birçok prensipleri pekâlâ İslam’ın evrensel mesajlarında bulmak mümkün.
Velhasıl; kapitalizmin burjuva özentisi ve komünizmin proletarya kadın tipi yerine evine mukaddes annelik zevki ile yaşayan Saliha hatun tipi bizim kabulümüzdür.