YAZAR SADIK ALBAYRAK NE DEDİ?
ALPEREN GÜRBÜZER
SEYDA HAZRETLERİ BÜTÜN
ÜMMET-İ MUHAMMED’E YOL GÖSTERDİ
– Raşid Efendi’nin Türkiye’deki misyonunu anlatır mısınız?
– Raşid Efendi (R.A.), şöhrete ulaşmış ismiyle ”Seyda Hazretleri”, neseb olarak Ehl-i Beyt’e mensuptur. Necip bir nesilden gelmesi dini ilimler kadar tasavvufi gelişmede de büyük pay sahibi olmuştur. Tarikat olarak Nakşibendiliğe olan vukufu Türk-Kürt-Acem ya da Arap halkları üzerinde etkisi büyük olmuştur. Her ilmin bir mektebi olmasına rağmen Türkiye’de tekkeler kapatıldığı halde müteselsilen hilafet hırkasını giymek suretiyle bu tarikat çizgisini sürdürmüştür. Bu durum tarikatların tekke ve zaviyelerde yapacakları hizmetin yasaklarla önlenemeyeceğini göstermiştir. Seyda Hazretleri en canlı örneğini temsil eder. Cedleri Mevlana Halidi Bağdadi ve daha sonra gelenler meşruti ve ceberrut yönetimler tarafından ve siyasi güçler tarafından baskıya uğramalarına rağmen bu çizginin devam ettirilmesi Seyda Hazretleri’ne kadar gelmesi kendilerinden sonra da beklenen ve görünen fonksiyonu icra edeceğinin bir işaretidir. Seyda Hazretleri’nin cedleri hangi baskı ve zulme uğramışlarsa kendileri de aynı şekilde bundan payını almıştır. Hiçbir siyasî otoriteye başkaldırmadığı halde Cenab-ı Peygamber’in Ehl-i Beyt’in çizgisini sürdürüp siyasî otoritenin mefluç, müflis ve mülevvev bir hale girdiği toplumun değişik katmanlarındaki insanları bir tek çizgiye getirmesi, en çok şeriat ve tarikat düşmanlarının tepkisini çekmiştir. Batılılaşmanın kol gezdiği metropol şehirlerden uzak bir köyde ömür sürerken Türkiye ve Türkiye’nin dışından kafileler halinde insanların otobüslerle Menzil’e gelmesi, Menzil-i Maksut’a ermelerine vesile olmuştur. Bu durum, bu gelişme, bu yeni ihya hareketi daha çok bizde militarist baskılar sırasında kendini gösterdiğinden, kendi evinden barkından alınarak Batıya sürgün edilmesi, gözetim altında bulundurulması müridanına en umulmadık hareketlerin reva görülmesi, yaptığı hizmetin büyüklüğünü gösterir. Ehl-i tarik ulviyet ve yüceliklerini, çektikleri çile ile pekiştirirler. Zaten geçtikleri yollar çileli yollardır. Aldıkları hilafet hırkası icazeti onları ister istemez bu yola sevkeder. Böylece kendilerinden sonra gelecek olan toplumlara öncülük vazifesi görürler. Seyda Hazretleri de Türkçe-Kürtçe ile belirli değil de, değişik lisanla tüm ümmete hitab etmiştir. Böylece yaptığı hizmetler ne Türklere, ne Kürtlere ne de Araplara maledilebilir. Tümden Ümmet-i Muhammed’e yol gösterici olmuştur. Diliyoruz ki, kendisinden mustahlef olanlar bu yolu devam ettirirler.
– 12 Eylül yönetimi Seyda Hazretleri’ni neden Çanakkale’ye sürgüne gönderdi.
– 12 Eylül yönetimi solla, aşırı uçlarla uğraştığı gibi Müslümanlarla da uğraşmayı bir görev bilmiştir. Çifte standart uygulamakla çarpıklığın üstesinden gelebileceklerini sandılar. Halbuki 12 Eylülcü militaristler Seyda Hazretleri’nin yaptığı hizmetleri engellenmemiş olsalardı, bugün belki de Türkiye’nin ırkçı şoven bir Kürt meselesi olmayacaktı. Türkiye’de bugün, ne acıdır ki doğrudur, bir Bosna-Hersek, bunalımı yaşamayacaktı. 12 Eylülcü militaristler kafalarına yerleştirilen sarık-cübbe ve tesbih korkusu Seyda Hazretleri’nin üstüne gitmeyi amaçlamışlardır. Bu baskı tersine tepen bir silah gibidir. Menzil cemaatinin daha çok yaygınlık kazanmasına sebep olmuştur. Yani zulüm, şiddetini artırdıkça mazlumların sayısı da çoğalır.
– Devletin resmi medya araçları, TRT ve Anadolu Ajansı özellikle sanki böyle bir olay yokmuşcasına davrandılar. Bütün özel kuruluşların ilgisine rağmen resmi kuruluşlar cenazeyi ısrarla duyurmadılar. Bunun altında hâlâ 12 Eylül uzantısı korkular mı var acaba?
– 12 Eylül uzantısı değil de rejimin 70 yıllık tercihi kendini göstermiştir. Şöyle ki, bugün resmi ideoloji medyasını yönlendiren iktidar çevreleridir. Bu kurumlarda yer alan etkili kişiler masonik zihniyetli adamlardı. Bunun böyle olması doğal karşılanmalıdır. Resmi ideolojinin medyası böyle bir tavrı ilk defa göstermemektedir. Yani, Batılı sistemin çifte standart uygulaması resmi ideolojiden yana olanlarla, resmi ideolojiye İslâmi perspektiften bakanlara karşı çelişik bir tavrı olmuştur. Bir haham, bir papaz resmi ideolojinin haber kaynaklarında yer aldığı kadar, bir şeyhin, bir alimin, İslâmi görüntüsü bir değer ifade etmemektedir. Bunu fazlaca da yadırgamamak lazım. Türkiye’deki Batılılaşmanın öncüleri bu tercihi Lozan’da yaptılar, o günden bugüne devam ediyor. Resmi ideolojinin çizgisinde bir sapma görülürse o zaman gidişten endişe etmeli, yeni stratejilerin, planların Müslümanlar üzerinde oynanmak istendiği akıldan çıkarılmamalıdır.
Sadık ALBAYRAK