Ana Sayfa » Genel » Mehdi (a.r)

Mehdi (a.r)

MEHDİ(A.R)

ALPEREN GÜRBÜZER

Mehdi kavramının kelime anlamı kurtarıcı demektir. Belki de bunalım içerisinde kıvranan insanlığın gün ışığına kavuşması için zamanı geldiğinde görevlendirilecek olan bir zat. Mehdi (a.r) sanmayın ki bir hayalet, bir sanal yaratık. Bilakis O da bizim gibi bir insan ve insanlar içerisinden çıkacak muştumuz. Müminler çağırdıkça gelecek, bu böyle biline. Çorak topraklar yağmura kavuşunca hayat bulur ya, son evrensel velinin gelişiyle de insanlık adeta dirilecektir elbet.
Allah Resulü dar’ül bekaya irtihal ettikten sonra mukaddes emaneti Hz. Ebubekir Sıdık (r.a) devr aldı, ondan da sırasıyla bu emaneti Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a), Hz. Ali (k.v)’e devr olundu. Dört büyük halifeden sonra tevhit sancağı Tabii’nin büyüklerine, Tabii’nden sonra Tebe-i Tabii’ne, derken oradan da ilmi ile amil olmuş ehlullah’a aktarılmıştır.
Allah Resulünden sonra peygamber gelmeyeceğine göre, insanlara rehberlik edecek zat’ların her devirde geleceği muhakkak. Peygamberimiz (s.a.v) dünyevi hayatı son bulduktan sonra, ardından dinden dönme hareketleri görüldü. Hz. Ebubekir (r.a) kemale ermiş bir dinin gereğini yerine getirip, süratle bu fitne hareketlerin üzerine giderek, ta baştan fitne doğmadan, çıbanın başını ezmeyi başarabilmiştir. Hz. Osman (r.a) devrinde ne yazık ki, fitne odakları boş durmamış ve İbn-i Sebe gibi haham başı münafığının şeytanca planları neticesinde, maalesef Hz. Osman (r.a) Kur’an okurken şehit edilmiştir. Hz. Ali (k.v) döneminde ise Harici eylemlerin sebep olduğu kanlı olaylara şahit oluruz. Peygamberimiz (s.a.v) Hz Ali (k.v)’e ; “Ben Kur’an’ın tenzili üzerine, sende tevili üzerine mücadele edeceksin” dediği mucizevî hadisi şerifleri Halifeliği döneminde tüm çıplaklığı ile gerçekleşmiştir. Yani tenzil ve tevil üzerine olan mücadele tüm hızıyla devam etmiştir.
İbn-i Sebe, Hasan Sabbah gibi fitne önderleri her devirde ortaya çıkıyor maalesef. Hasan Sabbah denilen adam, tam otuz üç yıl Alamut kalesine konuşlandırdığı gençlerin beyinlerini yıkayıp uyuşturmanın yanı sıra, gençleri suni cennet vaatleri ile kandırıp bir takım zevkleri de beraberinde tattırarak, ‘git filancanın işini bitir’ emrini yerine getirecek İslam âleminin başına bela hazır vurucu timler oluşturuyordu. Ancak bu çirkin emellerine geçit vermeyecek yegâne önünde tek engel Selçuklulardı. Bu yüzden Hasan Sabbah Selçuklu devletinin amansız düşmanı idi.
Aslında, fitne denilen virüs, hemen hemen her devirde türeyebilen ve her an patlamaya hazır birer pimi çekilmemiş bomba gibidirler. Fakat hali hazırda potansiyel bombaların varlığına rağmen her çeşit fitne odaklarına alternatif diyebileceğimiz İmamı Gazali, İmamı Rabbani ve Said-i Nursi gibi ehlisünnet âlimlerinin varlığı ümmeti Muhammed’e güç veriyor. Onlar her türlü şer planları suya düşürebilecek ışık kandilleridirler çünkü. Mesela İmamı Gazali Selçukluların İslam siyaseti ve nizamına hizmet ettiği gibi yaşadığı devirde zuhur eden imanı sarsılmış filozoflara ve kargaşalığın kaynağı müfrit Şiiler ve Batınilere karşı mücadele vermiş büyük bir deha örneği. O bu mücadelesiyle Hüccetü’l İslam olmayı hak etmiştir. Yani İslam’ın delilidir o.
Hakeza İmamı Rabbani Hzleri de öyle. O da döneminde nükseden tarikat ve şeriat çekişmelerine tartışmalar daha alevlenmeden son noktayı koyarak oluşması muhtemel büyük bir fitneye geçit vermemiştir. Böylece İslam âlemini sarsabilecek nitelikteki muhtemel fitne hareketlerinin yangına dönüşmeden, yerinde mudahelerle fitne ateşi söndürülmüştür.
İmamı Rabbani (k.s) der ki; Bize bildirildiğine göre Mehdi (a.r) bizim bu nispetimizden (Tarikatı Nakşibendiyye nispeti), bu tarikattan gelecektir ve bizim marifetlerimizi okuyacak kabul edecektir. Yine bize bildirildiğine göre Mehdi aleyhirrahme kadar bizim gibi bir zat daha gelmez. Gerçektende İmamı Rabbani (k.s) büyük bir zattı. Ve ikinci bin yılının müceddidi’dir. Onun için ona bu yüzden Müceddidi Elfisani denilmiştir.
Seyda(k.s) bir sohbetinde:
“İmamı Rabbaniye bir sofi demiş ki, Sen Mehdi misin?
Bu sözün karşısında İmamı Rabbani cevap vermiş, demiş ki;
Bende öyle sanmıştım ama ben değilim. Çünkü ben yüzün başını geçtim, Mehdi (a.r) ise yüzün başını geçmeyecek der.” Seyda (k.s) sohbetine devam ederek der ki; “Gerçi hadis filan değil, ama İmam-ı Rabbani’nin sözüdür” der.
Hakeza Said Nursi Hz.leri de yaşadığı yıllarda nükseden dinsizlik cereyanlarına karşı risaleleri ile ateizmin önünde kale olmuştur. Hatta üstat, pozitif ilmin (Fen ilimlerinin) İslamiyet’e ters düşmediğine dair hem akli hem de imanı deliller getirerek Müslümanlar arasında ateizmin kol gezmesine fırsat vermemiştir. Said Nursi bu hizmetiyle asrımıza damgasını vurduğundan kendisine Bediüzzaman denilmiştir…
Demek ki, Ehlisünnet yolunun mimarları kıyamet kadar gelecek ve aynı zamanda karşılarında fitne önderleri de olacak. Umutsuzlukla çırpınan insanlığın muştuları olacağı gibi, bu arada bizi yolumuzdan alıkoyacak, hatta bu yolu inkâr eden din istismarcıları ve sahte önderlerde türeyecektir. Peki, bu durumda ne yapmalı derseniz, elbette ki neyin eğri neyin doğru olduğunun ayırt edebilecek basireti kazanmak adına ölçümüz olan Kur’an ve sünnete yöneleceğiz. Sadece Kur’an’a bakmakla yetinmeyeceğiz Kur’an’ı ve sünneti de iyi yorumlayan ilmi ile amil olmuş içtihat sahibi icmai ümmet veya kıyası fukaha dediğimiz ilim erbabını kendimize rehber kılacağız. Zaten ehlisünnet âlimleri olmasaydı fitne önderlerinin ağına düşmekten kurtulamazdık. Allah onlardan razı olsun ki onlar bizim karanlığa düşmekten kurtarmamıza vesile olan aydınlık fenerlerimizdir. Sahte kurtarıcılar ise bizi yolumuzdan alıkoyan hırsız haramiler olmaktan başka bir şey değillerdir.
Mehdi kavramından irrite olan bazı çevreler bu güzel kelimeyi öcü olarak donatarak topluma dikte etmeye çalışmaktadırlar. Oysa adından anlaşılacağı üzere Mehdi kurtarıcı veya kurtuluşa erdirici mana içerir. Ne kadar endişe etseler de hak yerini bulacaktır elbet. Müslümanlar onu çağırdıkça o bir hayal olmayıp kaderi ilah’iye’nin bir armağanı olarak imdadımıza yetişeceğine inancımız tam. Biz Müslümanlara düşen görev yaşadığımız hayat sürecinde istikamet üzere olmak ve sünneti seniye üzerine yaşamak biricik gayemiz olmalıdır. O halde bizi istikametten alıkoyacak sahte Mehdilere itibar etmeden fitne odaklarının heveslerini kursaklarında bırakmak en doğru yol olsa gerektir. İslam adına çıkan bir takım kişilerin televizyonlara çıkıp kasıla kasıla sundukları show programlarını izledikçe üzülmemek elde değil. Hemen ilk baştan programlarda yer alan İslam’la bağdaşmayan, İslami ölçülerden uzak hatta kadınlı erkekli karışık sunumlar maskaralıklarını ele veriyor zaten. Bir defa değil bin defada konferans verseler zerre miskal Kur’an ve sünneti seniyyeden taviz verdikleri sürece asıl kurtuluşa ihtiyacı olanların kendileri oldukları yahut ta böyle bol keseden atıp savuran, bu tür ahkâm kesen sözde aklıevveller olduğu anlaşılacaktır.
Vahiy Peygamberlere, ilham ise Ehlullah’a verilmiş bir lütuf.
Vahiy kesinlik ifade eder, ilham ise doğruluğuna yüzde yüz kesin denilemez. Birisi çıkarda bana vahiy geliyor diyorsa o insanın aklından şüphe edilir. Bu tür sapkınlar kelimelerle santraç misali oynamayı marifetten sayarlar, hatta laf ebeliği ile bin bir türlü teville kendilerini aklayarak su yüzüne de çıkabiliyorlar. Fakat derler ya çekirge bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüsünde kala kalır ya, aynen öyle de akıbetlerinin çıkmaz sokağa sürükleneceği, mutlaka eninde sonunda foyaları çıkacağı da muhakkak. Çünkü gerçekler ne kadar saklanırsa saklanılsın güneş balçıkla sıvanamaz, sahtelik her halükarda rengini ele verecektir elbet.
Gerçek âlimler sık sık konuşmadıkları gibi her ulu ortamda da bulunmazlar. Onlar konuşsalar da ayet ve hadislerden sık sık dem vurmazlar. Bu hususta İsmail Çetin bir gün Gavsı Bilvanisi’ye bakın ne sorar, der ki;
—Niçin Gavs-ı Halim ayet ve hadis demiyor, ayet ve hadislerin manasını naklederken sözünü onlara nispet ediyor. Hatta birçok zamanda ayet ve hadislerin lafzı okunmuyor. Çoğu kere manaları açıklanıyor, özellikle bunu istirham ediyorum.
Gavs-ı Bilvanisi şöyle cevap verir:
“ —Allah’ın ve Rasulallah’ın kelamı çok derin, dipsiz bir bahri amiktir. Onda yüzmek havası ümmete, müçtehitlere, kümeli evliyaya mahsustur. Bazı ayet ve hadis insanın kalıbına, bazısı ruhuna, bazısı sırrına, bazısı da hepsine ait olur. Şeriat ahkâmında, nefse müteallik olana tarikat, kalbe yönelmiş olana hal, ruha yönelmiş olana marifet, sırra yönelmiş olana hakikat yahut hakiki tevhit isim veriliyor. Bunları birbirinden tefrik etmek müşküldür. Hangi zat hangi ayet ve hadisle ne gibi şartlarla muvaffak oldu ise hususta o tedavi etme usulünü ona nispet ederiz. Eğer biz aklımızla bunları açıklar isek hukuklarına tecavüz etmiş oluruz. Ayrıca Allah ve Resulünden kalben kalbe intikal eden ilimler vardır. Ancak mücaz olan şeyhi mercu onu bilir. Bazıları henüz daha gizli gitmekte, bazıları söylenilmiştir. İşte söylenmiş olan kısmı söyleyene isnat etmek yine ayet ve hadise isnat gibidir. Hadiste isnat ne kadar kısa olsa o kadar kuvvetlidir. Bu ilimde ise isnat ne kadar uzun olsa o kadar faydalıdır” buyurdular (Edeple Varış Lütufla Dönüş, S:18 1982,Isparta)
Gördüğünüz gibi Gavs-ı Bilvanisi’nin o müthiş akıl dolusu sözleri sahte kurtarıcıların gerçek yüzlerini ortaya çıkmasına fazlasıyla yetiyor. Sahte kurtarıcılar ayetleri kendi aklınca açıklamaya kalkıştıkları gibi, yarı çıplak kadınlara elini vererek biat düzenleyebiliyorlar da. Haramla helali bir araya getiren meclisler ruhumuzu karartıyor oysa. Hacegan silsilesinde mürşitte aranan hususiyetlerden biride hem şeriat hem de tarikat ilmini bitirmesi zorunluluğudur. Her iki ilim tam olmak kaydıyla icazet alması söz konusu olabilir. Bunun dışında seyri sulukunu bitirmişte olsa şeriatın 12 ilminden bihaber ise halife olamaz.
İnsanlık sahte Peygamberlerden, sahte Mehdilerden, sahte Şeyhlerden çektiğini apaçık karşı düşmanlarından çekmedi dersek maksadımızı aşmış sayılmayız. Kılıç yarası kapanır, ama dost sandıklarımızın açtığı yaranın üzerimizde bıraktığı duygusal yaralar kolay kolay kapanamıyor. İnsanlık bu tür travmalardan bir hayli yorgun ve bitap düşerek bugünlere geldi. Şayet bugünde bunalıma düşmemek istiyorsak İslam’ın ana caddesi hükmünde ehlisünnet yolundan ayrılmamak gerekiyor. Ehlisünnet yoluna sıkı sıkıya sarılmakla tehliklerden arınırız çünkü. Bir insan olağan üstü hallerde gösterse İslam’a ve ehlisünnet çizgisine uygun yaşayış içerisinde değilse o hallerin hepsi istidraçtır. Hindistan’da bir takım nefse yönelik tatbikatlar neticesinde çiviler üzerinde yürüyen insanları görmek mümkün, fakat bu durum onların ermişliğine işaret değildir, bilakis ehlisünnet yolu bu tür hallerin zuhurunu keramet olarak değerlendirmeyip istidraç olarak niteler. Şahı Nakşibendî (k.s)’e sorarlar:
—Efendim falancı adam gökte uçuyor, veli midir?
Şahı Nakşibendî(k.s):
—Hayır, veli değildir, çünkü kuşlarda havada uçuyor der
Yine sorarlar:
— Efendim falanca adamda denizde yürüyor, veli midir?
Şahı Nakşibendî (k.s):
—Hayır, veli değildir, çünkü balıklarda yüzüyor der.
Tekrar sorarlar:
— Efendim falanca adamda bir burada, bir şurada, bir orda, hatta bir anda birkaç yerde aynı anda bulunabiliyor, veli midir?
Şahı Nakşibendî (k.s):
—Hayır, veli değildir, çünkü şeytanda isimi azam duasını okuduğunda biranda doğu ile batı arasında mekik dokuyabiliyor, deyince merak edip bu seferde dediler ki:
Peki, veli kimlere denir?
Şahı Nakşibendî (k.s):
—Veli İslami yaşayış üzerine yaşayan ve sünneti seniyyeye ittiba edene ve istikamet üzere olana denir, cevabıyla konuyu aydınlatmışlardır.
Demek ki, en büyük keramet istikamettir. Olağan üstü haller göstermek ölçü değildir. Kur’an ve sünnet dairesinde olabilecek haller keramet, fakat bu dairenin dışında vuku bulacak haller istidraçtır. Rahmani olana itibar edilir. Şeytani olana ise itibar edilmediği gibi ehlisünnet dışı olarak nitelenir. Bu yüzden derler ki; cahil sofi şeytanın maskarasıdır. Dolayısıyla amellerimizi ilimle taçlandırmamız gerekiyor.
Kıyamet alametleri konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Fakat onların ihtilaflarında rahmet var.
Abdullah b. Ömer şöyle der: Peygamberden işittim şöyle buyurdu:
Kıyametin ilk nişanı Beni Asfar’ın (sarı ırkın) çıkmasıdır. Sonra güneşin batıdan doğmasıdır.
Muhaddisler ise:
İlk alameti doğudan duman çıkmasıdır. Sonra Deccalın çıkmasıdır. Bunlar kıyametin yakın nişanlarıdır. Ondan sonra Mehdi çıkar demişlerdir.
Ümmi Seleme de şunu der:
Resulullah’tan işittim; Buyurdular ki;
Mehdi, Fatıma’nın çocuklarındandır, seyyiddir.
Fatımat’üz Zehra velilerin, yani Ehli beytin anası. Malum olduğu üzere Seyyid’lerin ilkleri Hz. Hüseyin ve Hz. Hasandır. O sevgili iki çocuk Peygamber dizinde büyüdüler. Bu yüzden yeryüzünün en şanslı torunları, Yüce Peygamberin nazlı çiçekleridir. Onun için Peygamberimiz (s.a.v); ‘Hüseyin bendendir, bende Hüseyin’denim, Allah’ı seven Hüseyin’i sever, Hüseyin torunlardan bir torundur’ diye tüm zaman ve mekânlara ilan eder bu iki seyyid kutbunu.
Ebi Said El-Hudri Mehdi konusunda şöyle der:
Peygamber (s.a.v) buyurdu: Mehdi bendendir. Ahir zamanda çıkar. Yeryüzünde adalet ile hükmeder. Önce zalimler yeryüzünü zulüm ile tutmuşlardır. Mehdi ise güzellik ve adalet ile cihana yedi yıl hükmedecek.
Peygamber(s.a.v) buyurdu:
Din bizimle başladı. Sonra yine bizimle son bulur. Sizden biriniz o zamana erişirseniz ve onun nişanlarını görürsünüz ona tabi olun. Şüphesiz Mehdi merhametlidir. Ve kendiside rahmete mazhar olmuştur.
Cabir b. Abdullah Peygamberden şöyle nakleder:
Peygamber (s.a.v) buyurdu: Benden sonra on iki halife gelecek. Hepsi Kureyş kabilesinden olacaklar.
İbn-i Kesir şunları söyledi:
“.. Onlara Hulefai Raşidin derler. Hasan, Hüseyin ve Ömer b. Abdülaziz onlardandır. Allah hepsinden razı olsun”
Nakledildiğine göre Resulü Ekrem(s.a.v):
Şu on alamet ortaya çıkmayınca kıyamet kopmaz: Duman, Deccal, Mehdinin çıkması, Dabbetül-Arz, güneşin batıdan doğması, İsa(a.s)’in gökten inmesi, Ye’cuc ve Me’cuc’ün çıkması, Doğudan gökten yerin aşağı geçmesi, Arap adalarından birinin aşağı geçmesi, Yemenden bir ateşin çıkması ve halkı mahşer yerine sürmesi( Envarül Aşıkın. Ahmet Bican Bedir Yayınevi,1983,S:425)
Nakledildiğine göre, önce Mehdi, sonra da Deccal çıkacak diyenler olmuştur. Hatta Rafızîler doğdu dedikleri halde henüz Mehdi gelmemiştir.
Bazıları Mağrib’den çıkacak, bazıları da Buhara’dan çıkacak demişlerdir.
Müslim’in Sahih’ine nakledildiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
Ahir zamanda otuz kişi peygamber olduklarını iddia edecekler. Halkı azıtmakta Deccal gibi davranacaklar. Hak Teala onları rüsva edecektir. Zira gerçekte ahir zaman peygamberi benim, din ve erkân benimdir(a.g.e. s:426)
Aynı eserin sayfalarını çevirdikçe heyecanımız daha da kat kat artar, devam edelim sahifeleri çevirmeye: Deccalın alnında kâfir diye yazılıdır ve gözü kördür. Ondan sonra Allah (c.c), İsa (a.s)’ı gökten Şam’da Ümeyye Camiinin doğusunda bulunan Minare-i Beyda (Ak Minare)’ye indirecektir. Sonra Hz. İsa Deccalı Kudüs’te ‘Led’ kapısında bulacak, harbe ile vurup öldürecektir. Allah (c.c), İsa (a.s)’a kavminde Tur Dağına çık! Diye vahiyde bulunacak. İsa’da kavmi ile Tur-i Sina’ya çıkacaktır.
Ondan sonra Allah(c.c) Ye’cuc ve Me’cuc’ü indirecek. Ye’cüc ve Me’cuc yeryüzünde çok fitne ve fesat işleyecek. Allah (c.c) deve burnundaki kurtçuklar gibi kurtçuklar gönderecek. O kurtçuklar onları bir defada yok edecek. Ondan sonra Hz. İsa ve kavmi Tur-i Sina’dan yeryüzüne inecekler. Onların leşlerinden rahatsız olacaklar. İsa (a.s) dua edecek, Allah (c.c) deveboynu gibi kuşlar gönderecek, o kuşlar onların leşlerini alıp denize atacaklar. Böylece yeryüzü arınacak, otlar ve ağaçlar bitecek, yemişler verecek.
İbn-i Kesir şöyle demiştir:
İsa (a.s) Deccalı öldürünce yeryüzü halas olup kurt koyunla yürüyecek, harabe olmuş şehirler yeniden kurulacaktır.
Peygamber (s.a.v):
İsa (a.s) gökten yere indiği zaman adalet gösterip güzellikle hükmedecek. Ne kadar put ve haç varsa kıracak, sonra İsa (a.s) Hz. Mehdi ile buluşacak. Namaz vakti olunca İsa:
—Gel ey Mehdi! Sen imam ol, namaz kılalım diyecek.
Mehdi:
—Ey İsa! Sen Peygambersin. İmam olmaya sen layıksın diyecek.
Hz. İsa’da;
—Ey Mehdi! Gel sen imam ol. Hz. Muhammed’in neslindensin, imam olmaya sen layıksın diyecek. Sonra Hz. Mehdi(a.r) imam olacak, namaz kılacaklar ve İsa (a.s) sultan olacak, yedi yıl halka hükmedecek (a.g.e. S:427)
Hâsılı kelam, İsa (a.s) kıyamet yaklaşınca Şam’da Ümeyye camii minaresine inecek, evlenecek ve çocukları olacak. Hz. Mehdi ile buluşacak kırk sene yayıp Medine’de vefat edip hücrei saadete defin edilecektir.(Bkz. Peygamberler Tarihi Altıparmak, Bereket yayınevi,1980. S:851)
Şu bir gerçekçi hakiki şeyh ben şuyum, ben buyum gibi enaniyet kokan cümleler sarf etmez. Nitekim Seyda (k.s) öyle der; Senin onu görmene perde ne semavat, ne arştır, ne de kürsidir, senin onu görmene perde senin benliğinin ölçüsüdür diye beyan buyurarak ene denilen ucubun çirkinliğini ortaya koyar. Seyyid Taha da hem Seyda Hz.lerini hem de Zinnuni Mısri’yi teyit edercesine şöyle der: Bu Tarikatı Nakşibendiyye nispetinde kibir, ucub, gurur ve riya olmaz. Nasıl olurda bu tarikattan irşada çıkan birisi halkı görmesin, mümkün mü? (bu yolda halk içinde Hak olmak var anlamında).
Gerçek şeyh ve gerçek Mehdi, ben Şeyhim ya da ben Mehdiyim demez. Gerçek Şeyh’inde gerçek Mehdi’nin de emareleri bellidir, yaşayışı Kur’an ve sünnet üzerinedir. Dilinden ‘ben’ kelimesi sarf eden insan güvenirliliğini ta baştan kaybetmiş demektir. Kendi kendisini tarif eden ve kendi yaptığı faaliyetlerini anlatan kişi aslında hiçbir şey değildir. Oysa dille anlatmaya bile gerek kalmadan manevi tasarrufatla da insanlar irşat edilebilir pekâlâ. Ki bu tür irşat uygulamasının Sadat-ı Kiramın hayatında pek çok örnekleri mevcut. Öyle zatlar var ki konferanslar tertip etmediği halde, sık sık konuşmadığı halde manevi tasarrufları ile binlerce insanı irşat etmektedirler. Onun için Seyda (k.s); İş lafın zahirinde değil manevi tasarruftadır demişlerdir.
Nasıl ki Hz. Ebubekir (r.a) hilafeti zamanında Yemane vilayetinde Müseyleme adında yalancı peygamber türediyse, bu zamanda da sahte şeyhlerin sahte Mehdilerin türemesi gayet normal. Şurası da unutulmamalıdır ki; hakiki Allah dostlarının irşatları bu tür sahteliklerin önünde panzehir hükmündedir. İnsan Hakikate giden yolda gerçeğini görünce sapla samanı ayırabilecek basirete kavuşabiliyor. Kuran’a ve sünnete muhalif her hareket eninde sonunda hüsrana uğrayacağı kesin ve kaçınılmazdır. Ölçü Kur’an ve sünnet, icma-i ümmet ve kıyası fukaha olmalı. Bu engin kaynaklardan yoksun her oluşum şaibeli olmaya mahkûmdur.
Yukarda da anlatıldığı üzere Hz Mehdi (a.r)’in birçok emareleri vardır, ama Mehdi (a.r) zuhur edince yeni bir şey getirmeyecek, var olan İslami esaslara göre irşat edecek, yeni bir vahiy söz konusu değil. Vahiy Peygamberimiz (s.a.v)’den sonra kesilmiştir çünkü. Dolayısıyla hiçbir kimse bana vahiy geldi iddiasında bulunamaz. İlham dahi gelse ilham kesin bilgi addedilmediği için şeriata göre amel edilir.
Velhasıl; Allahu Teala bizi sahte kurtarıcıların şerrinden korusun (âmin).

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir