TÜKETİMİN GÖKLERE ÇIKARILDIĞI VE REKLÂMLA BESLENEN TEK ÜLKÜ: İSRAF.
ALPEREN GÜRBÜZER
Tüketimin göklere çıkarıldığı ve reklâmla beslenen tek ülkü İsraf ekonomisidir. Topluma şu düşünceyi işliyorlar; çalış, çalış, çalış ve sonra da ağızlarından baklayı çıkarıp toplumun omuzlarına bir yük sunuyorlar: hiç durmadan ye, iç ve çılgınca tüket. İşte, vahşi kapitalist zihniyetin kısır döngüsü budur. Çalışmak, sonra da tüketmeye dayalı bir model koyuyorlar önümüze.
Maalesef içinde yaşadığımız hengâme, bir başka deyişle tüketime dayalı toplum modeli kapitalizmin eseridir. Vahşi kapitalist zihniyetin ruhunu tüketim oluşturur çünkü. Tüketimi alabildiğine teşvik için pazarlama ve reklâm faaliyetlerine hız verilir bu modelde. İnsanlara sınırsız arzu, ihtiyaçlar kamçılanır sürekli. Böylece kurdukları düzende üretim tarzı, tüketim esasına göre ayarlanır ve toplumda bu kurguya göre kurulur koyun misali.
Arz (üretim) dedikleri kıt kaynaklar olup, talep (tüketim) ise sonsuz ihtiyaçlar alanını kapsar. Hatta bu ikili kutup, ekonomik faaliyetlerin yapısını belirler. Klasik kapitalist zihniyet genel hatları itibariyle ekonomide sınır tanımayan tüketim duyguları üzerine kurulmuş bir sistemin adıdır. Bundan dolayı da israf alabildiğine teşvik görür bu modelde.
İslam ise arz ve talep dengesini öngörür. Dinimizde bu yüzden israf yasaklanmış ve verimlilik teşvik edilmiştir. Çünkü aşırı tüketim dengeyi bozacağından pek makbul sayılmaz. Sözgelimi bir tane elma tüketmekle faydalanırız, ikinci bir elmayı tüketince daha az lezzet (tadı) hissedeceğimiz malum, ama üçüncü elmayı yediğimizde yemekle yememek gibi bir durum ortaya çıkacaktır ki bu durum tüketmekle tüketmemek arasında bir şey olsa gerektir. Nihayetin de elmaların dördüncüsünü tükettiğimiz de ise midemizi bozmuş olacağız, yani fayda yerine zarar göreceğimiz muhakkak. İşte kapitalist ekonomide dördüncü elma misalinde olduğu gibidir. Kapitalistler aşırı ihtiraslar üzerine kurulu bir düzenin savunucularıdırlar. Böylece tabi kaynakları acımasızca israf etmekten çekinmezler. İsrafı gerçekleştirmek birinci ana ilkeleridir. Kıt kaynaklar iddialarının ayyuka çıkmasına rağmen, vahşi kapitalizmin sonsuz tüketim arzuları teşvik faaliyetleri hız kesmiyor hala.
Ne yaparlarsa yapsınlar vahşi kapitalist ekonomi sisteminin çirkin yüzünü gizlemeyi başaramayacaklardır. Erdemlilik sadece İslam’da mevcut. Nitekim İsrafın zıddı olan verimlilik ilkesi, İslam’ın ana şiarıdır. Kaynakları verimli bir şekilde kullanmayı teşvik eden İslam’la, kaynakları acımasızca har vurup harman savuran anlayışı öngören batı kapitalizmi çok farklıdır. İslam’da ihtiyaçları öncelikle zaruretler tayin eder. İhtiyaç nispetinde üretim İslam’ın kabulü olup, kesinlikle israfa kaçılmaz.
İslami üretim tarzı, genellikle tüketim-üretim-tüketim-üretim formülüyle izah edilirken, kapitalizmde üretim-tüketim-üretim, yani üretim yapıldığı için insanlar tüketmelidir anlayışı hâkim. İslam’da tüketim oranına paralel olarak üretmek kabul görür. Dolayısıyla dinimizde sınırsız ihtiyaçlara göre tüketim hoş karşılanmaz. Arzularına gem vuramayan insan, sonunda ümitsizliğe düşmekten kendini kurtaramayacaktır. Bu nedenle maddi tatmine bir noktada dur denilebilmeli. Kapitalizmdeki gibi sınır tanımayan maddi tatmin duyguları, İslam’ın yapısına terstir. Kapitalizmin öngördüğü toplum modeli, sadece tüketim modelidir. Oysa İslam helalinden tüketen toplumu savunur. Aynı zamanda verimliliği düstur edinen toplum esas alınır dinimizde.
Harcamada dahi belirli bir ölçü ortaya koyup, eşyayı acımasızca katleden zihniyetin aksine verimliliği esas alan sistemin ta kendisidir İslam. Ekonomik refahı tüketimle ölçen batının tam aksine, İslam ekonomiyi verimlilikle refaha bağlamıştır. Kapitalizm, ekonomi çarkını israfla döndürmeye çalışırken, İslam verimlilik çarkıyla sil baştan her şeye nizam getirmiştir. Resulüllah (s.a.v)’in; ‘İnsana bir vadi dolusu altın verseniz, bir vadi dolusu daha ister’ hadisi şerifi bu gerçeğe işarettir. Vahşi kapitalizm, işte bu noktada Peygamberimizin işaret ettiği insanın sınır tanımayan bu arzularını sürekli kamçılayarak adeta israfı teşvik etmiştir. Dinimiz; ‘Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz’ ölçüsünü getirmiştir. O halde israf etmeden verimliliği teşvik eden tek kaynak şüphesiz İslam’dır.
Helal kazanmak ve helalinden tüketmek İslam’ın ruhunu oluşturur. Hz. Ebubekir (r.anh) hizmetçisinin getirdiği sütü içti. Sonra helal olmadığını anlayınca parmağını boğazına sokarak sütü geri çıkardı. Sonra ellerini açıp:
—Allah’ım elimden geleni yaptım. Mümkün olanını çıkardım, geriye kalandan sana sığınırım diye yalvardı. İşte, İslam bu…
Hz. Ömer (r.anh)’da beytülmal’e (hazineye) ait develerin sütünden kendisine verildiğini anlayınca aynı şekilde hareket etmiştir. Gerçi, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (r.anh) gibi olamayız ama, karınca misali o yönde çalışmak ve gayret gerekmez mi? Karıncaya sormuşlar; nereye diye. Karınca cevap vermiş;
—Nere olacak Kâbe’ye.
Bu seferde demişler ki;
— Sen bu halinle mi Kâbe’ye varacaksın?
Karınca nihai can alıcı cevabı vermiş:
—Gidemesem de o yolda da ölemez miyim?
İslam’da ikram ve ihsan helal, israf haramdır. Tüketimin artması, elbette üretimi artırmaya etkisi vardır. Ancak ekonominin beşeri (insani) boyutları ve amaçları da vardır. Yoksulları, yetimleri ve fakirlerin iniltilerini duymadan tıka basa karın doyurup gününü gün eden tüketicilerin bulunduğu bir toplumda, ancak ve ancak sosyal çarpıklıklar ile huzursuzluklardan söz edilebilir. Tüketim uğruna, insanları mutsuzluğa itmek kimsenin hakkı olmasa gerektir. Atalarımız; ‘Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar’ sözleriyle çok yıllar önce bu gerçeği dile getirmişlerdir. Ki; Peygamberimiz (s.a.v); ‘Açı doyurunuz, hastayı ziyaret ediniz, esiri hürriyete kavuşturunuz’ buyurarak sosyal hayatın nizama girmesinde yapılması gerekli unsurları ta baştan beyan etmişlerdir. Yine Rasulullah (s.a.v); ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ buyurmakta. Bütün bu hadisi şerifler müminleri kendi aralarında dayanışmacı bir ruhla verimli olmaya teşvik etmektedir. İsraf, kesinlikle İslam’da tasvip görmez. İslam’da kapınızın önünde bir nehir bile geçse abdest alırken suyu israf edemezsiniz hükmünü ortaya koymuştur. Yukarda da bahsettiğimiz gibi İslam’da eşyanın bile hakkı vardır. Zira eşyayı istediğimiz şekilde kullanamayız da. Ancak, gerektiği ölçüde kullanma izni vardır. Mesela koyunu keserken bile İslam ölçü getirmiş; hatta boğazını keserken bile canını acıtmadan, hayvana eziyet vermeden kesilmesini öngören bir dizi kaideler getirmiştir. Kelimenin tam anlamıyla İslam her alanda ölçü belirlemiş. Hatta bir ekmek kırıntısının dökülmesine dahi izin vermez. Tabakta artık yemek kalması gibi bir dizi israf yollarını ta baştan kapatmıştır. Tasarruf, sosyal hayatın her safhasında hâkim olan tek değer olarak kabul bulur. Adeta tasarrufa, bir ibadet titizliği çerçevesinde bakılır. Analarımızın bir kibrit çöpünü bile israf etmemelerini, hep bu telkinler sayesindedir. Geleneksel toplumumuzun tasarruf anlayışı sanayileşmiş bilgi toplumunda da pekâlâ yapmak mümkün. Yeter ki İslam’ın engin prensiplerine gönülden bağlı kalalım.
Tasarruf ile cimriliği karıştırmamalı. Elbette ki elde malı tutmak, cimrilik ve tefrittir. Fakat malı kendin keyfince israf ise ifrattır. İkisi arasında orta yol takip etmek itidaldir, yani orta yoldur, zaten uygun olanı da budur. Dünyada hiçbir ideoloji, İslam kadar ölçü tayin eden bir sistem kuramamıştır. İslam dinine hayat dini denmesi bu gerçeklerden dolayıdır. Bütün toplum katmanlarına israf etmeden verimlilik duygusunu aşılayan tek din İslam’dır.
Ülkemizde insan, toprak, kültür, beyin ve hemen hemen her şey israf edilmektedir. Kapitalizmin ruhu adeta üzerimize sinmiş. İsraf ekonomisinin çarkları bizi her geçen gün bağımlı hale getirmekte ve üretim hamlemize sekte vurmaktadır. Oysa kurtuluşumuz, Agâh Oktay Güner’in de belirttiği gibi israf ekonomisinden verim ekonomisine geçmekle mümkün. Nitekim Osmanlıda ordu bile verimlilik esasına göre yapılanmış, ordu tüketici değil üretici duruma göre şekillenmiştir. Barış zamanında bile tarım ekonomisiyle uğraşmanın yanı sıra, eğitim faaliyeti de icra ediyorlardı. Osmanlıda toprakların has, zeamet, tımar olarak tayin edilmesi bunun bariz delilidir. Cumhuriyet döneminde silahlı kuvvetlerimizin OYAK’ı kurması, tarihi geleneğimizin bir yansımasıdır. OYAK gibi benzer kuruluşların kurulmasına hız vermek, aynı zamanda yabancı sermayeye açık olmak üretici toplum olma yolunda mesafe kat etmemizi sağlayacaktır. Verimliliği, bütün kurum ve kuruluşlara yaymak, üretimi teşvik eden bir devlet aygıtının görevi olmalıdır.
Dağlarımızın, tepelerimizin vadilerimizin kısaca topraklarımızın gereği kadar ağaçlandırılmaması ve yeşillendirilmemesi gibi faktörler yüzünden, maalesef her yıl Kıbrıs kadar toprağımız denizlere akmaktadır. Oysa tabi kaynaklarımız israf etmeden hareket geçirmek sosyal devletin biricik görevi olmalıydı.
Türkiye de sermaye israfı had safhadadır. Sermayenin giderek belirli kesimlerin elinde tekelleşmesi toplumu içten içe derin yaralamaktadır. Sermayenin mutlaka tabana yayılması gerekiyor. Aksi takdirde önüne geçilmez sosyal patlamalarla karşı karşıya kalabiliriz her an. O halde yapılması gereken israftan uzak ekonomik katılım ruhunu kitlelere yansıtmak olmalıdır.
Arz- talep dengesini kuramayan, baskıcı ve dayatmaya yönelik ekonomi anlayışı (fiyat kontrol hiyerarşisi ve komitesi) gibi karanlık uygulamalarla bir yere varılamaz. Müesseselere, serbest piyasa ekonominin kurallarının pratik uygulamalarının öğretilmesi yanı sıra ekonomiye şeffaflık da kazandırmalı. Neyi icra ettiği belli olmayan sadece lüks gösterişli binalarıyla üretimden uzak sözde kuruluşlar iktisadi hayatı perişan etmektedir günbe gün.
Biran evvel hantal devlet anlayışını terk edip, yerine üretimi teşvik eden devlet anlayışı ikame edilmeli. Batının tüketim kalıplarını üzerimizden atmanın zamanı çoktan geldi, hatta geçti bile. Tüketim arzularını körükleyen mantıktan uzaklaşıp yeni bir modelle insanımızın duygularına dinamizm getirmeli. Serbest piyasa ekonomi kurallarını israfa kaçmadan verimlilik esasına göre geçişi sağlamalıyız. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diye formüle edilen kapitalizme geçit vermemeli.
İsrafsız bir düzen yarınlarımıza dinamizm kazandıracaktır. Verimlilik sayesinde aç insanların iniltileri yerine, sosyal adalet rüzgârlarının estiğini görmek mümkün olacak böylece. O halde helal ve haramı bilip kendimize yön vermeli. Aksi takdirde, sonu gelmez buhranlara, bunalımlara gebe kalırız, bu böyle biline.
Vesselam.