NİYET HAYIR AKİBET HAYIR
ALPEREN GÜRBÜZER
Evet, bir insanın niyeti hayırsa akıbeti de hayır olacağı muhakkak. Anlaşılan Allah yolunda vuslat; her işin başlangıcındaki niyete göre sonuç vermektedir. İnsan niyetine göre sonu ya hüsn-ü hatime (güzel son), ya da su-i hatime (kötü son) ile ömür sürecini noktalar. O halde iyi bir sonuç almak istiyorsak, Allah rızası için işe koyulmak gerekir. Bu yüzden Resulü Ekrem (s.a.v); “Beş şeyden önce, beş şeyi fırsat ve ganimet bilin demiş ve bunları
—İhtiyarlık gelmeden gençliği,
—Hastalık gelmeden sağlığı,
—Fakirlik gelmeden zenginliği,
—Meşguliyet gelmeden boş zamanı,
— Ölüm gelmeden hayatı” diye sıralamıştır.
Keza İmamı Gazali de; “Her kulun ilk vazifesi önce niyeti öğrenmek, sonra onu (niyeti) Salih amelle sağlam bir hale getirmek” beyanıyla niyet üzerine odaklanmamız gerektiğine dikkat çekmiştir. Niye dikkat kesilmeyelim ki, baksanıza bir kere niyetin harekete geçiş noktası kalptir. Madem kalp vücudun merkezi bir üst karargah konumda, madem her şey kalple start alıyor, o halde ilk evvela kalbi sağlama almak lazım gelir. İşte tüm bu gerçeklerden hareketle kalbin bilgi ve iradesiyle bir şeye kesin karar verme fiiline niyet deriz. Mesela namazda hangi vaktin namazını kıldığını bilmek niyettir, yani esas olan niyet edilen vakti bilmektir. Ayrıca namaz esnasında gayri ihtiyarı dışarıdan kalbe gelip giden şeyler (havatırlar) niyet değildir. Dolayısıyla bu tür düşüncelerin kıymeti harbiyesi yoktur diyebiliriz.
Kalp o kadar önemli bir merkez ki, kalben niyet olmaksızın dil ile yapılan niyet sahih değildir. Ancak bir insan birtakım nedenlerden dolayı (dalgınlık gibi) niyeti hatırlamazsa dil ile söylemesi kâfi gelir. Anlaşılan dil ile söylemek niyette şart değildir. Kaldı ki dil ile niyetin bidat olduğunu ileri süren görüşlerde var. Belli ki hem kalben, hem de dil ile söylemek şöhret derecesinde bugüne kadar uygulanır olması ve ulemaca yol edinildiği için müstehap sayılmıştır. Bir başka ifadeyle dille ikrar edilen niyeti selef iyi olarak değerlendirmesi bir yana adet haline gelmiştir. Oysa ne Resulü Ekrem, ne sahabe, ne de tabiinden bu durum nakledilmiş değildir. Nitekim Resulü Ekrem’in namaza başladığında görünürde sadece tekbir aldığı müşahede edilmiştir. O halde niyetimizi sağlam tutmakta fayda var, aksi takdirde bozuk bir niyet yüzünden verilen emekler bir anda heba olabiliyor. Bir insan düşünün, öğrendiği ilmi Allah rızası için değil de dünyalık elde etmek için öğreniyorsa, o ilim neye yarar ki? Kaldı ki; Allah Resulü; “Kim, ilmi sırf dünya elde etmek için öğrenirse kıyamet günü cennetin kokusunu koklayamaz” buyuruyor (Ebu Davud).
Keza Allah Resulü;; Allah-ü Teala kıyamet günü kendisine ortak koştuğu kimse için; Git! Kim için amel ettin isen karşılığını ondan iste diyecektir (Tirmizi) buyurdu.
Yine Rasulullah (s.a.v); “Şüphesiz Allah sizin dış şekillerinize ve cesetlerinize bakmaz fakat kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim) beyan buyurur.
Demek ki; şekle değil, içimizden geçen niyete önem vermeliyiz. Bu arada niyetimizin dışında kalbe gelen düşünceler için de istiğfar edip ve tevbe etmek icap eder. Neyse ki riyaya kaçma endişesi taşımak kaydıyla kalbimize gelen düşüncelerden mesul tutulmuyoruz. Bakın Fahri Kâinat Efendimiz bile; “Ey istediği tarafa kalpleri çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dininde sabit kıl” diye dua ederek kalbin her an dönebileceğine işaret etmiştir. Zira hiç kimse kalbin dönmeyeceğinden emin olamaz. Allah Resulü böyle dua edince sordular:
—Ya Rasulullah! Sende mi endişe ediyorsun?
Habib-i Kibriya (s.a.v);
—Beni hangi şey emin kılabilir? Hâlbuki kalp Allah Teâlâ’nın iki kudret parmağı arasındadır. Onu dilediği tarafa çevirir buyurdular.
Rasulüllah(s.a.v); “Bir adam insanların gözünde cennetliklerin amelini işler gözükür, hâlbuki o, cehennemliklerdendir. Cennete ancak gerçek Müslüman olanlar girecektir. Şüphesiz Allah bu dini facir bir adamla da kuvvetlendirir” (Buhari) buyuruyor.
Rasulullah(s.a.v):
Kıyamet günü hesaba çekileceklerin ilki savaşta öldürülen kimsedir. Allah Teala o gün dünyada kendisine verdiği nimetleri hatırlatır ve:
—Verdiğim nimetle ne yaptın? diye sorar.
Kul cevaben:
—Senin uğruna savaştım, şehit oldum der.
Allah-ü Teâlâ:
—Yalan söylüyorsun, sen rızam için değil, sana kahraman desinler diye savaştın diye karşılık verip akabinde yüzüstü sürülerek cehenneme atılır.
Keza yine sırasıyla hesap çekilecek kesimlerden ilim öğreten ve Kur’an okuyan kimse olacak.
Allah-ü Teâlâ ona da:
— İlminle ne yaptın diye sorar.
Cevaben:
—Senin için ilim tahsil ettim der.
Allah-ü Teâlâ:
—Hayır, sana âlim veya iyi bir Kur’an okuyucusu desinler diye ilim tahsil edip okudun cevabını almasıyla birlikte o da yüz üstü cehenneme atılır.
Şayet sırada hesaba çekilen zengin kesimden biriyse o da yukarıda zikredilen örneklere benzer cevap verdiğinde, Allah-ü Teâlâ:
—Hayır, sen sana cömert desinler diye malından mülkünden harcamalar yaptın buyurup o da aynı muameleye tabii tutulur.
Anlaşılan ahirette insan layık olduğu muameleye tabi tutulacaktır. Nitekim Rasulullah (s.a.v); “Muhakkak ki bütün ameller niyetlere göre değerlendirilir ve karşılık görür..” buyuruyor.
Arabî’lerden bir adam Rasulüllah’a iman edip tabii olduktan sonra;
—Ya Resulüllah! Sizinle hicret etmek istiyorum der.
Bu kararlı sözler üzerine Efendimiz (s.a.v) onu ashaptan birisine havale edip bu sana emanettir, ona göz kulak ol der. Tabi bir zaman sonra savaş olduğunda söz konusu o kişi ashabın arkasından geliyordu. Çünkü yolda düşen ve kalanları gözetiyordu. Derken orduya yetiştiğinde ona kendi payına düşen ganimeti takdim ettiler. O da derhal Efendimizin huzuruna çıkıp;
—Ya Rasulullah! Bu nedir?
Efendimiz (s.a.v):
—O senin için ayırdığım ganimet payı.
Adam:
— Ama ben sana dünya malı için tabii olmadım ki, sadece şu boğazıma bir ok atılıp saplansın da öyle ölüp cennete gideyim diye biat ettim der.
Resulü Kibriya:
—Şayet bu niyetinden sadıksan Allah tasdik edip muhakkak seni yalancı çıkarmaz buyurdu.
Gerçekten de biraz sonra düşmanla karşı karşıya gelip savaşa girildiğinde tam işaret ettiği kısımdan boğazına bir ok saplanmış halde şehit düşer de.
Öyle ki Resulü Ekrem (s.a.v) onun hakkında;
Allah’a karşı sadık oldu. Allah’ta onu doğru çıkardı. Allah’ım Senin yolunda hicret edip şehit oldu.. Bende bunun şahidiyim diye kanaat ortaya koymuştur.
Bir başka örnek ise; Müşriklere ilk ok yağdıran bir kişi içindir. Şöyle ki;
O malum şahıs anıldıkça Resulü Ekrem tarafından; o cehennemliktir diye nitelendirilen biri. Tahmin etmişsinizdir bu kişi şan ve şöhrete tutkun Kuzman’dan başkası değildir. Öyle ki o, Uhud’da kıyasıya yapılan savaşta Müslümanlar dağılınca:
—Ey Evs topluluğu! Ölmek kaçmaktan hayırlıdır diye seslenecek kadar cesaret örneği sergilemenin yanı sıra cenk esnasında aldığı ağır yaralara rağmen bütün hıncıyla müşriklerden 7-8 kadar kişi öldürmeyi başaran biriydi. Fakat ne var ki kahramanlık tek başına bir değer ifade etmiyor. Çünkü o kendisini savaşta gösterdiği metanetinden dolayı tebrik için gelenlere;
—Ne tebriki diye söylenip herkesi şaşırtan kuru dava adamıdır. Neyse ki şaşkınlık ve merakı giderecek itiraf kendisinden gelir. Şöyle ki o; bu işi bizatihi şan ve şeref için yaptığını itiraf etmiştir. Nihayet kuru dava uğruna mücadele ettiği savaşta aldığı yaraların acısına dayanamayınca kolunun bir damarını kesip intihar eder de. Allah Resulü bu durumdan haberdar edilince ellerini açıp;
—Allah-ü Ekber! Şahadet ederim ki; Allah’ın Resulüyüm diyerek şükretmiştir.
NAMAZDA NİYET
Müminin niyeti kâfirin amelinden üstün olması hükmü gereği; Müslüman olmak, iyi ile kötüyü ayırt edebilecek (temyiz) yaşta olmak ve niyet edilen şeye kalbin karar kılması gibi hususlar niyetin şartları kapsamına girer. Madem öyle tüm amellerde niyetin hakkını vermek icap eder. Bir kere tüm ibadetlere temel teşkil eden abdest niyetini bilmek mecburidir. Şöyle ki; “Niyet ettim abdest almaya” veya “Niyet ediyorum farz namazı için abdest almaya” denilebilir. Hatta abdest alırken misvak kullanmakta iyidir, şayet misvak yoksa misvak niyetine parmaklarımızla dişleri ovallamakta fayda vardır. Gusül alırken de; ‘Niyet ettim gusül etmeye’ demelidir. Malum namaza niyet ederken de; ‘Niyet ettim Allah-ü Teâlâ’nın üzerime farz ettiği namazı kılmaya’ denilmeli, şayet namaz cemaatle kılınacaksa ilaveten; ‘Uydum imama’ cümlesini de ilave etmek gerekir. Hakeza kaza namazı kılınıyorsa niyetinde kaza namazı kılmakta olduğunu belirtmelidir. Unutmamamız gereken bir noktada tekbir aldıktan sonra alınan niyetle namazın sahih olmayacağı hususudur.
Bir başka husus ise kalbin karar kılma noktasında niyet edilenin dışında bir sözcük veya kelimenin yanlışlıkla dilden çıkmış olması, ya da dil sürçmesinin vuku bulmasıdır. İşte bu tür nedenlerden dolayı sehven söylenmiş ifadeler niyeti bozmaz. Mesela bir kimse öğle namazı diyeceği yerde sehven ağzından ikindi diye telaffuz etmişse yine öğlene niyet etmiş sayılır.
Ayrıca niyetin şartlarından biri de niyet ile tekbir arasına dünyevi bir meşgale girmemesi gerektiğidir. Doğru olan iftitah tekbiri ile birlikte niyetin bitişik gerçekleşmiş olmasıdır. Fakat bazı durumlar var ki arada abdest almak, nafile namaz veya mescide yürüme gibi durumlarda bitişiklik gerekmeyebilir, yani ara verilebilir. Mesela abdest bozulduğunda derhal abdest tazeleyip namaza devam edilebilir.
Farz, bayram ve vitir namazına niyet ederken “Bugünkü cuma”, “Bugünkü vitre” diye namazın vaktini belirlemek gerekir. Oldu ya bir kimse cemaate yetiştiğinde farza niyet eder, kılınan namazın teravih olduğu ortaya çıkarsa, o kıldığı namaz nafile yerine geçer. Zaten yatsı namazından önce teravih namazı yoktur, kılınsa bile caiz değildir.
Bir kimse vakti çıkmamıştır inancı ile öğle namazını kılmış olsa o kıldığı namaz kaza yerine geçer, ya da o kimse öğle vakti içinde hem öğle, hem de ikindi namazına niyet etse o kılınan namaz ancak vakti girmiş olan namaz için geçerli niyete dönüşür.
Cuma namazını vaktin farzı niyeti ile kılmak olmaz, çünkü asıl vakit öğlenindir.
Niyette rekâtların sayısını anmaya gerek yoktur.
Nafile namazlarda sadece namaza niyet yeterlidir. Bir başka ifadeyle nafilelerde “Namaza niyet ettim” demek kâfidir. Velev ki, sabah namazının sünneti olsun. Yine de şu vaktin ilk sünneti veya son sünnetine niyet etmekte sakınca yoktur, fakat her halükarda teravih namazını (vaktin sünnetini) kılmaya niyet ettim demelidir.
İmamın imamlığa niyet etmesi ancak kadınlarında cemaatle namazda bulunması durumunda şarttır. Peki ya cemaat? Adı üzerinde cemaat (topluluk), madem her topluluğun bir lideri var, o halde cemaat olan bir kişinin niyet ederken “İmama uydum” demesi şarttır, aksi takdirde namaz sahih olmaz. Ayrıca imama uyarken uyanın kıldığı namazın cinsini belirtmesi şarttır. Şayet imama uyan bir kişi, imam daha Allah-u Ekber demeden imamdan önce tekbir getirirse imama uymuş sayılmaz. Fakat akabinde hatasını anlayıp ikinci kere tekbir alırsa imama uymuş sayılır.
Kıbleye niyet etmek şart değildir. Sadece kıbleye dönmek şarttır. Demek ki, “Döndüm kıbleye” diye niyete gerek yoktur, zaten namaz kıbleye yönelik kılınır.
Kendisine uyulan imamın kim olduğunu bilmek gerekmez. İlla da şahıs ismi belirtip, namazı eda ettikten sonra imam olarak niyetine aldığı şahıs değilse o kıldığı namaz sahih olmaz. Çünkü bu niyette kayda bağlanmışlık söz konusudur. İmam açısından baktığımızda ise; “Bana uyanlara imam oldum” dese kadınları bile kapsayan niyet olur.
Cenaze namazı kılan kimse “Allah için namaza meyyit için duaya” diye niyet eder. Cenaze namazı namazdan öte hakikatte duadır. Zira cenazede kıraat, rükû ve sücut yoktur. Buna rağmen cenaze namazın da erkek ya da kadın adına niyet tayininde hata varsa o namaz sahih olmaz.
Hac için önceden niyet etmekte bir sakınca yoktur. Örneğin bir insan evinde Hacca niyet edip yola çıktığında, niyet etmeksizin ihrama girerse bu Hac caizdir.
Bütün ibadetlerde bir işi Allah’a nispet etmek şart değildir. Zaten namaz Allah için kılınır, Allah için oruç tutulur. O halde “Senin rızan için oruç tutmaya” demeye gerek yoktur.
İbadetlerin dışında, mesela dünyalık işlerimiz içinde Allah için niyet edilirse o iş bir anda ibadete dönüşebilir. Bu yüzden Gavs-ı Sani (k.s); Bir insan sabahleyin işine giderken; Ya Rabbi senin vermiş olduğun rızkı kazanmak için işe gidiyorum demiş olsa o gün çalıştığı mesaisi ibadet olur diye buyurmuştur.
Velhasıl; niyet gerek hayatın maddi alanında, gerekse manevi alanında tek kurtarıcı sermayemizdir.