Ana Sayfa » Genel » İlahi İdrak Kapısı

İlahi İdrak Kapısı

İLAHİ İDRAK KAPISI
ALPEREN GÜRBÜZER

Sahabenin ilah-i idrak kapısı açıktı. Ashabı kiram Resulüllah’ın huzurunda nefes nefese idi. Beraber solukluyorlardı aynı meclisi. Ayetlerin nuraniyetini Allah Resulünün mübarek lisanından işitiyorlar ve kalplerine kadar nakşediyorlardı. Öyle ki ayeti kerimelerin tesirinden kalan Sahabe-i Güzin’den kimi haftalarca, kimi aylarca kendilerine gelemiyorlardı, hatta düşüp bayılanlar, hasta olanlar ve cezbeye tutulanlar oluyordu. Ashabı Kiram Resulüllah’ın meclisinde fani olmuşlardı hep. Nitekim Kur’an ahlakı vücutlarını her zerresine kadar işleniyordu. Peki, Kur’an günümüz insanında niye aynı ölçüde tesir yapmıyor. Üstelik sahabenin dinlediği aynı Kur’an’ı bizler de işitiyor olduğumuz halde. Elbette ki Kur’an okuyoruz, fakat ruh iklimimizde herhangi bir kıpırtı olmuyor, neden acaba? Öyle anlaşılıyor ki ilahi idrak kapımız kapalı. Kalbimizin üzerindeki sis perdesi ayetlerin nuraniyetinden bizleri uzak kılıyormuş meğer. İlahi idrak kapısının açık olması için ihlâs, aşk ve teslimiyet gerekli. Okuduğumuz ayeti celileri bir ses, bir tılsımın ötesinde kalbimizi aydınlatan nurani bir cevhere dönüştürmediğimiz müddetçe ilahi idrak kapımız ışık görmeyecek demektir. Şayet İslam’ı hakiki manada yaşarsak, ilahi idrak penceremizin ruhumuzda açıldığını ister istemez hissedeceğimiz muhakkak.
İmam-ı Gazali Hz.leri İhya-ı Ulumiddin adlı eserinde; “Dünya halini enbiyanın ve evliyanın sırrı ile anladım” diyor.(Bkz.3.cilt Sh.500). Dikkat edin şunun ilmiyle, bunun ilmiyle demiyor, enbiya ve evliya diyor. Ashabı Kiram Resulüllah’ı görüp uyanışa geçtiler, ayetlerin tesirini tüm bedenlerinde hissettiler. Madem Sahabe Peygamberimizi görmekle ilahi uyanışa geçiyordu, o halde bugünün insanı da enbiyanın varisi hükmünde olan ilmiyle amil olmuş evliyaların dizinin önünde diz çöküp onlara sevgi duyarak içimizdeki benliği tek tek eritmemiz elbette mümkün olacaktır. Hatta ilahi idrak kapısını açabiliriz pekâlâ. Bu yüzden İmamı Rabbani (k.s) “Ne mutlu murat bir mürşit bulana” demiştir. Bakın demiyor ki; ne mutlu muradı olana, murat bir mürşit bulana diyor.
Zamanın padişahı atıyla birlikte kabristana geliyor. Atından iner bir bakar ki Beyazıd-ı Bestami Hz.lerinin mezarında bir sofi ruhuna fatiha okuyor. Padişah sofiye sorar:
—Sizin Şeyhiniz hayattayken ne derdi?
Sofi cevap verir:
—Bizim Şeyhimiz derdi ki; beni gören kurtuldu.
Padişah bu cevaptan hoşnut olmaz, der ki;
—Hadi sende öyle şey mi olur, Ebu Cehilde Peygamberimizi gördü kurtuldu mu ki?
Sofi şeyhinin mezarın başından murakabeye dalar ve şeyhinin ervahından himmet ister ve başını kaldırır:
—Ebu Cehil Peygamberimizi peygamber olarak görmedi, O’nu Abdullah’ın yetimi olarak gördü, onun için kurtulamadı diyerek son noktayı koyar.
Evet, demek ki her şey görmeden görmeye değişiyormuş. Bakış açısı çok mühimmiş meğer. Demek ki; bir insan evliyayı Allah’ın velisi veya dostu olarak görürse kurtulabiliyormuş. Ebu Cehil Abdullah’ın yetimi değil de peygamber olarak görseydi sahabe şerefine nail olacaktı. Bu yüzden Seyda (k.s) öyle der: “Millet Gavs Hz.lerini göremedi, sırtında cübbe, başında sarık molla gördü, bir çoğu hakikatini göremediler.’’
Evliya-i Kiram Allahın Halilleri (dostları) olup, her devirde evliya silsilesi var olacaktır, olacakta. Yunus’u yunus yapan Tabduk’tur, Mevlana’yı da Şemsi Tebrizi terbiye etmiştir. Anlaşılan üstat talebe ilişkisi kıyamete kadar devam edecek, yani bu yol tükenmeyecek, tükenmezde. Nice insanlar üstat talebe ünsiyetiyle ilahi idrak kapısının kapılarını açmış ve nihayet okunan Kuran ayetlerinin nuraniyetini öz benliklerinde hissetmeyi başarmışlardır.
Davudi Tahi Hz.lerine bir gün gayb âleminden bir ses:
—Dünya fena, ahiret beka evidir!
Bu sesi işitir işitmez ruhunda fırtınalar kopar, can evinden vurulmuşa döner sanki.
Düşünsenize yirmi yıl bir süreyle İmamı Azam’a talebelik yapıyor, bunca sene ilim tahsil ediyor bir kez olsun rengi sararmamış, bir tek kelam işitiyor o an ne oluyorsa bir anda ilahi dirilişe geçiyor. Demek ki İmamı Azam’ın talebesi de olsan ilahi idrak kapısı açılmadıkça intibaha gelinemiyor. Nuraniyet kesp edebilmek için gönlün açılması gerekiyormuş, çünkü buradan bu anlaşılıyor.
Gönül kapılarının açılması ancak irşat sarayına dalmakla gerçekleşebilir. İrşat sarayında Sultanın huzurunda irşat olunmadan ilahi idrakimiz açılamaz, bu böyle biline.
Ayeti kerimeleri hafızlar gibi hıfzetsek dahi ruhumuzda nuraniyet peyda olmadıkça bunca çaba boşuna. Kur’an’ı Kerimi çok güzel okuyabiliriz, ama ayetlerin nuraniyetinden uzak isek okuduğumuz ayetler Yunusun dediği ‘‘İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir, sen kendini bilmezsen bu daha nice okumakla’’ kalıp kalbe inemeyecektir. Hatta Ayeti Kerimelerin ne manaya geldiğini bilsek bile, şayet bildiklerimizle amel edip hayatımıza geçiremiyorsak hiç bir fayda göremeyiz. Bir gün, S. Sıbğatullah Arvasi Hz.lerinin oğlu camii de vaaz verir. Ayet, hadis ne varsa hepsini anlatır cemaate. O sırada ezan okunur, namaza durulacağı sırada S.Sıbğatullah Arvasi (k.s) müezzine:
—Hadi kamet getirin der.
Cemaat Kamet getirin cümlesini işitir işitmez cezbeye gelir, cezbeden dolayı cami yankılanır adeta.
Bu duruma hayret eden Seyyid Sıbğatullah Arvasi Hz.lerinin oğlu cami dışında sorar:
—Baba sen camiye gelmeden önce ne kadar ayet ne kadar hadis varsa aktardım milletin kılı kıpırdamadı, fakat sen müezzine ‘Kamet getirin’ der demez cemaat yerlere yıkıldı, bu ne iştir?
S.Sıbğatullah Arvasi (k.s):
—Oğul, iş lafın zahirinde değil manevi tasarruftadır diyerek manevi tasarrufatın gücünü ortaya koymuştur.
Şu halde bir insanın manevi feraset sahibi olması için Kur’an ve sünnet üzere yaşaması lazım ki, irşat edebilisin. Yani lafızların manaya, teoriğin pratiğe yansıması gerekir. İç ve dış bir bütün olmalı ki ayeti celiler başucumuzda bir nur, kalbimizde bir ışık olarak melekiyet kazanabilsin. Allah’ü Teala; “Onlar ticaretle bile meşgul olsalar dahi Allahın zikri alıkoymaz” buyruğunun ne demek olduğu böylece anlaşılmış olacaktır.
Kur’an’ı Mucizül Beyan evlerimizde duvara asmak, ya da ölülerimize okumak için nüzul olmadı. Yani Kur’an boşluğa inmemiştir. O doğrudan hayata inmiştir. Çünkü hakikat boşluk tanımaz. Madem hayatın içindeyiz, o halde hayatımızı Kuran’a göre tanzim etmek biricik vazifemiz olmalı. Kuran’ı Muciz’ül Beyan hayat dinidir. Bütün sosyal hayatın unsurlarına hitap eder, muhatabı tüm insanlık. Cat Stevens Yusuf İslam adını alıp nasıl ki kendini Kur’an’da buldu ise, bütün beşeriyette Kur’an’la hayat bulabilir pekâlâ.
Kuranı sırf lafız olarak algılamayıp ruhumuza da emdirerek ancak kurtuluşa erebiliriz. Sözün özü ilah idrak kapımızın açılması Kur’an’ı hayatımıza tatbik etmekle mümkün, gerisi laf-ı güzaf.
Vesselam.

Hakkında: dedekorkut1

İlginizi Çekebilir

Surelerin Sıralı Olarak Listesi

Surelerin Sıralı Listesi Namaz Surelerinin Sıralanışı Kuranı-ı Kerim’de Fatiha suresinden Nas suresine doğru bir sıralama …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir